Mü’minler ancak kardeştir

Nuriye Çakmak

KUR’ÂN EBEDÎ bir hazinedir, bir açıdan da hazine anahtarı. Hazinelik yönünü dahi pek anlayamadığımızdan olsa gerek, saadet hazinelerinin anahtarları hükmündeki nisbeten ince esaslardan hissesi kıt olan yaşantımız, birçok her yerde hata mesajı veriyor.

Ülfet silikon bir madde gibi okuduklarımızı örtüyor sanki. Görüyoruz, belki farkediyoruz. Ama ne o bize nüfuz ediyor, ne biz onu hissedebiliyoruz. Okuyor ve geçiyor, ama dokunmuyoruz. Onunla dertlenmiyoruz. Düşünüyor, yaşamıyoruz. Uykularımızı kaçırmıyor meselâ, iştahımızı kesmiyor. Bir âyet diyorum, bizde böyle tesirler yapmıyor ne zamandır. Veya etki kısa süreli oluyor.

Çokça zikredilen sözler var, ülfetin üstünden kayıp gidiyor. Beyin, ben bunu biliyorum diyor. Hisse almadan, daha fazla zaman kaybetmeden bilinenler klasörüne atıveriyoruz. Çok zaman bu sözlerin âyet olduğunundan dahi bihaber olabiliyoruz.

“Mü’minler ancak kardeştir” de böyle bir “söz” zannımca. Sorsanız, cümle itibarıyla herkes mutlaka bilir. Hatta âyet olduğunu bile bilirler, belki bir adım daha ileri gidip, size yerini bile söylerler. Peki hissemiz ne kadardır bu âyetten, bunun bir âyet olması ne kadar etkiler hissemizi ve asıl can alıcı nokta, ne kadar etkilemelidir?

Kur’ân, bir ilim hazinesi olduğundan ve çok yönlü oluşunun gereği bazı hükümler açık bir şekilde yer almayabiliyor. Namaz gibi asırlardır her Müslümanın, yani milyarlarca insanın her saatini doğrudan ilgilendiren ve dinin temeli sayılacak kadar, hatta ona sahip çıkmayana bazı âlimlere göre hayat hakkı bile verilmeyecek derecede bir emir, kaç yerde geçer Kur’ân’da? Kaç defa tekrarlanır, her geçtiği yerde ne kadar açıklanmıştır? Peki yine hayatın bir vazgeçilmezi ve yaşam biçimi olması gereken tesettür? Kaç yerde geçer, ne kadar kesin ifadeler kullanılır, kaç hadis-i şerifle desteklenir?

Ya ahlâk? Ya ‘küçük’ şeyler, böylesi emirlerin bile tafsilatının yer almadığı bir kitapta ne kadar yer alabilir? Hangi lâfızlarla kullanılabilir?

Çoğumuz aslında ülfete rağmen biliyoruz ki, özellikle hadis-i şeriflerde ahlâk çok önemli bir üstünlüğe sahiptir. Âyetlerde olduğu gibi. Sadece bu, bir ürperti için yeterli olsa gerek.

Yine biliyoruz ki, Kur’ân’daki hükümler değiştirilemez, özellikle lafız olarak açıklama gereği duyulmayacak kadar kesin şekilde anılanlar, öyle keskindir. Asırlar sadece keskinliğini bilemiştir bu hükümlerin. Domuz etinin haram kılındığı âyet gibi. Miras âyetleri gibi.

Mü’minler ancak kardeştir. Öyle keskin bir emir işte. Evet emir, “Ey mü’minler kardeş olun, bu sizin için daha hayırlıdır” değil. “Sizin içinizden mü’minlerle kardeş olanlar, işte onlar çok hayırlıdır, onların Rableri katında yeri vardır” da değil. Seçme şansı olmayan bir emir, kardeş olun diye bile değil, “kardeştir.” Hüküm verilmiştir ve tabiri caizse konu bitmiştir. Çünkü bu kesinliğin yanında bir keskinlik daha vardır, seçme şansını başlamadan yok eden, “ancak.”

Mü’minler ancak kardeştir.

Evet, bu “söz” bir âyettir, tevili mümkün olmayan bir hükümdür, değiştirilemeyecek kadar kesin bir emirdir...

Aksattığımızda kendimizi manevî bir cehennemde hissedecek kadar eksikliğini ve manevî azabını hissettiğimiz gündelik ibadetlerimiz kadar imanın ve hayatın gereğidir. Ya bu hükmün eksikliği, hayatımızı, manevî hayatımızı ne kadar etkiliyordur. Ruh ne kadar besinsiz kalıyordur, ne kadar katılaşıyordur kalp, imanın beyazlığı ne kadar gölgeleniyordur. Düşünmeden okuduğumuz bu emir, bizi ne kadar veballer altına alıyordur. Altında ne kadar hata gizlidir, algılayamadığımız ne hataları beslemiştir geciken idrakimiz. Belki manevî bir yılan haline gelmiştir dış görünüşü tam tekmil bir Müslümanda ve kalbi kendisine yem etmiştir?

Çünkü bu bir başlangıç emridir. Binanın temelidir. Değil düşmanlık beslemek, sonradan gelecek tüm sıfatlar bu âyete göre ikincildir.

Annemiz meselâ, önce iman kardeşimizdir. Eşimiz, iman kardeşimizdir. “Öz” kardeşimiz de din kardeşimizdir. Ki yeri geldiğinde bir başka din kardeşimizi ona tercih ederiz. Çünkü din kardeşliği bakımından kan bağı olan kardeşiniz öne geçemeyecektir. Takvada üstün olan öne geçecektir. Çocuklarınız, evet çocuklarınız iman kardeşinizdir. Allah’ın sizi kardeş kıldığı kişilerdir tüm çevreniz.

Daha da önemlisi, onlar peygamberin kardeşleridir. Bir peygamber kardeşini kırar mısınız? Kaba olur musunuz ona, saygıda kusur eder misiniz?

Neden inemiyoruz bu kalıpların altına? Anne, baba bile bir kalıp yer geldiğinde. Eş bir kalıp. Ama daha kalınları var, patron gibi, işçi gibi, zengin, fakir, hatta tarikatlı, siyasetçi, ocu bucu gibi. Tabirler, kalıplar, perdeler, perdeler... Nerede kaldı kardeşler? Peygamberin kardeşleri nerede?

Doğduğumuz ve öldüğümüz, hacda döndüğümüz ve mahşerde yürüdüğümüz zamanki gibi yalın değil idrakimiz. Bize imandan gelen bir ışın gözlüğü gerekir bu ortamda. Baktığında derine inebilen bir göz, bir ışık. Doğrudan imandan tanıyan ve seven bir algılayıcı gerekir. Perdeleri delip geçen bir bakış...

Mü’minler ancak kardeştir, hazinelerden bir hazinedir. Ve bugünkü fakirliğimiz, bu hazineden hissemizle doğrudan ilintilidir...

  20.07.2007

© 2021 karakalem.net, Nuriye Çakmak



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut