İltifat dost, gerçek düşman kazandırır

ONALTI AYLIK küçük kızımız, Allah’ın ona yürüyen iki ayak ve tuttuğunu çekip alan iki el vermişliğini yeni keşfetmiş olarak, günlük olağan kütüphane dağıtma idmanını bir kez daha yapmıştı.

Odaya yığılmış iki raf dolusu kitabı görünce, bir de olumlu tarafından bakmayı deneyeyim dedim kendime.

Bunu evdeki kitapları gözden geçirmem, muhtevalarını hatırlamam için bir vesile olarak görmeyi denedim.

Böylece kitapları daha sakin bir ruh haliyle tekrar raflara yerleştirmem mümkün olduğu gibi, en azından bir kısmının sayfaları arasında dolaşıp hafızamı tazeledim.

Bu arada, Romalı meşhur hatip Çiçero’nun “Dostluk” risalesinden, önemli görüp not düştüğüm bazı satırları da tekrar okumuş oldum.

Bir cümle, bilhassa dikkatimi çekti.

Çiçero’nun, başka bir Romalı’ya, Andria’ya atıfla aktardığı bir cümle: “İltifat dost, gerçek nefret kazandırır.”

Bu cümle dikkatimi celbetti, zira kendi hayatımla ilgili çözemediğim bir düğümün ipucunu orada gördüm.

İç dünyamda taşıdığım onca rikkate karşılık, neden bazılarının beş satırda onbeş hayvan ismi zikrettikleri bir mektupla bana hitap etmeye kalkışacak derecede nefretlerini celbedebildiğimi?

Benimle en çok birarada olan insanlar; meselâ eşim-çocuklarım, annem-babam, kayınvalidem-kayınpederim bende en başta yumuşak huyluluk, anlayışlılık, merhamet ve feragat gördükleri halde, kimilerinin gözünde ‘hakkında her türden gıybet caizdir’ muamelesi görebildiğimi?

Nasıl “Peygamber Bize Gelse” gibi rikkat yüklü bir yazımdan dahi kimi mü’minlerin rahatsız olabildiğini; “Bu yazının yayınlandığı bir dergiye yazıyor olmanın vebalini taşımak istemiyorum” diyerek terk-i diyar eden kalemler çıkabildiğini?

Çiçero’nun naklettiği cümlede, yüreğimde açtığı yarayı nicedir kapatamadığım bu düğümün ipucu vardı:

“İltifat dost, gerçek nefret kazandırır.”

Bu sözün bildirdiği üzere, dost kazanmak kolay, dost olmak ise çok zor.

Gerçekten dost iseniz, “dost acı söyler” sırrına dehalet ediyor, ama nicelerinin dostluğunu değil, nefretini celbediyorsunuz.

Gerçekten dost değil iseniz, ama sözümona ‘dost’ kazanmak ise muradınız, formül basit: İltifat edersen, gerisini merak etme sen!

Sahte sevgiler el üstünde...

Gerçekten sevdiği için sırtında akrep, üstünde toz var diyen ise yerin dibine!

Sırtlarında akrep, koyunlarında yılan beslemek istiyor kimi kardeşlerimiz.

İman kardeşlerimiz içinde öyleleri var ki, övgüye doymaz halde.

Bir iltifat obezi olmuş niceleri...

Niyetinin ne olduğu hiç önemli değil; yeter ki öv, yeter ki iltifat et, yeter ki siz en iyisiniz, sizin gibisi yok, sizden doğrusu da yok, sizin yanlış yaptığınız şeyin bile sonu doğruya varır, hayranım size de, yeter ki okşa kişisel yahut cemaatî enâniyetlerini...

Neyi niye dediğinizin, niyetinizin ne olduğunun önemi yok.

Ama zinhar şurada eksik, burada fazla görmeyesiniz...

Zinhar şu yol ölçülerde gevşemeye gider, bu duruş hakkın hatırına terstir, şu yolun sonu iyi değildir demeyesiniz...

Doğru da olsa söyledikleriniz, bir nefret objesine dönüşürsünüz hemen.

Bir çamur atılır ki, silmeye yıllar yetmez.

Hakkınızda onca söz, onca gıybet, onca niyet okuma ve onca iftira dolaştırılır ki Edirne’den Kars’a, Avustralya’dan Kanada’ya, baş etmeye gücünüz yetmez.

Bir yazı yazarsınız, kimsenin ismi de geçmiyordur üstelik, biri alınır ve sözünün geçtiği mahfillerde seneler boyu isminizi karalar.

Bir söz duyarsınız bir mecliste... Bediüzzaman’ın adalet-i mahzâya dair o apaçık ölçülerini, “Bir masumun hakkı, bütün halk için dahi feda edilmez. Bir ferd dahi, umumun selameti için feda edilmez. Bir cemaatin selameti için, bir ferdin rızası bulunmadan hayatı ve hakkı feda edilmez” gibi hakkın hatırını her hal ve şartta aziz tutan sözlerini, “Cemaatin selameti için fert feda edilir kaide-i zalimânesi...” gibi tesbitlerini altüst eden bir söz... “Doğru okuyun kardeşim, ‘Cemaat için fert feda edilir, cemiyet için edilmez’ gibi bir söz... Hakkın hatırını üstün tutmanız gerektir ya hani, açar kitabı, sözün doğrusunu okursunuz. Ama adınız ‘edepsiz’e çıkar, iftira yıldırım hızıyla yayılır, on küsur sene geçer üzerinden, ama o gün bugündür sizi ‘hizmetin bayraktarlarına terbiyesizlik eden adam’ diye tanır o meclisi asla görmemiş niceleri...

İktisat Risalesi’ni okur, “Hâtem-i Tâî ile adsız ihtiyar” temsilinden bir ders çıkarırsınız, nem kapar birileri...

İhlas Risalesi’ni okur, ‘ihlası kıran maniler’in ilk ikisinin aklınıza sordurduğu soruyu yazarsınız. Ama bazı mahfillerde böyle bir sorunun gündeme gelmesi daha istenmemektedir.

Bizi nefret objesine dönüştüren, durduk yerde düşman kazandıran yazıların, sözlerin, cümlelerin listesini yapacak olsak, bir değil, yüz değil, bin dahi yetmez, liste o kadar uzayıp gider...

“Yanlış mı söylüyorum?”

“Doğru, ama söyleme!”

“Yazdığımın yanlışlığına ikna edin beni.”

“Doğru, ama yazmanı istemiyoruz.”

Peki nerede kaldı “emr-i bil-ma’ruf, nehy-i ani’l-münker’i farz kılan Kur’ân âyetleri?

Nerede kaldı hakkı söylemeyi mü’minlerin boynunun borcu kılan bunca hadis?

Nerede kaldı “Seni kılıcımızla doğrulturuz yâ Ömer!” cevabı karşısında öfkelenen değil, sevinip şükreden Halife Ömer menkıbesi?

İsteniyor ki, sırtımızdaki akrebi gösteriyor ise eğer, ayna kırılsın.

İsteniyor ki hep iltifat aksın dillerden ve kalemlerden.

Her hal ve şartta iltifatı becerecek kadar rikkatsiz ise kalbiniz, herkesin sevgilisi olmak da kolay, her kesimden dost kazanmak da.

Ama doğruyu saklamada hem hakikate karşı, hem mü’min kardeşine karşı sorumluluk hissediyor iseniz eğer, alışmanız gerek: “İltifat dost, gerçek nefret kazandırır.”

Devamı da var Çiçero’nun sözlerinin...

İltifat edeni dost, gerçeği söyleyeni düşman zannedenler için şifa niyetine:

“Nefreti, dostluğun bu zehirini doğurduğu için, gerçek acı birşey; ama dostunun uçuruma yuvarlanmasına göz yuman iltifat daha da acıdır. Ve en büyük suçlu, gerçeği hor gören, iltifat gördü diye hataya düşen kişidir. Gerçeği dostundan bile duyamayacak kadar kulaklarını kapayan insanın kurtuluş ümidi olamaz. İkaz edilen insanların asıl üzülünecek şeye değil de, hiç üzülünmeyecek şeye üzülmesi ne garip! Hataya düştüklerine üzülmezler de, eleştirilmek ağırlarına gider.”

  04.03.2007

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut