ihlâs ve rakamlar

Hasan Güneş

CENAB-I HAK insanı yarattığında makamını sabit bırakmayıp en aşağılardan en yükseklere kadar iniş ve çıkışlara müsait kabiliyetlerle donattı.

Bu değişik kabiliyetler ve donanımın yanında insanın ne olmasına ilaveten nerede olduğu, hangi konumda olduğu neyi hedeflediği ve nereye yönlendiği çok daha önemli hale gelmiştir. Konumdaki, makam ve mevkideki yada hedefteki her bir değişiklik insanın değerini yada icraatını katlamalı olarak aşağı indirmede yada yukarı çıkarmaktadır.

İnsanlar bu cihetle harflere ve rakamlara benzer. Hatırlanacağı üzere, Risale-i Nurda mânâ-yı ismî ve mânâ-yı harfî kavramları kullanılır. Okuma yazma bilmeyenler için harfler yada rakamlar sadece birer şekil yığınları iken gerçekte aldıkları konumlarla ve dizilişlerle en aşağılardan en yukarılara kadar mânâlar kazanır. Sınırlı sayıdaki rakamlarla kâinatın zerreleri yada zamanın saniyeleri tahmini de olsa söylenebilir. Yine sınırlı sayıdaki harflerle şaheserler telif edilir. Kur'an'ın "Eğer Rabbimin sözlerini yazmak için deniz mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden önce, deniz muhakkak tükenecekti, bir mislini daha yardımcı getirsek bile." ifadesiyle harflere denizler dayanmaz.

Harfler ifade için nasıl sınırsız kullanım şekline giriyorsa rakamlar da miktar ve kıymet olarak aynı şekilde büyük farklılıklar gösterir. Harfler ve rakamlar şimdiki tabirle sözel ve sayısal olarak kâinatın ve insanın birer ifadesidir. İhlâs risalesinden hatırlanacağı üzere: “Evet, üç elif ittihad etmezse, üç kıymeti var. Sırr-ı adediyet ile ittihad etse, yüz on bir kıymet alır. Dört kere dört ayrı ayrı olsa, on altı kıymeti var. Eğer sırr-ı uhuvvet ve ittihad-ı maksat ve ittifak-ı vazife ile tevafuk edip bir çizgi üstünde omuz omuza verseler, o vakit dört bin dört yüz kırk dört kuvvetinde ve kıymetinde olduğu gibi, hakikî sırr-ı ihlâs ile, on altı fedakâr kardeşlerin kıymet ve kuvvet-i mâneviyesi dört binden geçtiğine, pek çok vukuat-ı tarihiye şehadet eder.” ifadesi de sayılarla insanlar arasındaki kuvvetli irtibata dikkat çeker.

Burada dikkat çeken diğer önemli bir husus da, birinci misalde “üç adet bir” denilmeyip “üç elif” denilmesidir. Yani burada rakamların sinerjisine bir de harflerin sinerjisi eklenmektedir. Elde edilen kuvvet, hasıl olan netice manevî hizmetlerdeki “kerametkarane muvaffakiyet” seviyesine çıkıyor.

İhlâs Risalesinden iktibas ettiğimiz kısmın sonunda “pek çok vukuat-ı tarihiye şehadet eder.” ifadesi geçmektedir. Gerçekten tarih bunların sayısız misalleri ile doludur. Burada rakamların benzemesi dolayısıyla önemli bir tevafuk olan Mısır'ın fethiyle ilgili hadiseyi aktarmak istiyorum: Tarih kitaplarında da geçtiği gibi Amr ibn-ül As, Doğu Roma orduları karşısında başarı sağlayamayınca Hz. Ömer'den yardım istemiştir. Hz. Ömer gönderdiği küçük bir orduya ilaveten dört kişi daha gönderiyordu ve mektubunda tavsiyelerine ilaveten de bu kişilerin özelliklerini sayıyordu: “Sana yardım için, dört Müslümanı yolluyorum! Çünkü onların her biri, bin askere bedeldir. Haydi, Allah yardımcınız olsun.”

Burada önemli nokta harflerin ve sayıların maksat ve vazifede ittifak ve ittihadı ve omuz omuza gelebilmesi yani ihlastır. Yine omuz omuza gelenlerin sayıların dizilişinde olduğu gibi, hangi basamakta olması gerektiği, yöneticinin en uygun basamağı tesbit etmesi; yönetilenin de basamaklar arasında fazilet farkı olmadığını idrak ederek basamağına kanaat etmesi gerekmektedir. Aksi taktirde yüz on bir yerine Roma rakamlarındaki gibi üç değerinde olur.

Neden rakamlardaki gibi büyük bir değer yada harflerdeki gibi güçlü bir ifade olmak gerektiği aslında çok açık. İnsan âciz bir varlık olmakla birlikte önünde ibadet ve tefekkür açısından arza halife olmak için istidadını nemalandırmak gibi muazzam bir vazife ile mükelleftir. Topluma karşı vazifeleri açısından da, Risale-i Nurda bahsedildiği gibi “bizler gayet az ve zaif” ifadesiyle hakkın ve hakikatın taliplileri, fedakarlık gösteren ve feragat edenler genellikle hep azdan çoğa doğru bir trend izlemişlerdir. Misaldeki Hz. Ömer vaktiyle Peygamberimizin (a.s.m.) etrafında bir avuç sahabeden birisi iken, ihlâs ve imanları sayesinde Mısır'a ordu gönderecek seviyeye çıkmışlardır. Gerçekte Mısır'a gönderecek güçlü bir ordusu yoktu. Dünyanın en güçlü devletinin hakim olduğu, İstanbul'dan sonra dünyanın ikinci büyük şehri olan İskenderiye'yi fethedecek sayı ve rakama sahip değillerdi. Bu sebeple, her biri bin kişi değerinde olan kişilere ihtiyacı vardı. Herkes rakamına göre savaştı. Roma ve rakamları kaybetti.

  30.10.2007

© 2021 karakalem.net, Hasan Güneş



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut