*Bu sayfa, değişik arkadaşlarımızın Risale-i Nur'dan aldıkları derslerden hareketle yazdıkları yazıları paylaşmak amacıyla tasarlanmıştır.

Kastamonu Lahikası, Sf.103

BUGÜNLERDE İKİ ince mesele kalbe geldi, vak-tinde kaleme alamadım. O vakit geçtikten sonra o ehemmiyetli hakikatlere birer işaret ederiz.

Birincisi: Kardeşlerimizden birisinin namaz tes-bihatında tekâsül göstermesine binaen dedim:

Namazdan sonraki tesbihatlar tarikat-ı Mu-hammediyedir (a.s.m.) ve Velâyet-i Ahmediyenin (a.s.m.) bir evradıdır. O noktadan ehemmiyeti büyüktür. Sonra, bu kelimenin hakikati böyle in-kişaf etti:

Nasıl ki, risalete inkılâp eden velâyet-i Ahme-diye (a.s.m.) bütün velâyetlerin fevkindedir. Öyle de, o velâyetin tarikatı ve o velâyet-i kübranın ev-rad-ı mahsusası olan namazın akabindeki tesbi-hat, o derece sair tarikatların ve evradların fevkindedir. Bu sır dahi şöyle inkişaf etti ki:

Nasıl zikir dairesinde bir mecliste veyahut hatme-i Nakşiyede bir mescidde birbiriyle alâka-dar heyet-i mecmuada nuranî bir vaziyet hissedi-liyor. Kalbi hüşyar bir zat namazdan sonra süb-hânallah, sübhânallah deyip tesbihi çekerken, o daire-i zikrin reisi olan zât-ı Ahmediye Aleyhissa-lâtü Vesselâmın müvacehesinde yüz milyon tes-bih edenler, tesbih elinde çektiklerini mânen his-seder. O azamet ve ulviyetle sübhânallah, sübhâ-nallah der. Sonra o serzâkirin emr-i mânevîsiyle, ona ittibaen elhamdü lillâh, elhamdü lillâh dediği vakit, o halka-i zikrin ve o çok geniş dâiresi bulu-nan hatme-i Ahmediyenin (aleyhissalâtü vesse-lâm) dairesinde yüz milyon müridlerin elhamdü lillâh, elhamdü lillâh’larından tezahür eden aza-metli bir hamdi düşünüp içinde elhamdü lillâh ile iştirak eder, ve hâkezâ Allahu ekber, Allahu ekber ve duadan sonra lâ ilâhe illâllah, lâ ilâhe illâllah otuz üç defa o tarikat-ı Ahmediyenin Aleyhissa-lâtü Vesselâm halka-i zikrinde ve hatme-i kübra-sında o sabık mânâyla o ihvan-ı tarikatı nazara alıp o halkanın serzâkiri olan zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâma müteveccih olup der, di-ye anladım ve hissettim ve hayalen gördüm. De-mek tesbihat-ı salâtiyenin çok ehemmiyeti var.

* * *

Ömer bey işine düşkün bir ticaretçiydi. İşiyle yatıp işiyle kalkardı. Onun için önce iş, sonra diğer şeyler gelirdi. Sabah erken çıkıp akşam eve geç döndüğünden sıkça hanımı ile tartışır, çocukları ile yazılı mesajlarla haberleşirdi. Fakat ona göre bunlar çok önemli değildi, çünkü iş aileden de önemli birşeydi. Sekreterini ailesinden daha fazla görüyor, işyerinde evden çok daha fazla zaman geçiriyordu. O, işiyle evliydi ve bu kendisi için seçtiği hayat biçimi ya da tarzıydı.

Ayşe Hanım Ömer Beyin işine bu düşkünlüğüne evlilik yılları boyu ihmale uğradığı için hep kızmıştı ve bu dengesizlik zaman içinde onu da yıpratmıştı. Kendisine ayrı bir dünya oluşturmak oldukça ağır gelmiş ve son günlerde sebebini bilmediği sıkıntıları daha da artmıştı. Yalnızlık, eşinin ilgisizliği, evinin ve ailesinin sorumluluğunu taşımak zorunda olmak sonuçta bunalımları getirmiş ve psikiyatrist tedavisi görmeye başlamıştı. Kocasından bunun intikamını alırcasına, Ömer Beyin kendisine tercih ettiği paralarını alışveriş merkezlerinde düşünmeden harcıyordu. Zaten günleri ev ile alışveriş merkezleri arasında geçiyordu. Bu da onun tarzı olmuştu.

Burak lise iki öğrencisiydi. Babasının ilgisizliği ve bunu bol harçlık ile kapatmaya kalkması onun da dengesini bozmuştu. Şimdi artık babasını sevmiyordu, annesi Ayşe Hanıma ise biraz merhamet duyuyordu, o kadar. Asıl ilgisini ise futbol ve sık sık değiştirdiği kız arkadaşlar oluşturuyordu. Gerçi her geçen yıl duygularının daha da yıprandığını ve hayattan aldığı lezzetin azaldığını hissediyordu ama, bu gidişi değiştirecek kararlılığı kendisinde bulamıyordu. Dersleri kötü gitse de, o, maçlar ve kızlar arasında yaşayıp duruyordu. Bu da onun tarzı oluvermişti.

İşte her "tarz" bir "yol"dur. Her "yol" ise kelimenin anlamı ile "tarikat". Bu yüzden farklı insanlar ve hayat tarzları adedince tarikatlardan söz edebiliriz. Bu kadar çok tarikat varken akla hemen şu sorular geliyor. Bütün bu yollar nereye varır? Doğru olan tarikat hangisi? Ve içlerinde selametli olanını nasıl bulabiliriz?

Herhalde hak olan bir tarikat hakikata ulaşmalı. İnsanı terakki ettiren, kemalata ulaştıran, ait olduğunu hissedebileceği bir yol olmalı. Fena ve zeval karşısında çaresiz olan ferdin destek ve kuvvet alabileceği fena ve zevale maruz olmayan bir güce dayanmalı. Ve insanın bekaya ve baki olana ait duygularına cevap verebilecek olmalı. Burada karşımıza geniş mi geniş bir yol çıkıyor. Adı "Tarikat-ı Muhammedî" veya Hz. Muhammed’in yolu. Bu, ona Yaratıcısı tarafından öğretilmiş olan ve onun takip ettiği selametli olan yoldur. Namazlardan sonra yaptığımız tesbihatlarımız da bizim bu tarikata, bu yola aidiyetimizin bir tescili ya da virdimiz olur. Ve bu vird bizim için çok ama çok önemlidir.

Bir mü’min namazın sonrasında Subhanallah, Subhanallah diye tesbih çekerken kendisinin yeryüzünde yüz milyonlarca tesbih çekenler ile oluşturduğu nurani beraberliği hisseder. O azamet ve ulviyetle Subhanallah, Subhanallah der. Ve devamla Elhamdulillah, Elhamdulillah derken bu aidiyet duygusu ziyadeleşir. Yine yüz milyonlarca müridin oluşturduğu o çok geniş zikir dairesinde oluşan azametli bir hamdi düşünür. Buna kendisi de Elhamdulillah, Elhamdulillah diyerek katılır. Ve bunun getirdiği emniyet ve memnuniyet duygularını Allahuekber, Allahuekber tesbihatı ile pekiştirir. Bunu takiben namaz duasından sonra bize bu virdi öğreten, bu zikir ile Tarikat-ı Muhammedî’ye ait olduğumuzu hissettiren ve bu tarikat ile bizi ebedî olana götüren Hz. Peygamber’e (s.a.v.) sonsuz kere salat ve selam manasında güzelce karşılığını bulur.

Ve Rabbimiz, bunca yollar arasında hakikata ulaştıran, dünya ve ahiret saadetinin kaynağı olan iman tarzını öğreten Resulullah’ın (s.a.v.) yolunu, Yunus Emre’nin "Bu yol hakka varsa gerek" ifadesindeki gibi, bize de çok ama çok sevdirir.

  09.06.2000

© 2021 karakalem.net, Murat Kazancı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut