Risale Mesleğinde Ağabeylik ve Kardeşlik Üzerine Bir Deneme

RİSALE MESLEĞİNDE ağabeylik ve kardeşlik kavramlarını olmazsa olmaz olarak görüyor ve bunları birbirlerinden ayrılmayan bir bütünün iki parçası olarak telakki ediyorum. Hatta bu unsurlar bir bütünün öylesine gerekleridir ki, birini diğerisiz düşünmek mümkün olmadığı gibi, ikisinin de aslında iç içe geçen bir daire olduğunu söyleyebiliriz.

Öncelikle nedir ağabeylik?

Fazilettir. Risale ile hem ilim, hem muhatabiyet, hem ilişki, hem yaşayış noktalarından beraber olmak, her an O’nu yansıtmaya çalışmaktır. Öte yandan Bediüzzaman’ın ifadesiyle hayatının en önemli meselesini İmana, Kur’an’a, Risale ile hizmet bilmektir. Enaniyetten, şirkten, ben’likten sıyrılma cehdi içinde olup tevazuyu kendine şiar edinmektir.

Kardeşlik ise en geniş anlamıyla Risale’ye muhatap olmaya çalışmaktır. Okuma, anlama, yaşama gayreti içinde bulunmaktır.

Risalelerde kardeşlik üzerine çok yoğun vurgular yapılırken, ağabeylik konularının pek de öyle çok olmadığını görmekteyiz. Şu ifadeler kardeşliğin asıl olduğunun da göstergeleridir:

“Eğer mesleğimiz şeyhlik olsa idi; makam bir olurdu, veyahut mahdut makamlar bulunurdu. O makama müteaddit istidatlar namzet olurdu. Gıptakârane bir hodgamlık olabilirdi. Fakat mesleğimiz uhuvvettir. Kardeş kardeşe peder olamaz, mürşid vaziyetini takınamaz. Uhuvetteki makam geniştir. Gıptakârane müzameheye medar olamaz. Olsa olsa, kardeş kardeşe muavin ve zahir olur; hizmetini tekmil eder.”

Bu ifadelerden Risale mesleğinde mahdut makamların olmadığını, uhuvetin ve dolayısı ile kardeşliğin asıl olduğunu anlıyoruz. Ancak Risale mesleğinde önde olan, yıllarca, hatta hayatları boyunca bu davayı omuzlayanların varlığını da biliyor ve bunlara da ağabey diyoruz. Yukarıdaki paragrafa göre bu tanımlama yanlış mıdır veya bir makam ifadesi midir?

Bu soru karşısında 20. Lem’a’nın 4. Sebebinin yardımımıza koştuğunu düşünüyorum. Burada Said Nursi Şunları söyler:

“Tarik-i hakta gidenlere refakatle iftihar etmek; ve arkalarından gitmek; ve imamlık şerefini onlara bırakmak; ve o hak yolunda kim olursa olsun kendinden daha iyi olduğunun ihtimaliyle enaniyetinden vazgeçip, ihlası kazanmak…”

Bu ifadelerden hak yolunda giden kardeşlerimiz ve ağabeylerimizle iftihar etmeyi, arkalarından gitmeyi ve imamlık şerefini onlara bırakmayı anlıyoruz. Bu asr-ı saadet ahlakıdır, sahabelerin ahlakıdır. Resul-i Ekrem’in (asm) kendisini bir işe layık görüp, ima yolu ile dahi olsa bir talepte bulunan şanlı, şerefli insanları görevlendirmeyip, asil ve büyük bir kabileden gelmemiş dahi olsa, tevazu ile marifeti birleştiren ve talepte bulunmayan sahabelerine, genç de olsa görev verdiğini biliyoruz. Hatta kendisine görev teklif edilen bazı âlimlerin, layık olmadıklarını söyleyerek görev almak istemedikleri de malumumuzdur.

Said Nursi bugün aynı ahlakı, aynı terbiyeyi, fazileti talebeleri için de ortaya koyuyor. Ağabeylerimizin hizmetleri, çalışmaları, koşuşmalarında onlara yardımcı olmak, onlara refakatle iftihar etmek, arkalarından gitmek ve imamlık şerefini onlara bırakmak. Bu tavrın kişiyi ahlaken, fazileten, manen yükselteceğini düşünüyorum. Öyle her şeye atlayan, her şeyde öne çıkmak isteyen kişilerin ve nefislerimizin de nasıl soğuklukla karşılandıklarını biliyoruz.

Ancak burada karşımıza bir başka soru çıkıyor: Kim ağabey, kim kardeş? Bunu kim, nasıl belirleyecek? Ağabeylik bir makam mıdır ve kardeşlerin ağabey olma süreci ve şartları nasıl, kim tarafından belirlenecek?

Bu soruların cevaplarını cümlenin ikinci kısmında bulabiliyoruz: “Hak yolunda kim olursa olsun kendinden daha iyi olduğunun ihtimaliyle, enaniyetinden vazgeçip, ihlası kazanmak.”

Bir defa bu düstur gereğince hiç birimizin “ ben daha iyiyim, ben daha üstünüm, ben ağabeyim” deme hakkımız yok. Rabbimiz karşısındaki kıymetimiz fazilet ile, ihlas ile, takva ile ölçülür. Bunlar da soyut kavramlardır ve öyle bizim; bende var, şunda yok diyebileceğimiz özellikler değildir. Kimin daha faziletli, ihlaslı ve takva ehli olduğunu hakkıyla Rabbimizden başkası bilemez. Zaten bu iddialarda bulunmak Bediüzzaman’ın belirttiği gibi penceremizin yüksek, bizim kıymetimizin küçük olduğunun ifadesidir.

Madem hak yolunda olan herkesi, başkalarını kendimizden daha iyi bileceğiz, o zaman bizim ağabey mi, başkalarının kardeş mi olduğu sonucuna biz varamayız. Yani ağabey veya kardeş olduğumuza kendimiz karar veremeyiz. Hakiki anlamda ağabey olmak, fazileti, tevazuyu ve başkalarının kendimizden daha üstün olabileceğini bilmekse, biz her zaman kendimizi kardeş olarak bilmeliyiz. Kim ki ağabeylik iddiasındadır, o kardeş bile olamaz. Çünkü bu iddia ihlas, uhuvvet ve ağabeyliğe zıttır. Ağabeyler bile ağabeylik iddiasında bulunamıyorlarsa, o zaman tüm ağabeyler kardeş, tüm kardeşler de ağabey sayılabilirler.

  16.04.2007

© 2021 karakalem.net, Levent Bilgi



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut