Yorumlara dair

GEREK İNTERNET üzerine araştırmaların desteklediği, gerek www.karakalem.net’in yöneticileri olarak elde ettiğimiz istatistik bilgileriyle bizzat gördüğümüz bir gerçek var: Bir internet sitesinin herhangi bir sayfasında geçirilen ortalama zaman dakikalarla bile değil, saniyelerle ifade ediliyor. Bunda, bakılıp hızlı bir göz gezdirmeyle geçilen sayfaların etkisi elbette büyük. Ama her hâlükârda ortada duran bir gerçek var: İnternet üzerinden okumalar, koltuğa yaslanıp bir kitabı sindire sindire okumaya pek benzemiyor. İnternet üzerinden okumalar, ondan ziyade, bir ‘hızlı okuma kursu’nun hızı ve kıvamıyla benzeşiyor.

Bu, bir açıdan, anlaşılabilir bir durum. Anlaşılır bir durum; zira başlığı dikkatimizi çekti de tıkladık diye önümüze çıkan her sayfayı okumak zorunda değiliz elbette. Sayfa açıldığında yalnızca birkaç saniye içinde edindiğimiz ilk izlenip sayfayı kapatmak şeklindeyse, kapatıp geçmektir en doğrusu.

Ancak, sağlı-sollu, dinli-dinsiz hangi internet sitesine girseniz bir okuduğunuz yazıya, bir de yazıların altındaki ‘yorumlar’ kısmına yazılanlara baktığınızda gördüğünüz bir gerçek var: Bir sayfaya bakıp birkaç saniye içinde bakıp okumaktan vazgeçenler kadar ağırlıklı bir yekûnü de, bir sayfaya birkaç saniye içinde bakıp yazıyı ‘anlayanlar’ teşkil ediyor! Asıl vahim olanı da bu! Yazının içeriğini, yazarın ne demek istediğini, hangi cümle ile ne kasdettiğini kavramanız, dakikaları o sayfada geçirmenizi şart kılan bir dikkat gerektiriyor gerçekte. Ama ‘yorum’ namına yazılanlara bakınca görüyorsunuz ki, yazarın ne dediğini ‘okumadan anlayanlar’ da var. Bekleneceği üzere, ‘eksik’ ve daha da kötüsü ‘yanlış’ anlayanlar!

Doğrusu, sağlı-sollu, dinli-dinsiz farketmez, yazıya yorum kısmı da içeren internet sitelerinin yorum kısımlarına göz attığımda, bu ülkenin bugünü ve yarını adına endişeye kapılıyorum.

Endişeye kapılıyorum; çünkü bir yazarın—katılalım, katılmayalım—düşüncesini yazarak ortaya koyduğu emeğe karşı müthiş bir saygısızlık görüyoruz doğru-dürüst okumadan, okusa da anlamadan yazılan ‘yorum’ ve ‘eleştiri’lerde.

Bir yazarın yılların müktesebatına bir de belki günler veya en azından saatler ekleyerek yazdığı bir yazı, birkaç dakikalık bir ‘dikkat mehri’ bile kendisine çok görülerek, harcanıyor, tüketiliyor, yalapşap bir nazarla anlaşılmayan bir cümleden dolayı bir yazıdan öte yazarın da üstü çiziliyor.

Bir yazar, adını gizlemeden, kim olduğunu saklama ihtiyacı hissetmeden, düşüncenin böylesine pahalı olduğu bir ülkede her türlü riski göze alarak düşüncelerini bir yazı bütünlüğünde dile getirirken, birkaç saniye içinde herşeyi anladığını zanneden anlayış fukaraları isimlerini gizleyerek, ‘nickname’ler ve ‘rumuz’lar kullanarak en galiz tabirler, en ağır küfürler, her biri bir ‘suç’ niteliği taşıyan tehditler ile karşısına dikilebiliyorlar.

Bu ülkede, düşünce namusuna sonuna kadar sahip bir aydın, Hrant Dink, onun yazdığını anlamaktan aciz avukat bozuntuları yüzünden mahkeme kapılarına sürüklendi, onun yazdığı yazının gerçekte kimi nasıl eleştirdiğini anlamaktan aciz ideolojik saplantı özürlü yargıçlar tarafından mahkum edildi; ve en kötüsü, anlam bütünlüğüne sahip, grameri de düzgün tek bir cümle kurmaktan bile aciz bir serseri bir delikanlı tarafından ‘kötü şeyler yazıyor’ diye öldürüldü. Hrant Dink’e tetik çeken serseri onun tek bir yazısını baştan sona okumuş muydu, hayatının birkaç dakikasını hayatına kasdettiği bu insanın gerçekten ne demek istediğini anlamaya ayırmış mıydı, hayır! Ama ‘okumadan anlayan,’ dolayısıyla ‘okusa da anlayamayan’ saplantılı dimağların marazi ‘yorum’larıyla Hrant Dink’ten haberdar olduğu için düşünceye kurşun sıkma alçaklığına yeltenebildi. Ogün Samast, örgütlü bir ‘kitlesel refleks’in ‘tetikçi’siydi kısacası...

Yorumlara baktığımda beni endişeye sevkeden de, işte bu.

Bu ülkede en ucuz şey, düşünce.

Bir yazarın gereğinde hayatını ortaya koyduğu, hayatının geri kalanını anlaşılmaz bir (ön)yargı sonucu hapiste geçirmeyi veya aldığı kurşunun tesiriyle bundan böyle kısmî felçli olarak yaşamayı göze aldığı; yahut, gereğinde kimi silahlı kuvvetler, çeteler, derin devlet, sığ medya, sığ CHP, ülkücüler, radikaller, cemaat, şu, bu tarafından üstü çizilme, refüze edilme, marjinalize edilme, andıçlanma, yok sayılma, yok edilme.. her türlü seçeneği bile bile dile getirdiği bir yazı, sırf ‘yazmazsam vicdanen kendimi sorumlu sayarım, yazmazsam kendi kişiliğimle çelişirim, yazmazsam Allah indinde mes’ul olurum, yazmazsam yaşadığım topluma karşı sorumluluğumu yerine getirmemiş olurum’ diyerek yazdığı bir yazı, sadece birkaç saniye ‘seyredilerek,’ okumadan anlaşılıyor ve altına sayfalar dolusu idrak fukarası yorumlar sıralanıyor.

‘Yorum’lara dair bu yorumum, çoklarına, ziyadesiyle sert ve acımasız gelebilir.

Ama bu kanaatim ne sert, ne de acımasız.

Dileyen, meselâ hurriyet, milliyet, habertürk gibi ‘seçkin’ gazetelerin internet sitelerine girip özellikle din, dindarlar, AKP vs. hakkındaki haberlerinin altına yazılan ‘Atatürkçü,’ ‘çağdaş,’ ‘ilerici,’ ‘laik,’ ‘ulusalcı,’ ‘CHP’li,’ ‘MHP’li,’ ‘aydın’ yorumlarına bakabilir. Faşizmin ayak seslerinden daha fazlası vardır o yorumlarda. Fikrini beğenmediği siyasîyi/yazarı/partiyi/toplum kesimini darağaçlarıyla korkutmaya kalkacak kadar alçaklaşmış yüzkarası yorumlar çıkar karşınıza...

Dileyen, haber7.com, 8sutun.com gibi ‘bizden’ sitelere de bakabilir ehl-i din adına sözümona tavır sergileyenlerin ‘yorum’ kalitesini görmek için. Bir 8sutun.com’da bir CHP’li’nin Atatürk ve İnönü algısından farksız bir şekilde Necmettin Erbakan’a tutunan nicelerinin bu ülkenin başbakanına ne kadar iğrenç yakıştırmalarla ‘yorum’ yazdığını görürsünüz.

Fethullah Gülen Hocaefendi hakkında güya din namına yazılan kimi yorumları görünce, yerin dibine girmeye razı olacak derecede utanırsınız. Kur’ân’ın kâfire edilmesini bile reva görmediği hakaretler, iftiralar bir mü’mine nasıl da reva görülebilmektedir!

‘Yorum’lar, elbette bu ülkenin toplamını temsil etmiyor. Yorumların hepsi de bu üslupta, bu şenaette değil. Ama yorum sayfalarına hâkim olan renk, ne yazık ki bu. Seviyesizlik, seviyeyi bastırıyor!

Düşüncenin bu kadar değersiz olabilmesi, anlamadan yorum yapmanın bu kadar kolaylıkla ve bu derece cür’etle yapılabilmesi, beni çok ciddi bir şekilde endişelendiriyor.

Sözü www.karakalem.net’e getirecek olursak;

  • www.karakalem.net’e gelen her yorum yayınlanmıyor; az da olsa baştan sona küfür dolu, seviyesiz, idrak fukarası yorumlarla karşılaşıyor olmamız da yorumları süzgeçten geçirme, filtreleme kararımızda isabet ettiğimizi gösteriyor.

  • Hakaret ve küfür içeren seviyesiz yorumların hangi kimliklerin arkasına sığınılarak yapıldığına dair bir analiz yaptığımızda ilk sıraları Atatürkçülük, ulusalcılık, CHP, ülkücülük, dinler arası diyalog karşıtlığı.. teşkil ediyor. Yani sağlı-sollu, dinli-dinsiz bir ‘nasyonal sosyalizm’in homurtularını duyuyoruz.

  • Sözümona Fethullah Gülen Hocaefendiye ‘muhabbet’ adına, güya onu savunma saikiyle yorum yazan bazı ‘isimsiz’ zevatın yorumları, bu yapı içerisinde yer alan kimi kişilerin ‘hoşgörü’yü içselleştirme kapasitesi, ‘muhabbet fedaileri’ söylemini eyleme taşıma becerisi konusunda tüyler ürpertici seviyede. Kişisel enaniyetini aşma görüntüsü altında bir ‘cemaatî kibir,’ bir kollektif enaniyet, bir herkese tepeden ve tahakkümvari bakış, bir kendi aleyhine olduğunu düşündüğü en nazik eleştiriye dahi tahammülsüzlük hali, her nasılsa bazılarını ciddi surette etkisi altına almış. Bu cemaatin aklıselim sahibi kanaat önderlerinin, ‘bizi temsil etmiyorlar’ kolaycılığına kaçmadan, bu vâkıayı ‘teşhis ve tedavi’ etmeleri şart...

  • Hakaret içermese de, salt ‘propaganda’ veya ‘ortalıkta gözükme’ amacı hissettiğimiz yorumlara da mümkün mertebe yer vermiyoruz.

  • İsimsiz, rumuzlu yorumlara, hakaret içermedikçe yer vermekle birlikte, ismini açıkça ortaya koyan bir yazara kendi ismini gizleyerek rahatça eleştiri getirmenin ‘ahlâkî’ değerlendirmesini yapmaları gerektiğini düşünüyoruz.

  • www.karakalem.net’i düzenli takip eden gönül dostlarımızın kâhir ekseriyetinin hangi düşünceye, cemaate, anlayışa mensup olurlarsa olsunlar, eleştiri ve özeleştiri ahlâkını içselleştirme istidadında gördüğümüz için, hepsine teşekkür ediyoruz.

Huston Smith’in bir sözüyle bitirelim. İslâm’a bakışı en sıcak Batılı dinler tarihi uzmanlarından biri olarak Smith, klasikleşmiş eseri Dinler Tarihi’nin son bölümünde, “Sevgi mi anlayışı getirir, anlayış mı sevgiyi?” sorusunu tartışır ve şu sonuca ulaşır: “Bu ikisi karşılıklıdır.”

Özetle, seven anlar, anlayan sever.

Diğer bir deyişle, sevgisiz adam anlayamaz, anlayışsız sevemez.

İşte ‘yorum’lara dair nihaî yorumumuz...

—Editör

  19.06.2007

© 2021 karakalem.net, Editör



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut