*Bu sayfa, değişik arkadaşlarımızın Risale-i Nur'dan aldıkları derslerden hareketle yazdıkları yazıları paylaşmak amacıyla tasarlanmıştır.

Tercih Bilâ Müreccih

RİSALE-İ NUR'UN nisbeten kolay anlaşılabilir bahisleri yanında, tabir yerindeyse, 'demir leblebi' gibi duran, kavranması ve ihata edilmesi zor bahisleri de mevcuttur. "Yirmidokuzuncu Söz"ün bazı kısımları, "tahavvülat-ı zerrat"ın bazı kısımları, "İkinci Şua"dan, "Dördüncü Şua"dan, "sırr-ı Kayyumiyet" bahsinden bazı kısımlar, "Yirmidördüncü Söz"ün "İkinci Dal"ı, bu zor bahislerin bir örneği olarak kendi namıma ilk etapta aklıma gelenler. Nitekim, bu bahislerin bir kısmında Bediüzzaman'ın haşiyeler düştüğünü; bahsin zorluğuna, giriftliğine ve hususîliğine temas ettiğini, böylece anlayamamış isek ümitsizliğe düşmekten bizi alıkoyma gibi şefkatli bir incelik sergilediğini görürüz.

"Yirmialtıncı Söz," yani Kader Risalesi de böyle zor kısımlar barındırıyor ki, bu kısımda "Gayet müdakkik âlimlere mahsus bir hakikattır" notunu düşmüş Bediüzzaman. Ne var ki, insan, âlim olamasa da, ilgili bahsi atlamak, anlamadan geçmek, iyi-kötü birşeyler kavramak istiyor. O yüzden, Kader Risalesi'nin 'gayet müdakkik âlimlere mahsus' kısmı, özellikle de üç satırlık bir 'demir leblebi' hükmündeki 'tercih bilâ müreccih' bahsi, anlamayı arzu ettiğim ve de anlamaya azmettiğim bir bahis olmuştur benim için. Bir yıl kadar önce müdakkik bir arkadaş vesilesiyle bu bahsin kapısını bir derece aralayabilir hale geldiğimizi, bu kardeşimize bir teşekkür bâbında, belirtmem gerek. Bu bahis, o günden sonra da, ilgimi çekegeldi ve birkaç haftadan beri bazı geceler uykumun kaçması pahasına bu bahsi bir parça daha kavramaya çalıştım. Sonra da, ulaştığım bazı sonuçları, medrese tahsili de görmüş olup 'müdakkik âlim' vasfına inşaallah liyakat kesbetmiş bulunan bir büyüğüme aktardım. Onun, bu bahsin ana esprisini kavramış olduğum şeklindeki teşvikkâr sözlerine mukabil, ulaştığım sonuçları hem bu zor bahsin umumen kavranması yönünde bir vesile olması, hem de ulaştığım sonuçlar dahilinde eksik veya boş kalan kısımların sizden gelecek katkılarla tamamlanması ümidiyle paylaşmak istedim.

Bu girizgâhtan sonra, ilgili bahse gelecek olursak:

Burada, Said Nursî, "Tercih bilâ müreccih muhaldir" hükmüyle gelişen bir soruyla karşı karşıya kalıyor. Sorunun tamamını, Kader Risalesi'nden bulabilirsiniz elbette. Bu itiraz yollu soruya mukabil Bediüzzaman'ın verdiği cevap ise, yalnızca üç satır tutuyor:

"Tereccuh bilâ müreccih muhaldir. Yani: Müreccihsiz, sebepsiz rüçhaniyet muhaldir. Yoksa, tercih bilâ müreccih caizdir ve vâkidir. İrade bir sıfattır. Onun şe'ni, böyle bir işi görmektir."

Burada, öncelikle, iki ana kavramı açmamız gerekirse, 'tereccuh bilâ müreccih,' anladığım kadarıyla, şu oluyor: bir şeyin, üstün olmasını gerektiren bir sebebe binaen üstün olması, rüçhaniyet kazanması. Yani, iki şeyden birinin 'tereccuh'undan, yani rüçhaniyetinden, yani tercih edilmeye liyakatinden söz ediyorsak; onda, diğer şeyden üstün bir niteliğin bulunması gerekir. Yoksa, birbirine nitelikçe eşit iki şeyden birinin diğerine üstünlüğünden söz edilemez. Bir rüçhaniyet, bir üstünlük, bir 'tercih edilebilirlik' vasfından söz etmek, tercih edilmeye değer bir sebep, bir vesile gerektiriyor.

Bu, olayın, 'tereccuh bilâ müreccih'i mantıken muhal kılan tarafı.

Öte yandan, irade sahibi biri için, birşeyi tercih etmişse, mutlaka o şeyde bir üstünlük, bir tercihe değer vasıf var ki tercih etmiş diyemiyoruz. İrade sahibi olan, meselâ, eşit vasıflara sahip iki şeyden birini tercih edebilir, diğerini ise tercih etmeyebilir. O, onu veya bunu tercih etmekte tamamen serbesttir; yaptığı tercihte illâ ki bir 'müreccih,' illâ ki onu bu tercihe mecbur bırakan bir sebep olması gerekmez. Yani, 'tercih bilâ müreccih' caizdir; ve dahası, vâki olan da budur. Yok eğer bir tercih sözkonusu ise, burada illâ ki bu tercihi gerekli veya zorunlu kılan bir 'müreccih,' bir 'tercih sebebi' arıyorsak, iradeyi iptal ediyoruz demektir. Birşeyi tercihe mecbur olan birinin iradesinden, irade serbestliğinden söz edilebilir mi gerçekten? Açıkçası, "Tercih bilâ müreccih muhaldir" diyen anlayış, iradeninÑtanım gereği olmazsa olmaz vasfı olanÑserbestliğini ortadan kaldırarak, iradeyi iptal etmektedir.

Şimdi, birbirine zıt iki kavramın pratik yansımalarını ele alacak olursak; öncelikle, İblis'in Cenab-ı Hakka itiraz ve isyanında, tam da bu yanlışı görürüz. Cenab-ı Hak bir imtihan sırrınca meleklere ve bu arada melekler arasında bir cin olarak İblis'e topraktan yaratılmış dem'e secde etmelerini emrettiğinde, İblis niye itiraz eder? "Tereccuh bilâ müreccih" mantığı ile, bir tercihin ancak bir sebebe binaen olması gerektiğini düşündüğünden. Allah'ı, bir müreccihe, bir sebebe binaen tercihte bulunmak zorunda gördüğünden. Dahası, bu "tereccuh bilâ müreccih" mantığı dahilinde, ateşten yaratılmış olarak kendisini, topraktan yaratılmış dem'den üstün gördüğünden. Oysa, Allah mutlak irade sahibidir; dilediğini seçer, dilediğini seçmez. "dem'e secde edin!" diye emretmişse, O böyle emrettiği için secde edilir, bu secde emrinin illâ ki bu tercihi zorunlu kılan bir sebebe dayanması gerekmez. Yok eğer Allah'ın bu emrinde illâ ki bir tercih sebebi arıyorsak, kendi aklımızla bulmaya çalıştığımız hikmeti iradenin önüne koyuyor, O'nun iradesini bu hikmete bağımlı kılıyor; sonuçta kendi aklımızı O'nun iradesinin üstüne çıkarırken, O'nun iradesini de esasen iptal ediyoruz demektir. İblis bunu yapmıştır işte.

Aynı şekilde, gelelim Mu'tezile'nin hüsün-kubuh yaklaşımına ve bu çerçevede ilâhî emir ve yasaklarda 'illet' olan emr-i ilâhîyi bir 'hikmet'e, bir 'tercih sebebi'ne bağlama çabasına. Ehl-i Sünnete göre, Allah içkiyi haram kılmıştır; içkiyi çirkin kılan, nehy-i ilâhîdir. İçki, Allah haram kıldığı için haramdır ve içilmesi haram bir fiil olduğu için çirkindir. Mu'tezile'ye göre ise, içki zâtında kötü olduğu için Allah onu haram kılmıştır. Ehl-i Sünnet, Allah'ı "tercih bilâ müreccih" makamında görür; O'nu, mutlak iradesiyle öyle veya böyle tercih edebilir konumda görür; ilâhî tercihin illeti olarak 'irade-i ilâhî'yi görür; ve ayrıca bir 'zorunlu tercih sebebi' aramaz. Yani, tercih bilâ müreccih'i caiz ve vâki görür iken, tereccuh bilâ müreccih mantığıyla emr-i ilâhîye bakmaz. Mu'tezile ise, Allah içkiyi haram kılmışsa, içkiyi haram kılmayı gerektiren bir müreccih, bir tercih sebebi arar. Ehl-i Sünnet'in tam aksine, "tercih bilâ müreccih"i muhal gördüğü için, "tereccuh bilâ müreccih"e sapar. Böylece, hem Allah'ın yarattığı bazı şeylere zâtında kubuh izafe ederek O'nun sıfat ve esmâsının münezzehiyetine halel getirirken, öte yanda iradesini 'bir sebebe bağlı' görmekle iptal eder.

Benzer şekilde, özelde modernistlerin dini yorumlayış biçiminde de, 'tercih bilâ müreccih'i kavramayıp, sürekli 'tereccuh bilâ müreccih' mantığıyla hadiseye yaklaşmanın izini ve eserini görürüz.

Üç satırlık kısa ve derin bahisten anlayabildiklerim, anahatlarıyla, şimdilik bu kadar. Sorular, tenkidler ve tavzihler suretindeki katkılarla bu konunun daha bir açılacağını ümit ediyor; ve her üç surette de katkılarınızı bekliyorum.

  17.01.2004

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut