“Saidleri Ararken”den birkaç tesbit

Aşağıdaki paragraflar, “Saidleri Ararken” isimli kitabımızın son bölümünde yer alıyor. Bu tesbitler yedi yıl önce yazılmıştı. Başını kuma gömmeyi tercih edenler, dün dikkat etmedikleri bu tesbitlere hiç olmazsa dikkat etseler, kendileri için hayırlı olur. Aksi takdirde, önce gönlünü ve aklını daraltıp küçülme, küçüldükçe öfke küpüne dönme, öfke küpüne döndükçe daha da küçülme kısırdöngüsünden kurtulamayacaklardır zira.

Bilvesile, son bir ayda sitedeki yazılarım ve ‘bildiri’ dolayısıyla iki hatayı birarada sergileyip, üstüne üstlük bir de bizi ‘edeb’e davet edenleri ben de insafa davet ediyorum. Ben bir eleştiride bulundum, gördüğüm yanlışlar karşısında ‘üç maymunlar’ı oynamaya da hiç niyetli değilim. Açıkça ve mertçe eleştirmekle birlikte, hiç kimseye hakaret etmedim, bu benim tıynetim değil. Ama bakıyorum da benim eleştirime ‘hakaret’ rengi vermeye çalışanlar, bana hakaret etmeyi ise ‘eleştiri’ sanıyorlar. İsteyen yazılarıma ve altına düşülmüş ‘fırka mutaassıbı’ yorumlara bakabilir. Ve mine’l-garaib!

Her neyse, işte Saidleri Ararken’den birkaç tesbit:



RİSALE-İ NUR hareketinin son kırk yılına dair bir genel analizde, bir dizi başarının yanında, bir dizi zaaf ve problem de karşımıza çıkar. Bunların en önemlisi, Risale-i Nur’un ontolojik temellerinin cemaatî tazammunlarının—çoğul düşünüş, fert-cemaat dengesi, açıklık, vs.—yeterince içselleştirilememesi gelmektedir.

Bu içselleştirememe probleminin kendisini en net biçimde yorum farklılıklarını özümseme veya en azından tolere etme noktasında gösterir. Muhtelif, hatta birbiriyle ihtilaf halindeki yorumların varlığı, metne dayalı bir hareket olmanın kaçınılmaz bir sonucudur. Ancak, farklı yorumların hareketin bölünmesine yol açacağı endişesinin bir ‘otorite yorum’ ortaya koyma çabasını tahrik ettiği görülmektedir. Ne ki, hareket tam da bu çaba yüzünden kopma ve bölünmelere maruz kalmıştır. “Tek metin, tek yorum” yaklaşımı, her biri belli bir yorumu esas alan farklı gruplar doğurmuştur. Bu gruplar, gene yorum farklarının tolere edilemeyişinden dolayı, kendi içlerinde de bölünmüşlerdir.

Farklı yorumları elimine ederek teke indirme çabası, bir başka problemi doğurmuştur. Bu, “Said de bir talebedir” diyebilen ve “Benim sözümü ben söylediğim için ... kabul etmeyiniz; mehenge vurunuz” diyen bir üstadın talebelerinin ‘otorite yorum’larının bu yorum ekseninde şekillenmiş her bir grubun kendi içinde kazandığı ‘dokunulmazlık’tır. Eleştirel düşünceyi ve esnekliği törpüleyen bu durum, Risale-i Nur’un açık ve esnek cemaat yapısını ve plüralizmini cemaatî planda ciddi ölçüde dumura uğratmıştır. ‘Abiler hegemonyası’ denilebilecek bir vâkıaya zemin hazırlarken, entellektüel hareketliliği törpülemiş ve dolayısıyla hareketin entellektüel gelişimini engellemiştir.

Hareketinin halihazır entellektüel zayıflığı, gözardı edilemez durumdadır. Risale-i Nur’un ontolojik sağlamlığına ve kuşatıcı vizyonuna rağmen, durum budur. Ki, ‘çoğul düşünüş’ten ‘tek-tip düşünüş’e doğru bir eğilimin sergilendiği bir zeminde ciddi bir entellektüel hareketlilik ve açılım elbette gerçekleşemezdi. Hareketin göz kamaştırıcı yayın faaliyeti ve önemli sayıda akademisyeni bünyesinde barındırması, bu entellektüel zayıflığı ortadan kaldırmamaktadır.

(...)

Her hâlükârda, hareketin mensuplarının Risale-i Nur’u kendi ifade kalıplarına döküp açmayı yeterince başaramadıkları, kendi dönemleri içinde Risale-i Nur’u yeniden-üretemedikleri bir vâkıadır. Bir Said, bin Said olamamıştır.

Bu noktada, bir ‘açık metin’ olan Risale-i Nur’u ‘kapalı metin’e, bir ‘açık cemaat’ olarak Risale-i Nur hareketini ‘kapalı cemaat’e dönüşme riskiyle karşı karşıya bırakan birtakım problemlerden de söz edilebilir. Dahilî ve haricî bir dizi sebebe binaen hareket Türkiye’de İslâmî kesimin anaakımı olmaktan çıkıp daha ikincil bir konuma düştükçe, hareketin bazı fertleri birliği muhafaza için bir içsel sublimasyon üretmişlerdir. Bu bağlamda, Risale-i Nur, Said Nursî ve Risale-i Nur cemaati hakkında bir dizi mistifikasyon üretildiği görülmektedir. Bu mistifiye edici söylem içe kapanmayı beslemekte; içe-kapanan gruplar ise, dışsal gerçeklikle bağı zayıflamış birer ‘kapalı cemaat’e dönüşerek rijitleşmektedir. Bu durumdaki grupların geliştirdiği tavır, bir gözlemcide—haksız bir biçimde hareketin genelini, hatta Said Nursî’yi de bu yargısına dahil ederek—Risale-i Nur’a ‘yarı-kutsal bir statü’ verildiği sonucuna götürmüş durumdadır. Said Nursî’nin, ve Risale-i Nur’un ciddi takipçilerinin böyle bir yakıştırmadan azade olduklarını vurgulamak gerekir. Ancak, Risale-i Nur’un kalitesini ve derinliğini gölgeleyen böylesi hükümlere zemin hazırlayıcı mistifikasyonlar üretenlerin varlığı da bir vâkıadır.

(...)

Risale-i Nur hareketinin aşılması gereken bir dizi problemle yüzyüze olduğu bir vâkıadır. Bunlar, önemli ve ciddi sorunlardır.

Öte yandan, bunlar, üstesinden gelinebilir sorunlardır. Çünkü, bu sorunlar, hareketin aslına ve özüne ilişkin sorunlar değildir. Bu sorunlar, hareketin üzerinde temellendiği Risale-i Nur’dan kaynaklanıyor değildir. Öte yandan, yanlış anlama ve uygulamalara rağmen, hareket içinde kişi ve gruplar Risale-i Nur’u referans noktası olarak almaktadır. Dolayısıyla, sergiledikleri belli bir tutum ve yaklaşımın Risale-i Nur’un metod ve muhtevasına münasip düşmediği ortaya konduğunda, bunu dikkate almaları sözkonusudur. Ayrıca, yaşanan bölünmeler ile gelinen son noktada, hareketin farklı gruplarının üyeleri arasında bir geçişliliğin zuhur ettiği görülmektedir. Bu geçişliliğin artması, yaklaşımını Risale-i Nur’a atıfla izah ve isbat edemeyen hareketleri küçülme riskiyle yüzyüze getirecektir.

Dolayısıyla, önümüzdeki dönemde, hareketin farklı grupları arasında zıt yönlü iki gelişme gözlemlenebilir. Çoğul ve eleştirel bir yaklaşıma kapanan ve mistifikasyon üreten gruplar daha da küçülür ve küçüldükçe daha tekçi ve eleştiri kabul etmez hale gelirken; çoğul ve eleştirel bir yaklaşıma açık olup farklılığı özümseyen hareketler ciddi bir gelişme gösterebilirler. Her hâlükârda, hareketin ana akımı olacak hareketler, önümüzdeki dönemde, geçmişin bölünme sürecinin aksine ‘toparlayıcı’ ve ‘kucaklayıcı’ olabilen hareketler olacaktır. Gülen grubunun—Risale-i Nur’un referans sistemine uymayan bir dizi unsuru da taşıdığı halde—geçen dönemde gösterdiği ilerleme de, işte bununla ilgilidir. İhtilafları ayrılığa dönüştüren çatışmacı bir tutum yüzünden parçalanıp zayıflarken, kucaklayıcı bir tavır sergileyen gruplar birbirine yaklaşacak ve birleşmeseler de yakınlaşacaklardır.

Kısacası, ilgili dönemin şartlarına binaen gelişen birlik ve kollektivizm vurgusu ve peşisıra gelen müesseseleşme dalgası içinde deyim yerindeyse devlet-benzeri bir yapıya bürünme riskiyle yüzyüze gelen hareketin, önümüzdeki dönemde toplum-benzeri bir yapıyı içselleştirip çok daha sivil bir mahiyet kazanacağı umulabilir. Hareketin mevcut grupları arasında, içe kapanan gruplar hariç, yaşanan geçişliliğe ilaveten böyle bir beklentiyi doğuran iki gelişme daha mevcuttur. Bunlardan ilki, kendisini belli bir grupla özdeşleştirmeden Risale-i Nur cemaati içinde tanımlayan ve her bir grupla ilişkilerini kendi belirlediği sınırlarda tutan bağımsız bireylerin sayıca artıyor olmasıdır. Bir diğeri, Risale-i Nur’un harekete mensup olmayan insanlar nezdinde de ciddi derecede okunur hale gelmesidir.

Zannımızca, önümüzdeki dönemde hareketin geleceği nokta, Risale-i Nur’un bireysel ve sosyal tazammunlarıyla daha iyi örtüşen bir nokta olacaktır. Süreç bu yönde ilerlediği takdirde, hareketin muhatap sayısını genişleteceği, ayrıca ciddi bir entellektüel açılımın da gerçekleşeceği düşünülebilir.

  04.08.2007

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut