Zaaflarımızla ilgili bir çekap

Halil Köprücüoğlu

HİZMET SADECE vazifedir. Sonuç alma işi, hidayete erdirme meselesi değildir. Neticeye odaklanmak hatadır. Bu faaliyet siyaset gibi sonuç alma sanatı olmamalıdır. Hizmette ihlasla bulunmak çok önemlidir. Emr-i bil mâruf ile ilgili emre itaat etmeli, hikmetlice büyüklerin yol haritasına uymalıdır. Bediüzzaman Hazretlerinin, Celâleddin-i Harzemşah misalini iyi anlamalı. O’nun gibi, “Muvaffak olacaksın” diyenlere, ben Allah’ın işine karışmam, vazifeme bakarım” diyebilmek önemli bir ayrıntıdır. Belki de püf noktasıdır. Netice, muvaffakiyet kesinlikle Allah’a aittir.

Bu ölçü insanı müthiş rahatlatır. O zaman az veya çok, bir şey değiştirmez; muvaffakiyetsizlik üzmez, yeise atmaz. Sadece tekrar gayrete gelip, yaptıklarımızı hikmetlilik açından belki daha sıkı değerlendirmek gerekebilir. Hatta “Bizim vazifemiz dünyayı ıslah değil” de diyebiliriz. Bize düşen, Ebrehe’ye “Kabe’yi onun sahibi korur “ diyen Abdülmüttalib gibi olmaktır.

Hem hiç kimse İslam’a ve Nurlarla yapılan hizmete zarar veremez, yardım da edemez; daha doğrusu onlar, yardıma muhtaç değillerdir. Sadece onlara dahil olmak, ayni zeminde bulunmak, istifade etmek önemlidir. En önemli iş budur. İhlas açısından da bu düşünce çok önemlidir. Allah’ın her şeye gücü yeter. İsterse bir anda her şeyi yoluna koyabilir. Hem de hikmeti iktize ederse fâsıklarla bile bu işi halledebilir. Hikmeti iktiza etmiyor ki yapmıyor, imtihan devam ediyor. Bizim faaliyetlerimiz sadece emre âmâde olmakla ilgili. Yeter ki biz emre uygun halde bulunalım. Yeter ki Hz. İbrahim’in ateşine su atmaya çalışan kuş gibi, karınca gibi olalım. Telaşa, hiç lüzum yok.. Vazife başında olmamız yeter.

Hz.İsa (AS), “Damın üstünden kendini at, bak nasıl öleceksin” diyen Şeytan’a “Allah’ı imtihan etmek edepsizliktir “ diyerek O’nun kanunlarına itaat etmenin önemini anlatmıştır. Yunus AS.’ı o feci halden kurtaran teslimiyet, sorgulamadan kabulleniş olduğu gibi İbrahim AS.’ı da ateşin zararından halas eden yine “Mevlam görelim neyler, neylerse güzel eyler” diyebilme halidir. Hatta bütün vücudunu kaplayan yaraların ve kurtların onu getirdiği perişan hale, bütün dostlarının yalnız bırakmasına rağmen asla feryat etmeyen Eyyüb AS. da bu tavrıyla ayni teslimiyeti sergileyerek kurtulmuştur.

Sonuca değil vazifeye odaklanmanın fiilen gerçekleşmesi için ciddi gayrete ihtiyacımız var. Allah yardımcımız olsun.

……..

İnsan, zamanla yaşadığı gibi düşünmeye başlıyor. Hayatı, onda şartlı refleksler oluşturuyor. Damla, damla ilerliyor; ancak pek farkına varamıyor. Yanlışlarınızın adeta siyahlandıra siyahlandıra kalbinizi kararttığını, Bediüzzaman Hazretlerinin 24.Sözün 2.Dalında anlattığı gibi Zühreleşen bir yapıya gerilediğinizi fark edemiyorsunuz. Belki farkına vardığınızda maalesef iş işten geçmiş oluyor. Maddeyle tevaggul edenlerin gözleri mânâya kördür, derler ya gerçekten öyle oluyor. Müthiş bir gerçek bu. Zühreleşen bir mizaç ile algılama zorluğu, belki imkansızlığı söz konusu oluyor. Burada da adım adım gidildiği için yine fecaatin farkında olamıyorsunuz. Su dolu bir kazana konan Kurbağa, suyun yavaş yavaş ısıtılması esnasında tepkisiz kalıp zamanla kaynayan suda ölmüş. Ancak kaynar suya atılan kurbağa ise sıcaklıkla muhatap olunca sıçrayarak kurtulmuş. Bizlerin günahlarla alude bir hayatta da başımıza gelen ayni haldir. Burada da adım adım gidildiği için yine fecaatin farkında olamıyorsunuz. Burada da akıl aciz kalıyor. Bu sebeple günahlar ve sıra dışı davranışlar için nefsimize asla müsâmaha etmemeli, onların refleks haline gelmesini önlemeliyiz.

…….

Atasözleri kanunlar kadar kesin sonuçlar ihtiva eder. Asırların binlerce tecrübesiyle oluştukları için kesin manalar taşırlar. “Arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” darb-ı meseli de çok doğrudur. Evet cemaat ve dost ilişkisinin insan hayatında önemi çok büyüktür. “Kır atın yanında duran ya huyundan, ya tüyünden…” sözü gibi “Üzüm üzüme baka baka kararır” sözü de ayni hakikati te’yid ederler. Muhafaza olabilmenin sağlam durabilmenin zarureti bu mensubiyetlerde saklı…Ferdi zeka yetmiyor bu asırda. Artık Ekip Zamanında yaşıyoruz. Her şey çok karmaşık, çok girift. ASM. bile bu asır için olsa gerek “Ümmetimin ihtilafıyla iftihar ederim” diyerek çok yönlü bakışı methetmiş. Her zaman ŞURAYA önem vermiş. Bediüzzaman Hazretleri de harika tefsirine rağmen muhakkak bir ilim heyetinin tefsirini yeğlemiş. İnsan, savaşta bile, cemaatle namaz kılmayı terk etmeyen, Kur’an senasına muhatap olan Sahabenin korktuğu bu asırda, bir deha olan şura ile ancak sıhhatli yürüyebilir. Allah en adi bir ferdi olarak bile bizleri Nurlu arkadaşlarımızdan ayırmasın.

Şimdilerde Adana’da ikamet eden kadim dostum H.Üstündağ ağabey zaman zaman bütün haşmetiyle ortaya çıkar “Beni nasıl buluyorsun” derdi. Ben de “Sen şarkın yakışıklı yağız delikanlısısın “ diye cevap verirdim. Arkasından da ”Bu dünyada benden daha zeki, benden daha akıllı, benden daha yakışıklı çok insan var. Ama Nurlara Talebeliği Allah bana nasip etmiş. Bunu ne pahasına olursa olsun kaybetmeyeceğim. “derdi. Ben de hayatım bahasına Nurlu arkadaşlarımla, onların cemaatiyle haşre kadar gitmeye azmettim. Allah arkadaşlığımı, arkadaşlığımızı daim etsin.

……..

Siyasetteki ifrat ve tefritler insanı gerçekten çok korkutuyor. Bunca kitap okumalarına rağmen neden fütuhat yanlış yerde, yani siyasette aranıyor kavramak kolay değil. Hadi bunu yapamıyoruz, farklı reylere neden tahammülsüz olunuyor bunu da anlamak zor. Neden kendi doğrularımızda tahakkümler, ısrarlar hâlâ devam ediyor. Neden geçmişten ders alınamıyor. Neden karşımızdakileri dinleyemiyoruz. Fikirlerini değerlendiremiyoruz. Saygı duyamıyoruz. Onların doğru söyleyebileceğine ihtimal veremiyoruz. Mutlak bilgi bize mi münhasır. Bölünme, darılma, kaçırma pahasına bütün bunlar değer mi. Allah insaf versin. Aramızdaki muhabbet ve kardeşliğin zedelenmemesi için bütün hakaretleri üzerine alan Bediüzzaman’ın bu hali de mi bize ders vermiyor. Meşveret etsek de sıkı tutmasak olmaz mı. Bağlayıcı kararlar almasak olmaz mı. Bizim dediğimiz olmasa ne olur. Bizimle hidayete erenler için sahralar dolusu kırmızı koyunlar tasadduk etmiş gibi sevap alınır. Ancak bizim yüzümüzden , bizim haksız ısrarlarımız yüzünden düzgün ve Nurlu insanlardan uzaklaşanlar sebebiyle ayni oranda kayıplarımız olacaksa halimiz nice olur. Ya diğer arkadaşlarımız doğru düşünüyorsa, mesuliyetten hiç korkmuyor muyuz. Sadece biz mi kitap okuyoruz. Bizden akıllılar ve bu işi daha iyi bilenler olamaz mı. Biraz ahkam kesmeden dinlesek, sussak olmaz mı. İttihadımız için her şeye değmez mi.

Tartıştığı, uzun süre küs kaldığı kardeşi ve hatta karındaşı olan Nurlu ağabeyine mektup yazıp “Sen haklısın, istersen geleyim Ankara’nın meydanında beni döv. İstersen elini ayağını öpeyim. Ama bize bu hal yakışmıyor. Gel sen beni affet. Barışalım. Kabre sağlam girelim” diyerek haklılığına rağmen barışmaya çalışan bir kardeşime imrendiğimi, tebrik ettiğimi, onun gibi olmaya çalıştığımı bu arada anlatmadan geçemeyeceğim.

Hem, farklı düşünen arkadaşlarımızın yanlışları, mağlubiyetleri bizi ne diye sevindiriyor. Bu halimiz bize yakışıyor mu. Biraz değerlendirerek, nefsimizin hainliğini görsek olmaz mı. Allah hepimize insaf versin inşallah…

………..

İnsanı dinlemeyen, hakim olamadığımız hislerle başımız dertte…Aaah, ah.. Muhakkak kusurlarımızı görmeli, avukat gibi kendimizi müdafaa vazgeçmeliyiz. Çok tövbe ve istiğfar da şart. Acz ve fakrı anlamak da gerçekten en önemli meselelerden birisi…Ancak tam anlamak için biraz zamana ve gayret sarf etmeye ihtiyacı oluyor insanın. Bir de yaşlılık bunda çok avantajlı bir zemin. Perişan halinizle bunu tam idrak ediyorsunuz. Hele hastalıklar ve yönetemediğiniz hâdisât…Ve bilhassa belâlar… Vücudunuzun pek çok yerinde nükseden sıkıntılar, adım adım işe yaramaz hallere gelişiniz… İnsan ne yapıp ne edip muhakkak acze düşmeli; aczini anlamalı. Yoksa, Ene asla acz ve fakrı kolay algılayamıyor. Zeka bile çoğu zaman buna yetmiyor. Algılamak için elbette yaşlılığı beklemek büyük hata olur. Muhakkak gençliğimizde de, kendimizi çok güçlü sandığımız zamanda da acz ve fakr içinde olduğumuzu algılamanın yollarını bulmalıyız. Bunda geç kalmamalıyız. Yoksa çok şeyler kaybeder ve kaybettiririz...

“Günah işleyen olmazsa, onları yaratırım…” diyen Rabb-i Rahimimiz, esasen, günaha müsamahasını değil de, yarattığı insan adlı varlığın yapısını bildiğini, onun da bu konuda aczini tam anlayıp tövbe etmesini beklediğini anlatıyor olsa gerek. Bizler oldukça çok zaaf içinde olan varlıklarız. Bu sebeple daima istiaze etmeli, Rabb-i Rahim’e sığınmalıyız.(13.Lem’a:618) Onun Kitabına, Habibinin Sünnetine sağlam bir kale olarak sığınmak kendimizi atmalıyız. İnanın başka çare yok. Bu özelliğimizi idrak, gerçekten çok değerli. Bize daha ziyade gözü yaşlı, tövbeye devam eden bol okuyan birisi olmak yakışır…

………

İhlâsın ve Uhuvvetin müthiş düsturlarına çok ihtiyacımız var...(R.Nur Külliyatı.1.Cilt:20. ve 21. Lem’alar-663;22.Mektup-469) Muhakkak onlara uymalıyız. Kur’an ve Sünnetten damlayan şualar olarak görmeliyiz onları. Onlar bu asrın en müthiş vebasının devalarıdır. Hislerin yönetimi bu asırda öncelikli dertlerinin başında geliyor…Hislerimize tam hakim olmak istiyorsak, onların devalarını çok iyi okuyup, çok iyi anlamalıyız. Damla damla massetmeli;. tam tamına onların prospektüsüne uymalıyız.

İmamlık şerefini başkalarına verebilmek; iman ve İslam’ı Kâbe hürmetinde görebilmek, Cebel-i Uhut azametinde olduğunu anlayabilmek; kardeşinin tükürüğünü miskü amber görebilmek için bu şart. Hem kendi huzurumuz hem de toplumun huzuru için de bu şart. Cemaatî boyutta bile muhabbet sarsılmışsa, huzur azalmışsa önce kendimize, bu düsturlar açısından çekap yapmalı tekrar tekrar bakmalıyız. İnatla idame tedavisine uymalıyız. On beş gün de bir İhlas’ı tekrar okumak gerçekten zarurettir.

Nefislerin, enaniyetlerin, sıcak veya soğuk savaşına her zeminde son vermeliyiz. Bu savaşlar çok değişik seviyelerde maalesef nefsimizde, cemaatimizde, toplumumuzda, dünyada bütün şiddetiyle devam ediyor. Hem de dünya ve ahretimizi mahvetme pahasına…

Hizmet zamanında önde olmak, ücret zamanında geride kalabilmek; nefsimizi asla tezkiye etmemek, kemalini kemalsizlikte, kudretini aczde, gınasını fakrda bilmek; Vücudunda adem, ademinde vücut olduğunu kavramak gerçekten çok önemli düsturlar. (R.N.Külliyatı,1.Cilt:210) Ama tatbikleri, uyulması, yaşanması çok kolay değil.

Belki Marifetullahta terakki, ibadetlerdeki devamlılık, bol okumak, sağlam insanlarla arkadaşlık, cemaat mensubiyeti, acz ve fakrı kavramak gibi şartlar bizi kurtarabilir. Bu meseleler asla hafife alınmamalı, yeterli önem verilmelidir.

………

Geçenlerde bir yıl önceki, ödenen bir trafik cezasının, faizlerle katlanmış tebliğiyle muhatap olunca ödeme makbuzunu bulmak için iki üç saat, eski dosyaları karıştırmak mecburiyetinde kaldım. Bu, basit bir cezadan kurtulma gayreti, hissiyatımı harekete geçirdi. Hayatımın sonunda muhakkak muhatap olacağım müthiş muhasebeyi bana derhatır ettirdi. Daha sonra da geçen yıl sonunda kuyumcuların defterlerini tutan bir muhasebecinin halini dehşetle hatırladım. Ülkemizde maalesef bir çok defterlerin realiteyi tespit için tutulmadığı iddia edilmektedir. Belki de bu bir realitedir.

Müşterilerinin büyük vergilerle muhatap olmaması ve dahi ceza da almamaları için yıl sonları çok sıkı çalışan bir malî müşavir ve elemanları bürolarının kapısını demir parmaklıkla kapatmışlar. Kimseyi içeri almıyorlar. Kahveci bile boşlarını alamıyor. Her taraf sigara izmariti dolu. Karınlar bile aparatiflerle doyuruluyor. Uykusuzluktan kan çanağına dönmüş yorgun gözleriyle elemanlar ve patronları olan malî müşavir barut gibi bir halde. Almamız gereken faturayı kestiremeden geri dönerken kuyumcu kalfası “Abi kusura bakma. Görüyorsun ortalık karışık. Bir iki gün içinde zaman doluyor. Her şeyi ayarlamaları lazım. Çünkü geri dönüş yok. Artık eski tarihle fiş ve fatura kesilemiyor.” deyince elim ayağım koyuverdi. Gözlerimden yaşlar dökülünce kalfa, ”Abi bir şey mi oldu” diye sordu. Şaşırmıştı. Ben ise “Her an ölüme yakalanıp defterim kapanabilir. Artık düzeltilmesi de hiç mümkün olamaz. Geri dönüp evrak da düzenlenemez. Her şey çok sıkı ve saniyesi saniyesine kaydoluyor. Torpil de olamaz. Çok düzgün yaşamalıyız” diyerek döktürmeye başlamıştım.

Evet zaman geçmeden, sıkı tutulan kayıtlarımızı göz önüne alarak, muhakkak çok dikkatli ve insanca yaşamalıyız. Bunun ölçüleri de elbette Vahiy ve Sünnetle belirlenmiştir. Nefsimize tâbi aklımızın cerbezesine asla kanmamalıyız.

  02.08.2007

© 2021 karakalem.net, Halil Köprücüoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut