Avrupa'da dua edenler ve cevabı

Halil Köprücüoğlu

BİELEFELD çevresini hiç gördünüz mü bilemiyorum. İnanın sanki cennetten bir köşe… Az katlı bahçeli evler. Evlerin aralarında geniş boşluklar, bisiklet yolları, geniş kaldırımlar. Müthiş bir sessizlik… Sadece kuş ve böcek seslerini işitiyorsunuz. Geceleri açık havalarda yıldızlarla sanki bütünleşir, kendinizi bambaşka bir alemde sanırsınız. Tabiatın her tarafı elden geçmiş gibi bir his uyandırıyor insanda. Ya çimlendirilmiş ya da ağaç dikilmiş bir tabiatla karşı karşıyasınız. O çiçeklerin güzelliğine doyamazsınız.O kadar çok çeşit var ki sayamaz, ayıramazsınız. Renk ve koku cümbüşü sizi adeta büyüler. Sadece araba sesleri, zaman zaman yürüyen yaşlılar, bisiklet binen insanlar.

Yıllardır Avrupa’nın değişik şehirlerine gidip geliyorum. Ancak en çok gitmek istediğim yer Bielefeld idi. Çünkü orada kainatın yaratılış gayesine uyan her seviyede gençlerin meydana getirdiği bir muhabbet grubu vardı. Bu grup Avrupa’nın diğer yerlerinden farklı üstünlüklere haizdi. Onlar son birkaç yıldır Nurlu eserleri okuyarak kendilerini yetiştirmeye çalışan öğrenciler olarak hem derslerinde başarılı idiler; hem de aile ve çevrelerinde ahlaki seviyelerindeki gelişmeyle herkesin dikkatini çeken farklılıkları sergileyen harika bir genç grubuydular. Ancak sohbetlerini beraber yapabilecekleri, zamanı durdurup mütalaalı sohbetlerle yaşamak istedikleri bir zemin için kiralık bir yeri yıllardır bulamıyorlardı. Fiili ve kavlî dualarına yıllardır cevap alamadılar. Ben de o hepsini göremediğim kardeşlerimin bu harika gayeleri için duaya katıldım. Yıllarca hep beraber sabırla bekledik. Rahmet-i İlahiyenin müspet cevabını bir türlü göremedik.

Ben sadece Kadir, Cemil ve Selim’i tanıyordum. Şimdi onların pek çoğuyla müşerref oldum elhamdülillah.

Ancak duaya katılan ÇOK BÜYÜK VE KÜLLÎ UNSURLARI düşünemedik. Onlar devreye girince Üniversite kampüsünün hemen yakınında bir daireyi Cenab-ı Hak o halis arkadaşlarıma gönderdi.

Kendini tanıtmak isteyen ve “Ben gizli bir hazineydim…”diyen bir Vacib’ül Vücud, kendini, tabiattaki küllî unsurlarla tanıtıyor. Daha önce onların da Ayetler olduğunu ve Kelam sıfatından gelen Kur’an-ı Kerim gibi bir yazı tarzında değil de, İrade ve Kudret sıfatlarından gelen farklı ve tecessüm etmiş, kevnî ayetler olduğunu Bediüzzaman Hazretlerinden öğrenmiştik. O’nu tanıtan üç büyük küllî muarrifin birisinin bu yaratılan masnuat olduğunu hep O’ndan talim etmiştik. Ancak O da daima Kur’an-ı Kerim ve Resul-ü Ekrem ASM. Efendimizden böyle ders aldığını bize hatırlatarak bu meseleleri aktardı.

Bu küllî unsurlar ki çoğu zaman tabiat olarak isimlendiriliyor; çiçek de olsa, böcek de olsa, yıldız da olsa deniz de olsa, bunların hepsi okunması gereken ve önemli mesajlar ihtiva eden birer yazıdır. 12.Sözün 1.Esasında anlatıldığı gibi Felsefenin tilmizi, halis talebesi bunu maalesef göremez ve hatta onların bir yazı olduğunu, okunmak için yazıldığını bile bilemez, farkında değildir. Her şeye mana-yı harfiyle bakamayıp mana-yı ismiyle baktığı için görmesi anlaması da asla mümkün olamaz…

Lisan-ı halleriyle Yaratıcılarını zikreden, her işlerini O’nun istemesiyle, izniyle, Bismillah ile yapan mahlukat BSN. Hazretlerine göre :

“Nasıl bir usta, pek harika bir makineyi derin ilmi ve mu'cizekâr zekâsıyla yapsa, o acip makineyi gören herkes, o ustayı takdirkârâne tebrik edip alkışlar ve tahsinkârâne medihlerle ve ihsanlarla ona maddî, mânevî hediyeler, tahiyyeler verir; o makine dahi, o ustanın istediği tarzda, tam tamına, gayet mükemmel olarak arzularını ve harika ince san'atını ve maharet-i ilmiyesini göstermesiyle, kendi ustasını lisan-ı hal ile alkışlar…”

Bütün mahlukat Ustalarının esmasına ayine olmaktadırlar. Onları O’nun adına sevmek, seyretmek zarureti vardır. Bu da zaten kulluğun ta kendisidir, belki de modern tarzda bir başka ifadesidir..

Ancak asırlarca taştan, topraktan, havadan ve sudan, bir başka ifadeyle elementlerden, çok yüksek bir teknoloji ürünü olarak; (250 milyar civarındaki galaksilerin her birindeki ortalama 250 milyar civarında sayıları olduğu ilim adamlarınca ifade edilen yıldızların sayısız gezegen ve onların da sayısız uydularından hiç birinde şimdiye kadar bizim ölçülerimizde bir hayatın mümkün olmadığı belli iken) sadece Dünya’mızda arz-ı endam eden bu harika eserlerin Bielefeld’deki örnekleri, manaları anlaşılmadan ortalarda durmaktan bıkmış olsalar ki kendilerini ASM. gibi okuyacak, Kur’an’ın anlattığı, ders verdiği gibi anlayacak zişuur, zîakıl, zîidrak ve dahi İsm-i Âzama mazhar kainatın çekirdeği ve meyvesi olabilecek üstün bir varlığı, Rahim, Âdil, Hakîm olan Rablerinden gayet fitrî olarak istediler.

Meleklerin hadsiz sayılarda onlarda tecelli eden esmayı Zat-ı Zülcelale arz etmeleri; zamanla hakiatleri tesettür toprağında gizlenen diğer Semavî Dinlerin zayıf kalan müntesiplerinin bakışları, görüşleri onlara kâfi gelmedi ki insan formatındaki halis müminlerin en Nurlularını talep ettiler; müthiş manalarının anlaşılması, tezahür ettirdikleri harika Esmanın hakikatlerinin hakkıyla görülüp ifade edilmesi için fıtri taleplerde bulundular. Bizlerin kavlî ve fiilî dualarıyla o küllî unsurların fıtrî ve küllî duaları iktiran edince Rahmet tecelli etti, izin çıktı, Bielefeld’de bir dersane açıldı.

Bir başka arkadaşımız ise farklı bir duadan daha bahsetti. Buralarda doğmuş büyümüş ve buralarda yaşayan, bisiklet yollarında pahalı bisikletleriyle dolaşan yüzlerce insanın esasen genç kalmak, ölüme direnmek için ve hatta bir başka ifadeyle fıtratlarındaki ebediyet arzusu için pedal çevirdiğini düşündüğünü ifade etti. Hatta gros marketlerdeki raflar dolusu vitaminler, salonlar dolusu kozmetik ve kremler hep yaşlanmayı durdurmak, ömrü uzatmak, yaşlanma hissini örtmek için değil mi, diye bir çok örnekle fikrini ortaya koydu. Çocuk yapmaktan kaçmaların altındaki en büyük sebep de vücutlarının bozulmaması ve problemsiz, mes’uliyetsiz ve daha uzun yaşayabilme değil mi? Ancak onlar hayat laboratuarındaki esas maddeyi ve katalizörlerini de unutmuşlardı. Netice almaları mümkün olamıyordu. Belki bu halleriyle o zengin ve refah içindeki perişan ömürlerine birkaç yıl daha ekleyebilirler. Ancak hakiki ebediyet, ölümü öldürmekle olabileceğinden bütün bunlar neticesiz çırpınışlardı.

Sun Ekspresin Öğer Tur firması biletleriyle seyahat ettiğimiz uçaklarında seyrettiğimiz bir film de çok dikkatimizi çekmişti. Yanımızdaki Almanyalı Türklere de anlattıklarımı sizlere de ifade etmeden geçemeyeceğim.

Filmde, tahsilli cahilliğimden dolayı zayıf olan yabancı dilim ve kulaklıkların uçakta paralı olması sebepleriyle, konuşmaları dinleyemedim. Ancak sessiz film gibi de olsa çok net anlaşılan konu şöyleydi. Semadan düşen bir gök taşının tesiriyle olağan üstü özellikleri kavuşan bir hatun kişi, bir kadın Süpermen, pek çok vasıflarıyla olduğu gibi kadınlığa ait bazı hasletlerde de yüksek performans gösteriyor. -Çok şükür o sahneleri çabuk geçtiler.- Ancak aileler bile yanlarında yetişkin evlatları ve yabancıların bulunmasını hiçe sayarak heyecanla sonuna kadar seyre devam ettiler.

Ben yanımdaki gençlere sordum.-Misal olsun diye anlatıyorum.- Sizde böyle yüksek vasıflara sahip olmak ister misiniz. Böyle özellikte hanımlarla arkadaş olmak arzu eder misiniz, dedim. Hepsi gülmekten cevap veremediler. Ancak bu imkansız dediler. Ben imkansız olmadığını, 24 saatten bir saati ahirete ayırdığımızda, bizi Yaratan Allah’ımızı dinlediğimizde, O’nun gönderdiği Zatı örnek alarak onun Sünnetine tabi olduğumuzda ebedi bir hayatta, ebedi bir mekanda, altından nehirler akan Hurilerle tezyin edilmiş, her latifemizin tam olarak tatmin edileceği bir ortamda dost ve yakınlarımızla beraber yaşayacağımızı anlattım. Bunları elde etmek için kulluk yaparken asla bir sıkıntı çekilmediğini, helal dairenin de keyfe kafi olduğunu, harama girmeğe hiç lüzum kalmayacağını da örneklerle ifade etmeye çalıştım. Yenmeyecek bir-iki şey, içilmeyecek iki-üç şey olduğunu; bunun karşısında temiz ve mubah pek çok, hatta sayısız yiyecek ve içecek olduğunu, mükellefiyetlerinde çok az bulunduğunu R.Nurlardan aktarmaya gayret ettim. Esasen filmdeki durumun fıtratlarımızda olduğunu, “İstemek vermeseydi, vermek istemezdi” diyerek de vecizeleştirerek açmaya uğraştım. Bu anlatımın Bediüzzamanca bir İslam anlatımı olduğunu da ekledim. Çok hoşlarına gitti. Düşüncelere dalıp gittiler.İnşallah kalplerinde de makes bulur da hakiki ve ebedi lezzetlere kavuşmanın yoluna, otobanına, kulvarına dalarlar, Müslüman olurlar.

İşte bunlar gibi binlercesinin fıtratları da, hep, hakiki ve iki cihanı da ihata eden bir saadet için feryat ile samimi dualar ettiler… Onların ta içlerinden, ruhlarından, kalplerinden, sayısız latifelerinden gelen ve mart ayında dam üstlerinde fıtratlarının seronomisini yapan mübarek kediler gibi, bu amansız duaları da, tabiatın bütün unsurlarıyla beraber yaptığı dualarla iktiran eden bizim yalvarışlarımıza eklendi diye düşünüyorum. Bu zavallı insanların, HAYATI, FERÇ VE BATNIN HEVASATINA MÜNHASIR HALE GETİRDİKLERİNİ bütün dergi ve gazetelerinden, yolları süsleyen resimlerden, yarı çıplak kıyafetlerinden, sokaklarda bile utanmadan ve hiç çekinmeden sergiledikleri davranış zaaflarından ve daha pek çok şeyden görebiliyorsunuz. Allah dualarını HAYIRLI şekilde kabul eder inşallah.

Fakat elbette bize ve Bielefeld Dershanesine, ve dahi emsallerine çok ama çok çalışmak düşüyor. Kızımın, eski hayırlı ve büyük zatlara isnat ederek söylediği “Eskiden 40 yaşından sonra tamamen ahirete çalışırlarmış” deyişini kendime yol haritası olarak görmeye çalışırken; maalesef Avrupa’da da Türkiye’de de pek çok arkadaşımdan bir kısmı, “Daha genç olduğumu, çalışıp biraz daha rahat ettirecek bir hayatı kazanmam gerektiğini” söylerken; bir kısmı da “57 yaşında buralarda ne işin var. Git torunlarınla uğraş. Zaten şekerin de var. Ölür kalırsın. Bak işine. Sen mi düzelteceksin bu gavur Avrupa’yı…” derken; pek azı da Yeni Asya yazarı Hüseyin Gültekin bey gibi beni “HADEMELİĞE davet etti.”

Ben bu manalar içerisinde Bielefeld Dersanesinin M.Fırıncı Ağabey nezdinde açılışına; İstanbul’dan evlâd-ı iyâlini oralarda bırakıp “Ümmet-i Muhammedi sahili selamete çıkarmak için çalışan bir gemide hademe” olarak, bu, tabiatın ve tabiatların(fıtratların) halis dualarıyla açılan Avrupa dershanesine gelen dört HALİS NUR TALEBESİ AĞABEYİM ile, hem de hakiki Üniversite ünvanına layık olarak hizmete arz edilişine; Fethi beyin arkasında ilk kılınan namaza; ilerlemiş yaşına rağmen manevi dopingli bir halis müminin, M.Fırıncı ağabeyin sesinden, ilk Nur Dersine katılma şerefine nail oldum. Haza min fazlı Rabbi….

Bielefeld Kahramanları olarak Onlar, bu noktaya kolayca ve yalnız olarak gelmediklerini; zat-ı Zülcelali tanıtmak için var edilen tabiatın dualarının önemli etkisini kabul etmekle birlikte, bir önemli hakikati daha ifade ettiler.

1960 yıllarında Nurlu Eserleri oralara ilk defa getiren şimdi ihtiyar delikanlı olan büyüklerimizin; 1975 yıllarında Fırıncı ağabeyin ifadesiyle “Taaaa Bielefeld’e kadar gittim …” diyen isimsiz kahraman ağabeylerin bu ulvî hizmetin temelini attıklarını; yıllarca dişleriyle, tırnaklarıyla bu noktaya getirdikleri bir uzun gayretten sonra bu yıllarda oralarda ikamet eden bu faal kardeşlerin de HAZIR SUBASMANIN üzerine Bielefeld Dersanesini bina ettiklerini hiç unutmadılar. Bu düşünce tarzıyla Üstadlarının ve dahi Peygamberlerinin ASM. arkasından, onlara layık seviyeli talebeler olarak gittiklerini gösterdiler.

Allah onlardan razı olsun. Bizleri de bütün hırsları, kavgaları ve davalarıbir arafa bırakıp oralara, onlara yardımcı olarak gönderip istihdam etsin. Avrupa’da yaşayan, oranın yerlisi, filan, filan, filan milletlere mensup bütün insanlara da, Allah’ın kullarına da iki cihan saadetini temin edecek, ahir zamanda tekrar bir saadet asrını ihya edecek Nurun hakikatlerini ulaştırmayı, anlatmayı nasip etsin inşallah.

Dualarımızı, gayretliler için hiç eksik etmeyiz inşallah…

  16.05.2007

© 2021 karakalem.net, Halil Köprücüoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut