Dinler arası diyalog, Hz. Mesih ve senkretizm

Naim Tatlıcı*

DİNLER ARASI diyalog çalışmaları Büyük Ortadoğu Projesinin bir ayağı mıdır, bir kültürleme süreci olarak misyonerliğin emperyalizm/kolonicilik çalışmalarında izlediği yeni bir yöntem midir, yoksa sekülarizm ve paganizme karşı bir işbirliği arayışı mıdır? Bu konuda hem çalışmalarda yer alanların, hem de bir kenarda çalışmaları izleyenlerin farklı kanaatleri bulunmaktadır. Diğer yandan, Müslüman halkımızın büyük çoğunluğu da kıymet hükmünü, diyalog faaliyetinde bulunanların niyetleri hakkında taşıdıkları zan çerçevesinde vermektedir.

Ortadoğu coğrafyasında, dinler arası diyalog çalışmalarından özellikle Müslüman-Hıristiyan diyalogu anlaşılmaktadır. Dünya nüfusunun yarıdan fazlasının bu dinlere mensup olması, insanlık tarihini kültür ve medeniyet açısından en çok şekillendiren iki dinin İslam ve Hıristiyanlık olması, tarihi süreçte dinlerden biri tarafından en birinci “öteki” olarak diğerinin görülmüş olması, Aydınlanma sonrası dönemde sekülarizmin ve materyalizmin dini hayatın dışına atma hedefinden en büyük yarayı Müslüman ve Hıristiyanların almış olması ve son dönemde Müslüman-Hıristiyan ilişkisinin en azından bazı çevrelerde işbirliğine dönüşebilme emaresi göstermesi gibi unsurlar, İslam-Hıristiyanlık diyalogunun önemini gözler ona sermektedir.

Din müntesipleri arasındaki diyalogdan beklenen en temel amaç, geçmiş kitabının çatışma dolu sayfalarını kapatıp tarih rafına kaldırma ve beyaz sayfalı gelecek defterine sekülarizme, ateizme, ahlaksızlığa, savaşlara karşı birlikte hareket etme azmini işleme olarak ilan edilse de, bu hedefin yanında diğer din müntesiplerini kendi yanına çekebilme ve en azından teolojik anlamda karşıdaki inançta bir kırılmanın tesis edilebilmesinin amaçlanması veya bu tür doğal bir sürecin beklenmesi insan doğasının bir gereği olarak karşımıza çıkmaktadır.

Senkretizm

Senkretizm, birbirinden tamamıyla farklı, hatta taban tabana zıt inançları uzlaştırma ve bir arada eritme/birleştirme/harmanlama girişimini ifade etmektedir. Senkretizm teşebbüsleri, özellikle farklı dinlerin birarada var olduğu ve/veya müntesipler arasında kültürel difüzyon ve etkileşimin yüksek olduğu zaman ve mekânlarda ortaya çıkmaktadır.

Yunan felsefesindeki bazı unsurların ve pagan ritüel ve sembollerin İlk Çağda Hıristiyanlık içine dahil olması, Hıristiyanlığın Budist ögeler ile harmanlanarak Moon tarikatı adı altında Güney Kore halkına takdim edilmesi, Hindistan’da etkinliğini sürdüren Sihliğin İslam ve Hinduizm’den bazı unsurların sentezlenerek oluşturulması ve Babürlüler döneminde Hindistan’daki mevcut dinlerin Ekber Şah tarafından sentezlenerek “din-i ilahi” adı altında kitlelere sunulması senkretizme örnekler olarak zikredilebilir.

Kültür “paylaşılan semboller sistemi” olarak tanımlanırsa, dinler arası diyalog (bir üst boyutta kültürler arası diyalog) çalışmalarında Hz. İsa ortak bir sembol olarak karşımıza çıkmaktadır. Müslümanlar Hz. İsa vasıtasıyla Hıristiyanlar ile bir bağ/yakınlık kurmak isterken, Hıristiyanlar da İslam’daki Hz. İsa’nın ahir zamanda yeniden döneceği inancını kendi amaçları doğrultusunda istimal etmekten çekinmemektedir. Her ne kadar İslam’daki beklenen Hz. İsa inancı, Hıristiyanların beklentisinden çok farklı olsa da, misyonerler Kur’an’da yer verilen Hz. İsa hakkındaki âyetleri, Risale-i Nur’daki bazı ifadeleri ve yine çeşitli dini kaynaklardaki ibareleri kendi adlarına bir destek olarak kullanma ve böylece en azından muhtemel tepkileri hafifletme ve hassasiyetleri yumuşatarak yönünü Batıya ve Batıcılığa çevirmiş insanlar üzerinde etkili olma amacını gütmektedir.

Müslümanların din algısında sapmaya neden olabilecek boyutta senkretik/eklektik etkilere aşağıdaki örnekler verilebilir:

  • Herhangi bir mazeret olmaksızın “Muhammedürresullullah” demeden de kurtulunabileceğinin iddia edilmesi (bazı ilahiyatçılar tarafından savunulmaktadır)

  • Tevrat ve İncil’in tahrif edilmediğinin savunulması (İşarat-ül İcaz tefsirini de tercüme eden Bahaeddin Sağlam, Tevrat ve İncil’in tahrif edilmediğini iddia etmekte olup, yazdığı Tevrat tefsiri nedeniyle Hahambaşı tarafından tebrik edilmiştir)

  • Hıristiyan erkek-Müslüman kadının evlenebileceği izlenimi verilerek, dini ölçülerin aşındırılması (Bu konu daha sonra çeşitli şekillerde tashih edilmek istense de, 14.04.2000 tarihinde Zaman gazetesinde yer alan haberin yanlış anlamaya imkan verdiği, gazete tarafından gerekli düzeltmenin yapılmadığı, STV’ye telefonla bağlanarak açıklama yapan Şanlıurfa Dergah Camii İmamı Sabri Yazar tarafından da tasdik edilmiştir. (Bkz. http://tr.fgulen.com/content/view/8459/11/)

  • Kur’an-ı Kerim mealinde Tevrat ve İncil’e atıfta bulunulması (yabancılara hitap edecek bir çalışmada bu tür atıflara yer verilmesi doğal, hatta gerekli olabilir, ancak bu tür atıflara Müslümanlara hitap eden bir mealde yer verilmesinin, Tevrat ve İncil’in de hak olabileceği gibi bir yanlış kanaate zemin hazırlayabileceği düşünülmektedir)

  • Misyonerlik faaliyetlerinin küçümsenmesi ve “bir pazarda herkes malını satabilir, iyi olan kazansın” gibi liberal/serbest piyasacı bir yaklaşımın zihinlerde yer etmesi (Halbuki Müslüman celb-i nef’a için çalışırken, def-i mefasid için de var gücüyle çalışması lazımdır)

  • İbrahimî dinler kavramının zihinleri ifsat etmesi (Asli haliyle Yahudilik ve Hıristiyanlık da İbrahimî din olmasına karşın, mevcut hallerine “İbrahimî din” tamlamasının kullanılması yine zihinleri dini çoğulculuk yaklaşımına teslim olmaya hazır hale getirmektedir)

Risale-i Nur ve İsevilik

Bir istihale(den/yi) bahsetmek/ümit etmek gerekirse, bu da Hıristiyanlığın saflaşması ve teslisten tevhide gelmesidir. Ahir zamana yönelik birçok hususun eserlerinde yer aldığı Bediüzzaman Hazretleri bu süreci, Hz. İsa (A.S)’nın Efendimiz (S.A.V)’e ümmet olacağına işaret eden Hadis-i Şerifin bir işareti olarak tefsir etmektedir:

“Nasrâniyet ya intifâ ya ıstıfâ bulacak. İslâm’a karşı teslim olup terk-i silâh edecek.

Mükerreren yırtıldı, purutluğa (Protestanlığa) tâ geldi, purutlukta görmedi ona salâh verecek.

Perde yine yırtıldı, mutlak dalâle düştü. Bir kısmı lâkin, bâzı yakınlaştı tevhide; onda felâh görecek. Hazırlanır şimdiden yırtılmaya başlıyor. Sönmezse, safvet bulup İslâm’a mal olacak.

Bu bir sırr-ı azîmdir, ona remz u işaret; Fahr-i Rusül demiştir: ‘İsâ, Şer’im ile amel edip ümmetimden olacak.’” (Sözler)

“…İşte böyle bir sırada, o cereyan (Deccal) pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın şahsiyet-i mâneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlâhiyenin semâsından nüzul edecek, halihazır Hıristiyanlık dini o hakikate karşı tasaffi edecek, hurâfattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i İslâmiye ile birleşecek, mânen Hıristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılâp edecektir. Ve Kur’ân’a iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı mânevîsi tâbi ve İslâmiyet metbû makamında kalacak. Din-i Hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır….” (Mektubat)

“…Üçüncü tabaka-i hayat: Hazret-i İdris ve İsâ Aleyhimesselâmın tabaka-i hayatlarıdır ki, beşeriyet levazımatından tecerrüdle, melek hayatı gibi bir hayata girerek nuranî bir letâfet kesb eder. Âdetâ beden-i misalî letâfetinde ve cesed-i necmî nuraniyetinde olan cism-i dünyevîleriyle semâvatta bulunurlar. ‘Âhirzamanda Hazret-i İsâ Aleyhisselâm gelecek, şeriat-i Muhammediye (a.s.m.) ile amel edecek’ meâlindeki hadisin sırrı şudur ki: Âhirzamanda, felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfrîye ve inkâr-ı ulûhiyete karşı, İsevîlik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip İslâmiyete inkılâp edeceği bir sırada, nasıl ki İsevîlik şahs-ı mânevîsi, vahy-i semâvî kılıcıyla o müthiş dinsizliğin şahs-ı mânevîsini öldürür. Öyle de, Hazret-i İsâ Aleyhisselâm, İsevîlik şahs-ı mânevîsini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı mânevîsini temsil eden Deccalı öldürür; yani, inkâr-ı ulûhiyet fikrini öldürecek…” (Mektubat)

Ancak Üstad’ın zaman ve mekân bağlamında ifade ettiği hususların mutlak manada anlaşılması, stratejik planda beyan buyurduğu hususların asli çerçevede algılanarak tatbike çalışılması yanlışa zemin hazırlamaktadır. Örneğin, Üstadın hakkında değerlendirme yaptığı, Soğuk Savaş Döneminde komünizme karşı politika izlemiş Amerika ile şu anda İslam’ı hasım tutmuş Amerika’nın aynı kapsamda değerlendirilmesi safderunluk olacaktır. Keza, İsevilik’in hurafelerden ve şirkten sıyrılması, evveliyetle Hıristiyanlar içinde gerçekleşmesi ümit edilen bir hadise iken, Türkiye’de kendi halinde yaşayan ve belki de ömründe bir defa bile Hıristiyanlarla muhatap olmayacak insanlara, Hz. İsa’nın geleceği inancının—üstelik de bazı falsolarla birlikte—nazara verilmesinin fevkalade gereksiz ve bazen de mahsurlu olduğu kanaatindeyim. Kehf Suresi’nin Deccal’e karşı mücadelede müminlere rehber olması gibi; gerek Hz. İsa’nın dönüşüne ilişkin hadis-i şeriflerin, gerekse Bediüzzaman’ın müjdelerinin ahir zaman Müslümanlarına bir ufuk çizdiği ve strateji belirlediği, Ehl-i Kitab ile muhatabiyette belirtilen prensipler çerçevesinde muamelede bulunulması gerektiğini ifade ettiğini düşünüyorum. Buna mukabil, bu tür meselelerin ülkemizde sürekli gündemde tutulması sonucu Ehl-i Kitab ile muhatap olmayan avamın menfi biçimde etkilendiği kanaatini taşıyorum.

Netice itibariyle, diyalog meyvesi olarak bazı Hıristiyanların ve papazların teslis anaforundan tevhid zirvesine çıktıkları ve Peygamberimizi tasdik ettikleri gibi haberleri güzel gelişmeler olarak karşılıyor ve alkışlıyorum. Temenni ederim ki, bu tür gelişmeler Avrupa’nın İslam’a hamile olmasına ve hamlini en kısa sürede vaz’ederek baharın gelmesine vesile olsun ve Richard W. Bulliet gibi bazı akademisyenlerin dile getirdiği, Judeo-Hıristiyan Avrupa Medeniyeti İslam-İsevi (Tevhid) Medeniyetine yelken açsın. Ancak bize düşen, İslam’ın diğer dinlere yönelik ölçülerinde mütekabiliyet olmadığını; bir Müslüman erkeğin bir Ehl-i Kitap kadınla evlenebilmesine cevaz olduğu halde, tersine bir uygulamaya cevaz verilmemiş olmasının bizim açımızdan diyalog çalışmalarında uyulması gereken iyi bir örnek olduğunu fehmederek, bir değişme olacaksa bizde değil, muhataplarımızda olmasını beklemek, İslam’ın algılanmasında ve yaşanmasında senkretik sonuçlara zemin hazırlanmamasına ve ölçülerin deforme olmasına imkân verilmemesine dikkat etmek ve Mevlana’nın pergel metaforunda olduğu gibi bir ayağımız yetmişiki milletle beraberken, bir ayağımızın da İslam’da sabit olması gerekliğini unutmamaktır.

  22.12.2007

© 2021 karakalem.net, Naim Tatlıcı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut