Avrupalı mesut mu? - 2

Halil Köprücüoğlu

TGRT’DEKİ BİR programla yurt dışındaki vatandaşlarımızdan memleket, evlat, aile hasretiyle yanan yüzlerce insanın hikayelerini ve birbirlerine kavuşturulmalarını seyrederken sizin de benim gibi çoğu zaman gözlerinizin yaşardığını tahmin ediyorum.

Euro ve Mark değişimi esnasında yıllarca yapılamayan fiyat artışları mallara eklenince; buna rağmen ücret ve maaş artımı yapılmayan insanlar oldukça perişan olmuşlar. Sosyal yardımlar olmasa işler çok zor. Veya bir evden birkaç kişinin çalışması zaruret derecesinde lüzumlu. Veyahut çok iktisatlı ve dikkatli yaşayacaksınız. Orada tanıdığım emekli olduğu halde geceleri bisikletiyle tanıdık gruplara gidip berberlik yapmaya çalışan bir yaşlı ağabeyin evli kızı, çatıdaki bir küçük bölümde kalarak üniversiteyi bitirmeye uğraşırken -tabi ki yarım gün bir yerde çalışarak- bir an önce İstanbul’a, orada çalışan beyinin yanına gitmeyi hayal ediyordu. Maalesef, bu ailenin kaldıkları apartmanın daireler arasındaki merdiven koridorunda bulunan müşterek tuvalet, birkaç daire tarafından kullanılıyordu. Sorsanız Avrupa’da tahsil yapıyor. Babası, bir naylon torba benzeri yağmurlukla bisiklete binmiş, yıllarca çalışması karşısında aldığı aylık yetmediği için, evindeki son üyelerin hayatını da ek bir gayretle tanzim etmeye çalışıyor.

Bir başka işçimiz de çalıştığı dünya çapında ünü olan bir otomobil fabrikasında kendisi gibi belli bantlarda yıllarca 8-10 vida takmak veya hep ayni belli parçaları bir araya getirmekten sinir sistemleri felç olmuş gibi bir hale geldiği için, kendisi gibi tedavi olan yüzlerce işçiden bahsediyor. Tuvalete bile belli süre içerisinde gidip gelmek mecburiyetinde olduklarını, iş hayatının ne kadar sıkı olduğunu anlatanları dinlemelisiniz. Akşamları 10.30’da sohbet esnasında onlarca arkadaşımızın evlerinden, eşleri telefonla arayarak, ertesi gün sabah 5’te işe gitmek için kalkması gerektiği için acele olarak eve gelmeleri gerektiğini anlatınca çok şaşırdım. İş ve mesai saatlerinde belli büyük caddeler hariç sanki ölülerin yaşadığı bir şehirde olduğunuzu sanırsınız, desem yalan olmaz. Geceleri de-tatil geceleri hariç- ayni sessizliği, ıssızlığı hemen hissedersiniz.

Bizim fakir ülkemizdeki gibi komşuya misafirliğe gitmeye; bahçelerde, kapı arkalarında çerezli, ikramlı sohbetlere burularda pek rastlayamazsınız. Çünkü ya iştesinizdir veya işe gideceğiniz için yatmanız, dinlenmeniz lazımdır. Çünkü iş esnasında yorgunluk belirtileri gösterirseniz işinize son verilme ihtimali çok yüksektir.

Bu insanların kara gün için, bu şartlara rağmen, kenara koyabildikleri birkaç mark veya Euro’yu, değişik gayelerle –isterse hizmet adına olsun- almaya meyledenlerin bence çok dikkatli olması; veya topladıkları imkanlarla hakikaten çok dikkatli çalışılması gereklidir.

Her türlü eşyanın binlerce metrekare salonlarda, binlerce çeşitlerini seyrederseniz acaba FETRETİN en tehlikelisiyle karşı karşıya olduğunuzu düşünmez misiniz. Milyon çeşit esansla karşı karşıya kalsanız ne kadar dayanabilirsiniz. Mesela Hollanda’da yaşasanız ve lise çağında çocuklarınız varsa; arkadaşları devlet eliyle belli miktarda uyuşturucu alabiliyorsa; veya ortaokul seviyesindeki kızınız okula gidince ayni sınıflardaki küçücük arkadaşları okula gelince okul bahçesindeki kreşe kendi bebeklerini, yani evlilik dışı çocuklarını bırakıyorsa, siz oralardaki evlatlarınızı nasıl korumayı düşünürsünüz. Hürriyetlerin, dağ komşularımız kadar sınırsız olduğu bir ortamda siz Kur’anî ve insanî bir hürriyeti onlara nasıl ifade edebilirsiniz.

Hele orada doğup-büyümüş bir arkadaş grubunuza “Altından ırmaklar akan, hurilerle tezyin edilmiş bir cennetten…” bahsederken; dinleyici pozisyonundaki arkadaşlarınızdan hemen yarısı “Bizim evlerimiz ve sokaklarımızda zaten sular, ırmaklar akar vaziyette. Ve biz istediğimiz kişilerle tamamen serbest olarak her türlü lezzeti tadabiliyoruz. Geç bunları…” derlerse ne yapmayı, bu hakikati nasıl anlatmayı düşünürsünüz.

Stutgard’da, bir park yanında üstü açık ve çok lüks arabalarının arkasında yarı çıplak vaziyetteki iki üniversiteli genç, birbirlerine sarılıp caddenin göbeğinde birbirlerini öpüyorlarsa; bunların üniversitede okumaları, okul bitirmeleri, bitirince kolayca iş bulmaları kolaylıkla mümkün ise; hatta çalışmadan bile sosyal yardımlarla yaşamaları ihtimali yüksekse bunlara İslamiyet’i nasıl anlatacak, Nuru nasıl tanıtacaksınız, bir düşünün. Bu zeminde evlatlarınızı ve hatta kendinizi nasıl korumayı düşünüyorsunuz. Bir planınız var mı.

Oralara işsizlikten kurtulmak için evlenme yolunu seçerek giden, ancak kısa sürede temel kültür farklılıkları ve alışkanlıklar sebebiyle uyuşamayıp ızdıraplı yuvalarında -yuva denilirse- sadece fiziki ihtiyaçlarını gideren, ama insanca yaşayamayan insanlar sizi ürkütmüyor mu. Küçücük evlerde ayni banyoyu, ayni WC’yi paylaşarak, evladınız veya damadınızla yaşamak mecburiyetinde kalırsanız yine de “Avrupa’da yaşıyoruz!” diyebilir misiniz.

Elbette şuurlu, kültürlü çok sağlam yapıya sahip pek çok aile de var. Çok sıkı ve disiplinli bir tarzda, uzun süre, çok şeylere katlanarak iktisatlı ve düzgün bir hayatla yaşayan harika insanların hakkını yiyemem. Onlar her açıdan örnek insanlar. Onlarcasını, hatta yüzlercesini gördüm, oralardaki vatandaşlarımız ve evlatlarımız için beraber yandık, yakıldık.

İnşallah oraların mantalitesine uygun, planlı, programlı, müfredatlı, seviyeli çalışmalar yapılır, yapılabilir. Birazcık fedakarlıklarla oralarda, o zeminlerde her hangi bir maddî menfaat beklemeden asrın akıncı beyleri -daha doğrusu akıncı erleri- başka bir tabirle “Ümmet-i Muhammedi sahil-i selamete taşıyan gemideki hademeler..” olmaya hazır pek çok elemanın, Nurlu arkadaşlarımdan olduğunu sanıyorum. Belki bir kıvılcıma, belki bir vesileye, belki de Rabb-i Rahim’in “YÜRÜ” deyişine ihtiyaçları var.

Bizlerden daha donanımlı, daha planlı programlı, iyi eğitim almış, oralardaki kardeşlerimize, sadece Nurlu eserlerdeki müthiş hakikatlerin ve onlardaki zaruri düsturların iyi bir çalışmayla takdimi; şimdilik o zeminler için tâli sayılabilecek faaliyetlerden geri kalınması; o zeminlerin iktiza ettiği hale mutabık olarak önceliklerin tespiti, uygun elemanlarla; daha sonra oraların lisanına ve yaşayışına daha alışık, oralarda yetişmiş insanlara devredilecek bir hizmet organizasyonuna bir hayat feda edilebilir; edilmelidir de.

Vecize ezberletilen; yıllarca “zikir, şükür fikir” dersinin tekrarlarıyla oyalanan; gençlerimizin hali bizleri hâlâ korkutmuyor mu. İş yerimizde muvaffak olamazsak. Bunu anladıktan sonra, bundan kurtulmak, muvaffak olmak için ne kadar zaman sonra yeni şeyler ararız. Yıllarca tekrar tekrar batma pahasına ayni yanlışları tekrar eder durur muyuz.

Ana dillerini adeta unutan yavrularımıza ne zaman Almanca, İngilizce veya Felemenkçe Nurlu Dersler yapmayı düşünüyoruz. Nurlu eserlerin ciddi bir müfredatla, ciddi programlarla oralarda okunmasını ne zaman planlayacağız. İsterseniz yakınlarınıza veya diğer şehirlerdeki hatta diğer Batı Ülkelerindeki arkadaşlarınıza, dostlarınıza da sorabilirsiniz.

Afrika’nın en fakir ülkesinde bile eğitim bir plan ve müfredatla yapılırken, eski bir tabirle siz evlatlarınız için Hüda-î nâbit bir yetişme mi bekliyorsunuz. Hiç olmazsa belli zamanlarda onları toplayıp çok farklı yaşlarda olmalarına bile bakmadan, yaşadıkları evlerinden çok farklı, balık istifi yerlerde yatırarak, küçücük salonlarda bile oynamalarına müsaade etmeden, üst üste oturttuğunuz mutfaklarda kahvaltı tipi yemeklerle ve bilhassa herkesi, daha dilini bile anlayamadığı eserlerle baş başa bırakıp Okuma Programı yapıyoruz demekten hala vazgeçmeyi düşünmüyor musunuz.

Ellerine dosyalar verip, metinleri takdim edip, altlarına kelimeleri hatta Almanca karşılıklarını dahi yazdığınız çalışmalar hala yoksa; gözlerini korkutacak hiçbir teferruat olmayan, sadece en zaruri bilgileri ihtiva eden 3-5 sayfalık ilmihal bilgisi ihtiva eden bir broşürünüz ile İslam ve Osmanlı Tarihinin ana bilgilerini bulunduran bir küçük tarih kitabınız hâlâ yoksa; kısa ve kolay yolla, Avrupa şartlarına uygun hazırlanmış Kur’an okutma rehberiniz ve planınız bulunmuyorsa hiç konuşmayın..Asla konuşmayın.. Her şeyi yapmış Nurlu bir mümin edasıyla toplantılara falan hiç gelmeyin. Allah hepimize insaf versin, merhamet versin.

Elimden başkası gelmiyor. Zaman zaman 10-15 kişilik gruplara bir şeyler okuyup anlatmaktan, vahamet karşısında birkaç damla göz yaşı dökmekten, önünüze gelen deva olacağını sandığınız herkese bunları ifade etmekten başka bir şeyler yapmaya gücüm yetmiyor. Muhakkak sizin yardımlarınızı bekliyorum. Gelin elbirliğiyle oralardaki senelerce teraküm etmiş dertlerin üstüne birlikte eğilelim; bir şeyler yapmaya çalışalım; Rabb-i Rahimden fiilen bir şeyler talep edelim.

Muhakkak tekliflerinizi bekliyorum. Allah yardımcımız olsun.

  09.05.2007

© 2021 karakalem.net, Halil Köprücüoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut