Megalomani

KEMAL SAYAR ilk şiir kitabı Hızır ve Roza’da yer alan “İlk Ölümden Sonra Yoktur Bir İkincisi” şiirini, ilk anda beklenmedik bir şekilde, şu iki mısrayla bitirir: “İnsan önce Kur’ân’ı / sonra Heidegger’i okumalı.”

Şiirin bu öğüdünün ilk kısmını tutabildim ama, onbeş sene oldu, ikincisini hâlâ gerçekleştirmiş değilim. Heidegger tek başına bir isim olarak zikredilmiyor elbette bu şiirde, o bir simge daha ziyade. ‘İçeriden’ bazı kardeşlerimiz bizi ‘dışarıda’ görmek gayretiyle, dışlayıcı bir üslupla, neredeyse bir hakaret kelimesi olarak ‘entel’liğimizden dem vuruyorlar gerçi. Ama bugüne kadar ne Heidegger’i okudum, ne de Batı düşüncesinin son yüzyılına damgasını vurmuş büyük isimlerin kitaplarını. Derrida’dan Saussure’a, Levinas’tan Baudrillard’a, Wittgenstein’dan Adorno’ya, Hick’ten Tillich’e, dinli-dinsiz Batı düşüncesinin son yüzyılında birer köşetaşı olmuş isimlerden bir şekilde haberdarım; ama doğrudan bir kitaplarını okumuşluğum yok, bu yönde özel bir çabam da mevcut değil.

Hayır; bunları okumaya karşı değilim, gerektiğinde okumaktan yanayım. Hele ki, içlerinde onların da zikrinin geçeceği bir araştırma metni üzerinde çalışıyorsa, muhakkak okunmaları gerektiği düşüncesindeyim. Ama ne diyeyim; benim için, gerekmedi bugüne kadar.

‘Gerekmemesi’ dışında, ‘içeriden’ birilerinin anlamakta zorlanacağı, ‘dışarıdan’ birilerinin ise ‘bağnazlık’la açıklayacağı bir sebebi daha olageldi bunun. Yaşadığım çağdan hayatıma rehber olarak seçtiğim kişinin, Bediüzzaman’ın o hayran kaldığım tefekkür ufku ve yürek genişliğiydi beni önce Kur’ân’ı muhakkak okurken, ‘sonra Heidegger’i okuma’ noktasında gönülsüz yapan. O çok sevdiği ifadeyle “Kur’ân’ın dersi ve Resûl-i Ekrem’in talimiyle” kurduğu o harikulâde ontolojik inşa için ne Heidegger, ne Wittgenstein, ne Saussure, ne de Derrida’dan yararlanmıştı Bediüzzaman. Psikoloji, psikiyatri, antropoloji ve sosyoloji tahsil etmemiş biri olarak insanı okumada sergilediği muazzam başarı da benim için bir hayret ve hayranlık sebebiydi.

‘Bediüzzaman okumamış’ Heidegger’in müridi olmaktansa, ‘Heidegger okumamış’ Bediüzzaman’ın talebesi olmak tercih sebebiydi benim için. Tekrar edeyim, gerektiğinde Heidegger’i de, Batı düşüncesinin diğer isimlerini de okumaya kendimi kapatmadım hiçbir zaman; ama bugüne kadar ‘gerekmedi,’ okumadım. Gerektiği bir gün gelecek olsa, biliyorum, bir ‘aydınlanma’ kasdıyla değil, ‘bilgilenme’ kasdıyla olacak bu türden okumalarım.

Geçen hafta büyük bir kitapçının rafları arasında saatlerim geçerken, zihnimde bu tercihin çağrışımları çınladı durdu. Epeydir kendime biçtiğim ‘inziva’dan sonra, ilk kez ‘halka açık’ bir alanda, bir ‘kitabevi’ ortamında bu kadar uzun kalıyordum. Bu zaman zarfında yayınlanmış, henüz haberdar olmadığım, okumakta fayda gördüğüm birçok kitap tesbit ettim.

Bir de, bazı şeyleri ‘okumadan,’ Bediüzzaman’ın örnekliğinde, “Kur’ân’ın dersi ve Resûl-i Ekrem’in talimiyle” öğrendiklerimi...

Bir kitap gördüm meselâ. Batı medyasının yaşanan savaşları ve küresel gerilimleri ‘aktarma’ biçiminden hareketle yürekli bir özeleştiri sunan vicdanlı bir akademisyenin kitabında, sözü modern zamanların en yürekli düşünürlerinden olduğunu anladığım Emmanuel Levinas’a getirerek, ona atıfla yaptığı ‘yüz’ tarifinde düğümleniyordu herşey. Dönüp, Melekleri Ürkütmeden’e de aldığım, “‘Yüz’süzlük” yazımı hatırladım. Peygamber aleyhissalâtu vesselamın ‘yüz’e dair hadislerinden, savaşlarda bile ‘yüz’ü hedef seçmeyi yasaklayışından ilhamla gelişen bir duyarlılığın modern zamanlara dair röntgenini arzeden yazımı. Bediüzzaman’ın, “İnsan sûret-i Rahmân’da yaratılmıştır” hadisini zikrettiği “Besmele” bahsinin dersini yüreğimin derûnunda tutarak farkettiğim hususları arzeden yazımı. “Modern zamanlar ‘yüz’süz zamanlardır” dediğim...

Bir başka kitabı, yıllar önce Küçük Şeyler için “‘Gerçekçi’ler ve ‘Gerçek’çiler” yazısını yazarken bir makalesinde kullandığı bir ifadeye atıfta bulunduğum Nobel sahibi iktisatçı Amartya Sen’in bir kitabını gördüm sonra. Bu ülke için bilhassa önemli; bu ülkenin ‘vatanseverlik’ iddiası taşıyan özgürlük ve demokrasi karşıtlarının kulaklarına küpe olacak kadar önemli analizler içeren bir kitaptı bu. Türkçe’ye çevrilmiş olmasını, Türkiye toplumu için bir kazanç olarak gördüm. Ama öte yandan, Karakalem’in son sayısında, “Olayların Dili”nde yer alan ve Kureyş sûresinin “ellezî et’amehum min cû’in ve âmenehum min havf” âyetlerinden mülhem “Bir seçimi doğru okumak” yazımızı... Kitabın anafikrinin, okumadan, o yazıda da dile getirilmiş olduğunu.

Bir başka kitap ise, ‘aşk’ ile ‘sevgi’ arasında ayrım üzerinde temelleniyordu ve “Seni seviyorum, fakat sana âşık değilim” denklemini modern toplumlarda evliliklerin yaşadığı sadmelerin ilacı olarak sunuyordu. Üçyüz küsur sayfada, onca araştırma, bunca mülakata dayanarak... Bir Talâk sûresi âyetinden mülhem “Vazgeçilmezlik” yazımızı hatırladım bu kitabın sayfaları arasında göz gezdirirken. Bir de, Rûm sûresinin 21. âyetindeki ‘meveddet’ kelimesi üzerinde, henüz yazmadığımız için yalnızca söyleştiğimiz dostlarımızın bileceği o ısrarlı vurgumuzu...

Sevindim ve hayret ettim. Birilerinin senelerini verdiği tesbitler, âyetlerin, hadislerin, Risale’nin himmetiyle onca kitap devirip bunca araştırma yürütmeden çıkıvermiş karşımıza...

Evet, ‘megalomani’ diye koydum yazının başlığını.

Diyeceğim o ki, ya biz bir megalomanız, ‘abartıyoruz.’ Veya, Kur’ân’ın, sünnetin bir bereketi; ve dersini Kur’ân ve sünnetten alan yolgöstericimizin bir kerameti var ortada.

Sizce hangisi?

  09.11.2007

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut