Mirza Bediüzzaman’a Mektup

MEKTUBU YAZAN ile okuyan arasında üç yüz sene var.
Yazan İmam-ı Rabbani, [1]
Okuyan ise Bediüzzaman.. [2]
Selefi İmam-ı Rabbani,
Kendisinden sonraki dönem hakkında,
Gaybi işaretlerde bulunuyor ve
Halefi Bediüzzaman’a şöyle hitap ediyor:
Önkoşulsuz olarak ‘Tevhid-i kıble et.’
Hiçbir opsiyon koymadan ‘üstadın kuran olsun.’
Zira hicri ikinci bin yılda olduğu gibi,
Miladi üçüncü bin yılda da tek pusula o olacaktır.
Bunun dışındakiler ne yaparlarsa yapsınlar,
Yollarını şaşıracaklardır.
Allah resulü (s.a.v) buyuruyor ki:
“Ümmetimin âlimleri İsrail oğullarının nebileri gibidir.” [3]
Yüzyılda bir gelen bu âlimlerin sözleri,
Ciddiye alınmayı fazlasıyla hak ediyor.
Ahir zamanın tam göbeğinde yaşadığımız,
Şu debdebeli dünya hayatını,
En az hasarla tamamlamak istiyorsak,
Bir önceki müceddidden sonrakine verilen,
Kerametamiz nasihatlere iyi kulak vermek gerekiyor. [4]

Hicrî ikinci bin yılın müceddidi İmam- ı Rabbani,
Mektubatında demiş ki:
‘Hakaik-ı îmâniyeden bir meselenin inkişafını,
Binler ezvak ve mevâcid ve kerâmâta tercih ederim..”
Yani;
‘İman hakikatlerinden tek bir meselenin,
Açıklanması ile elde edilecek makam,
Binlerce kalbî zevke,
İnsanı kendinden geçiren mânevî coşkulara,
Ve hayret uyandıran kerametlere tercih edilecek üstünlüktedir.
İnsanı Allah’a ulaştıran bütün yolların varacağı son nokta,
İman hakikatlerinin açık ve anlaşılır bir şekilde ortaya konmasıdır..’

Miladî üçüncü bin yılın müceddidi Bediüzzaman ise,
Bu hakikatlere kendi Mektubatında şöyle karşılık vermiştir:
“Eğer şeyh Abdülkadir-i Geylânî,
Şâh-ı Nakşibend ve İmam-ı Rabbânî gibi zatlar,
Bu zamanda olsaydılar,
Bütün himmetlerini (gayretlerini),
Hakaik-ı imaniyenin (iman hakikatlerinin)
Ve Akâid-i İslâmiyenin (İslam’ın esaslarının)
Takviyesine (kuvvetlendirilmesine) sarf edeceklerdi..” [5]

Her türlü sapkınlığın kol gezdiği günümüzde,
İman hakikatlerini takviye eden Bediüzzaman’ın eserleri,
Güvenilecek rehberler konumundadır.
Yazılan eserleri dikkatle okuyanlar hükmediyorlar ki,
Şu zamanın mânevî yaralarına,
En uygun ilaç ve tedavi yöntemlerini içermektedir.
Şu farkla ki;
Yaşamadığımız bilgilere güvenmediğimiz sürece..
Öğrendiklerimizi hayatımızın içine serpiştirebildiğimiz ölçüde..




Dip Notlar:


[1]. İmam-ı Rabbanî Ahmed-i Farukî (1563-1624):
Asıl adı Ahmed olan İmam-ı Rabbanî Hazretlerinin soyu,
Hz. Ömer’e dayandığından Fârukî lakabıyla tanınır.
İmam-ı Rabbanî,
Hicrî 971’de (1563) Hindistan’ın Serhend kasabasında doğdu.
Daha küçük yaşından itibaren İslâmî terbiye ile büyüdü.
Kur’ân-ı Kerimi ezberledi.
On yedi yaşında tahsilini tamamlayarak,
İrşada (dîni eğitime) başlayan İmam-ı Rabbanî,
Hac farizasını yerine getirmek maksadıyla gittiği kutsal beldelerde,
Yol boyunca ilim erbabı kimselerle irtibata geçerek,
Özellikle hadis konusunda çok kapsamlı bilgilerle memleketine döndü.
63 yaşında (miladi 1624) Serhend’de Hakkın rahmetine kavuştu.
İmam-ı Rabbanî Hazretleri,
İman hakikatlerinden bir meselenin inkişaf etmesini (açığa kavuşmasını),
Binlerle zevke, kerâmete tercih etmiştir.
Bundan dolayıdır ki;
Nakşiliği,
İman hakikatlerine,
Sağlam bir şekilde bağlanma temelleri üzerine oturtmuştur.
Büyük âlim Abdulhakim Siyalkuti’nin,
Onu, ikinci binin müceddidi (yeniden şekil veren, düzenleyen)
Olarak ilan etmesine rağmen,
Alçak gönüllüğünü hiçbir zaman kaybetmemiştir.
İslâm âlemi onu müceddid-i elf-i sânî olarak anmaktadır.
İmam, dönemin hastalıklarının sebebini üç başlık altında toplar.
Bunlar;
I. İdarecilerin dinden uzaklaşması,
II. Bilginlerin menfaat ve korku sebebiyle Kuran ve sünnetten ayrılmaları
III.Ve tasavvuf ehlinin tarikatı şeriattan ayırmaları.. olarak sıralar.
Hayat tarzı ve hizmet şekliyle,
Herkesin muhabbetini ve takdirini kazandığından,
Ümmetin dilinde İmam-ı Rabbanî olarak anılmaktadır..

[2]. ..İmam-ı Rabbânî’nin Mektubat kitabını gördüm, elime aldım.
Hâlis bir tefe’ül ederek (rasgele çevirip) açtım.
Acaiptendir ki,
Bütün Mektubat’ında yalnız iki yerde “Bediüzzaman” lâfzı var.
O iki mektup bana birden açıldı.
Pederimin ismi Mirza olduğundan,
O mektupların başında “Mirza Bediüzzaman’a Mektup” diye yazılı olarak gördüm.
“Fesübhânallah” dedim.
“Bu bana hitap ediyor.”
O zaman Eski Said’in bir lâkabı Bediüzzaman idi.
Halbuki Hicretin üç yüz senesinde (İmam-ı Rabbani’nin yaşadığı o asırlarda),
Bediüzzaman-ı Hemedânî’den başka,
O lâkapla iştihar etmiş (tanınan) zatları bilmiyordum.
Halbuki İmamın zamanında dahi öyle bir adam vardı ki,
Ona o iki mektubu (74 ve 75 no’lu mektupları) yazmış.
O zâtın hali benim halime benziyormuş ki,
O iki mektubu kendi derdime devâ buldum.
Yalnız İmam,
O mektuplarında tavsiye ettiği gibi,
Çok mektuplarında musırrâne (ısrarla) şunu tavsiye ediyor:
“Tevhid-i kıble et.”
Yani,
“Birini üstad (öğretici) tut, arkasından git. Başkasıyla meşgul olma.”
Şu en mühim tavsiyesi,
Benim istidadıma (yapıma) ve ahvâl-i ruhiyeme (ruh halime) muvafık (uygun) gelmedi.
Ne kadar düşündüm:
Bunun arkasından mı,
Yoksa ötekinin mi,
Yoksa daha ötekinin mi arkasından gideyim?
Tahayyürde (kararsız bir halde) kaldım.
Her birinde ayrı ayrı cazibedar (çekici) hâsiyetler (özellikler) var;
Biriyle iktifâ edemiyordum (yetinemiyordum).
O tahayyürde (kararsızlıkta) iken,
Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle kalbime geldi ki:
Bu muhtelif turukların (çeşitli yolların) başı ve bu cetvellerin membaı (kaynağı)
Ve şu seyyarelerin (yıldızların) güneşi Kur’ân-ı Hakîmdir (hikmet dolu Kuran’dır).
Hakikî tevhid-i kıble (gerçek yöneliş) bunda olur.
Öyleyse,
En âlâ (iyi) mürşid (yol gösterici) de ve en mukaddes (kutsal) üstad da (öğretici) odur.
Ona yapıştım.
Nâkıs (eksik) ve perişan istidadım,
Elbette lâyıkıyla o mürşid-i hakikînin (gerçek yol göstericinin)
Âb-ı hayat (hayat suyu) hükmündeki feyzini (faydalarını) massedip (içine) alamıyor.
Fakat ehl-i kalb ve sahib-i hâlin derecâtına (derecelerine) göre,
O feyzi, o âb-ı hayatı, yine onun feyziyle gösterebiliriz.
Demek,
Kurân’dan gelen o sözler ve o nurlar,
Yalnız aklî mesâil-i ilmiye (ilmi konular) değil,
Belki kalbî, ruhî, hâlî mesâil-i imaniyedir (imani konulardır).
Ve pek yüksek ve kıymettar (değerli) maarif-i İlâhiye (ilahi bilgiler) hükmündedirler.
Mektubat / 28. Mektup / 3. Mesele / syf: 339

İmam-ı Rabbani’nin 74. Mektubu Mirza Bediüzzaman’a yazılmıştır.
Özetle;
Fakirleri sevmek ve onlara iyilik etmek,
Ve İslamiyet’e uymak lazım olduğu bildirilmektedir.
75. Mektubu yine Mirza Bediüzzaman’a yazılmıştır.
Özetle;
Mahlukların en üstününe (s.a.v) uymayı,
Önce itikadı (îmâni inanış metotlarını) düzeltmeyi,
Sonra da fıkıh bilgilerini öğrenmeyi bildirmektedir..

[3]. Hadis-i şerîf meâli
Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, II, 64 / 1744
İmam-ı Rabbani, Mektubat / 75 no’lu mektup

[4]. İmam-ı Rabbani'nin Mirza Bediüzzaman'a yazdıklarından bazı bölümler:
“Latif yazı ile süslü, mübarek sayfanız ulaştı.
Noksan sıfatlardan münezzeh Allah’a hamd olsun..
‘Onlar öyle bir cemaattir ki, kendileriyle oturan şekavete (şikayete) düşmez’
Hadis-i şerifindeki mânâ,
O şanlı zatlar hakkında buyurulmuştur.
‘O günde kul için şiddet, dehşet, nedamet ve hasretten başka bir şey yoktur.’
Sübhanallah (c.c) o günün şiddetini,
Kur'anı Mecid’de şöyle haber verdi:
“Kıyamet sarsıntısı büyük bir şeydir.
Öyle bir gündür ki görürsünüz;
Emzikli kadın emzirdiğini unutur,
Gebe kadın hamlini (karnındakini) düşürür.
İnsanları sarhoşlar gibi görürsün.
Ama onlar sarhoş olmadılar.
Ne var ki, Allah’ın azabı pek çetindir..”
Son nasihat:
“Mutlaka sahib-i şeriat Resullullah’a (a.s.m.) uymak lazımdır.
Ona salat, selam ve tahiyyat.
Zira bu ittiba (bağlanma) olmadan kurtuluş muhaldir.
Dünyanın aldatmaca süslerine iltifat edilmemelidir.
Böyle bir şeyin varlığı ile yokluğu önemsiz olmalıdır.
Zira dünya, Allah katında buğza uğramıştır (kötülenmiştir).
Onun katında hiçbir değeri yoktur..
Dünyanın vefasızlığı, tez elden çıkışı bilinen bir şeydir.
Hatta görülmektedir.
Bundan önce geçip giden dünya adamlarına bakıp ibret almalısınız.
Allah Teala size ve bize,
Seyyidü’l Mürselin Resulullah (a.s.m.) efendimize tâbi olma yolunda başarı ihsan eylesin.
Ona ve âline salat ve selam..”

[5]. Mektubat / 5. Mektup / syf: 22 – 23

  11.11.2007

© 2021 karakalem.net, Aykut Tanrıkulu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut