*Bu sayfa, değişik arkadaşlarımızın Risale-i Nur'dan aldıkları derslerden hareketle yazdıkları yazıları paylaşmak amacıyla tasarlanmıştır.

Muhakemat – Beşinci Mesele

BU MESELEYE, cehennemle giriş yapılmasına rağmen, konu, sırf ‘cehennemin yerinin neresi olduğu’na münhasır bırakılmamıştır. Bunu, meselenin sonundaki ‘İşaret’ten anlıyoruz. Öyle ise, bu meselede cennet ve cehennem, (konu ile ilgisi olduğu kadar) dengelenerek ifade edilmiştir. (Havf ve reca dengesi)

Eğer bu meselenin başına bir soru konulsaydı, muhtemelen şöyle olurdu: "Cehennem nerededir?" Birazdan muhtevasından söz edeceğim bu "Beşinci Mesele"nin inceleniş biçimi, Said Nursi’nin ilk döneminde medreselerdeki argümanları yansıtmaktadır. Said Nursi’nin ikinci döneminde yazdığı ve çoğu sorulan sorularla tekemmül eden Mektubat adlı eserinin Birinci Mektubunda da cehennemin nerede olduğu sorusuyla karşımıza çıkmaktadır. Bütün zamanların en dehşetli mekanı olan cehennemin şu an var olduğu Kur’ân’da da ifadesini bulduğundan, zihinlerde ‘Öyle ise, halen mevcut olan cehennem nerededir?’ sorusunun cevabını aramak gerekir.

Hadislerden anlaşıldığına göre, cehennemin yeri için ‘taht-el arz’ deyimi kullanılmıştır. Muhakemat’taki "Beşinci Mesele"ye göre, ‘taht-el arz’dan yerin altı, yani yerkürenin merkezini anlayabiliriz. Zira, her otuzüç metrede bir derece sıcaklık arttığına göre, yerin merkezine gidildiğinde bu sıcaklık yaklaşık ikiyüzbin dereceyi bulmaktadır. Bu da hadisteki ‘Cehennem ateşi ateşimizden ikiyüz defa daha şiddetlidir’ hükmünü doğrulamaktadır.

‘Taht-el arz’ için "Birinci Mektup"ta ise yukarıdaki yorum genel olarak kabul edilmekle birlikte, yeni ilave yorumlar bulunmaktadır. Buna göre, ‘taht-el arz’, dünyanın güneş etrafında döndüğü alan olan haşir meydanının altıdır. Öyle ise, Cehennem, bu elips kısmının alt tarafında kalan kısımdır. Gerek güneş gerekse dünya hep aynı düzlemin etrafını dönmediklerinden, Şems-üş Şümus tarafına doğru gittiklerinden dolayı, bu helezonik alanın tümünü düşündüğümüzde, Cehennemin kapladığı alanın sırf bu dünya gözüyle bile olsa korkulacak kadar dehşetli olduğunu hissedebiliriz. Ki, ebedi olan ahiret âlemi, bu fani dünyanın ölçüleriyle tartılamaz. Demek ki, Kur’an’ın çizdiği Cehennem profili anlaşılırsa, korkudan ne yapamayacağımızı bilmez bir hale bürüneceğiz. Bu cehennemin görünmemesi ve hissedilmemesi, nursuz ateş cinsinden olduğundan ve perdeli (sebepler dünyasında) oluşundan dolayıdır. Gözümüzün belli frekanslar arasındaki görüntüleri görebilmesi ve yine belli frekanslardaki sesleri işitebilmesi Rabbimizin ancak rahmetinin eseri olabilir. Yoksa, o cehennemin dehşetli gürültülerini işitmek ve cehennemî haletleri görmek dünyamızı cehenneme çevirecek ve yaşanmaz kılacaktı.

Yukarıdaki ikili yorum bizi, iki tür Cehennem kavramına götürmektedir: Cehennem-i Suğra ve Cehennem-i Kübra. Birinci yorumda küçük cehennem, ikincisinde ise büyük cehennem anlamı çıkarılabilir. Büyük cehennem, küçük cehennemi vekil kılarak, bazı vazifeleri (mesela yanardağlarla lavları püskürterek veya depremlerle) ona gördürmüş ve gördürmektedir. Haddizatında, içimizdeki sıkıntılarımız, acılarımız, kederlerimiz, gayriimanî hallerimiz, büyük cehennemin büyük acılarının küçücük birer nümunesidir.

Kıyamette küçük cehennemin büyük cehenneme dönüşeceği hususu kudret ve hikmet-i İlâhîye aykırı değildir. Zira gözümüzle görüyoruz ki, tırnak gibi bir çekirdekten dağ gibi koca bir ağacı çıkaran Allah, ufacık yerküresinden (mağma tabakasından) de koca cehennemi çıkarabilir. Üstelik bu kadar ateşle dolu olan kâinatta yıldızların nuru Cennetten geldiği gibi, nârının da Cehennemden gelmesi, Cehennemin kâinatta ne kadar dal ve budak salmış olduğunu göstermektedir. Kıyametle beraber, nâr nurdan ayrıldığı gibi; manın nuruyla, bu dünyada da karışık görünen nâr ve nur birbirinden farkedilebilir.

Bu kadar Cehenneme yakın olmamıza rağmen Cehennemi anlamamamız, onu bizden uzak kılmıyor. Veya Cehennemin nerede olduğu çok önemli değil. Allah nereye isterse Cehennemi oraya kurup kudretini ve adaletini tecelli ettirecektir. Önemli olan bizim zihin dünyamızda Cehennem anlayışının var olup olmadığıdır.

Allah’ın Hakîm ismi nazarıyla kâinata baktığımızda, Cehennemin varlığını hissedebiliriz. Hayır-şer, iyilik-kötülük, güzellik-çirkinlik, ulviyat-süfliyatın birincileri Cennete, ikincileri Cehenneme götüren bu dünyanın imtihan vesileleridir. Böylece, zahiren ve zaman itibarıyla bize uzak olan ahiret diyarı ve ahiretteki Cennet ve Cehennem ta yakınımıza gelmiş olmakta ve bizimle münasebettar olmaktadır. İşte elimizle ya şer işleyip Cehennemin varlığına bir delil daha yaratılmasına sebep oluruz; ya da hayra vesile olup Cennetin varlığına şahit olup bu dünyada mesrur bir hayat yaşarız. İkisinin de anahtarı elimizde.

  21.06.2000

© 2021 karakalem.net, Ahmet Nazlı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut