Gölge savaşları

Nuriye Çakmak

“İSLÂMİYET GÜNEŞ gibidir, üflemekle sönmez” sözü meşhurdur. Ve buna bağlı olarak denilir ki, “gözünü yuman sadece kendine gece yapar” ve dahası “güneş balçıkla sıvanmaz.” Güneş; yani ışık, yani berraklık ve aydınlık. İslâmiyet gibi.

Ancak İslâmiyet güneşine dair küçük balçıklar kullanılıyor yıllardır. İslâmiyeti güneş değil de, güneşleri olarak gördüklerinden olsa gerek. Birileri bu berraklığa boylarınca gölgeler düşürüyorlar; ya da öyle sanıyorlar. Oysa zaman onların gölgelerini silerken, ışığından birşey kaybetmeksizin parlayan bir İslâmiyet var.

“Din imtihandır” hakikati mucibince, tarihi neredeyse İslâm kadar eski bir gölge savaşı sürüyor. Gölgeler hep aynı, güneş hep parlak. Peki neden yıllar eskitemiyor bu gölge savaşçılarını? Neden İslâm’a hep aynı kökten beslenmiş ve zamanla modernize olmuş fitnelerle ilişiyorlar?

Dinin hiçbir şubesinde ve Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat dairesinde bir kıl kadar şüphe yok. Bunu bilen milyonların arasında da hiçbir ihtilaf yok. Ama bu gölge savaşçıları yok mu? Kendilerinin oluşturdukları bu gölgeleri birer kusur olarak görüp, üzerinden ihtilaf çıkardıkları bu konuları ayrılık sebebi olarak görmezler mi? Kişilerin uygulama hatalarını, hem de dindeki eksiklikten kaynaklanan bu hataları, dine mal etmezler mi?

Mezhep derler, imamlar hata yapamaz mı derler. Bu gayr-ı edeb bakışın arkası elbet hadis-i şeriflere dayanır. Sonra tabiî erkâna ulaşır. İki hükmün de doğru olmasını anlayamayanlar, hikmeti ihtilaf zanneder. Kendi yaptıkları beşinci bir mezhep de olsa, adı “mezhepsizlik” olan bu oluşum ayrılığın en büyüğü de olsa.. Oysa bu beşincisi, hatada ihtilafları muhal en şerefli müçtehidlerin onayından da geçmiş değildir. Ama mezhep ayrılıkçıdır, mezhepsizlik değil... Bu nasıl bir gölgedir?

O büyük mezhep imamlarının şahıslarını mutlaklaştırmama adına ve ilimle imanın buluştuğu o mükemmel karışımda büyüttükleri eşsiz tevazularının gereği olan edeb cümlelerini, gölgelerine delil ederler. Oysa kişinin İslâm’dan aldığı edep üzre nefsi hesabına sarfettiği tevazu cümleleri, onun ilmi için kullanılamaz. Ve ihtimal hesabıyla, ilim tahsil edilmez.

Bir kişinin kul olarak hatadan hâlî olmaması ile ilmiyle vardığı hükmün sıhhati aynı değildir. Her ilmin bir uzmanı olduğunu kabul ederiz de, konu din olunca bu enaniyet kokan şüphe gözlükleri yerleşiverir gözlere. Ve gölgeler başlar. Bir sosyolog ile konuşurken “Tabiî, siz daha iyi bilirsiniz” der de kişi, iman ilminde uzman birini kabul edemez sözgelimi.

Kur’ân öyle mi diyor derler? Kur’ân’a ömrünü adamış alimlerin görmedikleri âyetler vardır herhalde! Hem onların görmediği, hem ümmetin nasıl olup da binler senedir gözden kaçırdığı... Hep de bu gölge savaşçılarına nasip olur? O zaman Alîm olan, Rahîm olan Allah bu kadar uzun karanlığa nasıl müsaade eder? O kadar sevdiği kullarını uzun yıllar bu hatanın içinde nasıl da bekletir? Hem kimsenin görmediklerini görenlere yazık olmaz mı bu yük? Bilinmez mi ki, Allah kimseye taşıyamayacağı yükü yüklemez..

Akılla ve matematikle karıştırılır ilmin manevî boyutu. Akıl var, muhatabım derler, problem çözer gibi ilgilenirler de, ilmin ruhunu ve ruhların ruhu “rıza”yı kaçırıverirler. “O”nun razı olmadığı ilmin, kişiye yetmediğini göstermedi mi şu kendini unutmuş asrın perişan ilim adamları!

Oysa öyle huzur ehlidir ki bu alimler, İslâm’ın zorluk yoktur hükmünü tam ciddiyet ve tevazu, hem mutmain bir rahatlıkla gösterirler asırlara. “Hangisi daha uygundur rızaya?” diye çalışırken onlar, bu kirli asrın ruhunu yitirmiş ilmine düşen soru, “Bu neden böyle olmuş?” olur.

Oysa olası tüm sorgulamalar, o iman dahilerinin sorgulamalarından geçti. Bize uymak düştü. Ama düştük biz, duramadık dimdik. Kendimize değil de onlara çevirdik gözlerimizi.

Bilmedik bilmediğimizi. Edep gidince ilim de gitti.

Ey gölge savaşçıları, savaş çoktan bitti...

  28.03.2008

© 2021 karakalem.net, Nuriye Çakmak



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut