*Bu sayfa, değişik arkadaşlarımızın Risale-i Nur'dan aldıkları derslerden hareketle yazdıkları yazıları paylaşmak amacıyla tasarlanmıştır.

Evet ‘sanat’, ama nasıl?

İÇ DÜNYALARININ zenginliğine, his âlemlerinin ise yoğunluğuna kesinlikle kâni olduğum bir grup mü’mini, uzunca bir zamandır, Risale-i Nur’dan beslenen bir sanat üslubu ortaya koyma çabası içinde görüyorum. Risale-i Nur’a muhatap olan ve sanat kabiliyeti bulunan bazı kişilerin münferiden, bazılarının ise bir ihvan grubu dahilinde üzerinde çalıştığı bir husus bu...

Varoluşa dair kendi sorularına Risale-i Nur’la cevap bulmuş insanların böylesi bir çabası, en basit anlamıyla, bir şefkat halinin tercümanı olarak mütalaa edilmeli. Zira, bu çaba, varoluşa dair aynı temel soruları el’an yaşıyor olan yahut ileride yaşayacak olan insanların doğru bir adres bulması, fıtratlarına dercedilen iman ve ubudiyet tohumunun çorak topraklarda mahvolmaması gibi özlemler barındırıyor.

Lâkin, şefkat ve hamiyet yüklü bu çabaya mukabil, henüz ortaya emsal teşkil edebilecek türden örneklerin konulabildiği kanaatinde değilim. Bu, ortadaki eserlere karşı bir kadirnâşinaslık gibi görülebilecek ise de, sözkonusu kanaatimi ifade etmeyi elzem görüyorum. Her ne kadar "mebde’ ile müntehâ"yı buluşturmanın; ilk yapıp en mükemmel yapmanın Resûl-i Ekrem’e (a.s.m.) has bir mucize olduğunu bilen biri olarak ilk örneklerde en mükemmeli arayan biri değil isem de; mükemmele giden yolda çok fazla yol da alınamadığını, zira ciddi bir ‘yönelim’ zaafı ile mâlul olunduğunu düşünüyorum. "İnsanlar bizi anlamıyor," "Ellerinin yetişmediği şeye düşman oluyorlar," "Cemaatler fikri, sanatı ve özgünlüğü mahvediyor!" kabilinden yakınmaları ise, haklı veçheleri barındırıyor olması ihtimaliyle birlikte, esasen, bu aslî zaafın tesbitini iyice engelleyen bir unsur olarak görüyorum.

Açıkçası, meselenin kaynağını dışarıda gören bir yaklaşım, bana göre, sözkonusu zaafı yok etmiyor; bilakis besliyor.

Bana göre, meselenin belki şahdamarı hükmündeki husus, "Risale-i Nur adına bilim" yapma çabasına giren bazı dostlarımızın iyiniyetle ama dikkatsizlik eseri olarak düştüğü bir zaafın benzerini teşkil ediyor. Hiçbir imanî endişesi olmayan, bilakis maddeci felsefeden beslenen insanların oluşturduğu bir bilim paradigması dahilinde kaldıktan sonra nasıl ortaya marifetullahı her zerresinde teneffüs ettiğimiz kevnî çalışmalar ortaya konmuyor, bilakis "Şundan şu çıktı, bundan bu oluştu, bu kuvvet bunu çekti, bu kanun böyle yaptı" gibi açıklamalardan sonra, âdeta bir yapıştırma sûretinde en sonunda "Görüyor musunuz? İşte bunları Allah yapıyor" gibi bir sonuçla meseleyi bağlamak durumunda kalınıyor ve dolayısıyla Risale-i Nur’un sunduğu Kur’ânî paradigma ile bilim yapılmış olmuyor ise, birilerinin sanat tarifine râm olarak işe başlandığı anda da, ortaya çıkan sonuç ister istemez özgünlükten de, kemâle erme potansiyelinden de mahrum kalıyor.

Halbuki, "Esmâ-i Hüsnâ" kelimesinde de özetlendiği üzere, kâinatı çalışan bilim ile "esmâ"yı tanıma (marifetullah), o esmânın "hüsnâ"lığını bize en iyi gösterecek olan sanat ile de kâinattan "esmâ-i hüsnâ"yı okuma sürecini tamamlayarak muhabbetullaha ulaşma gibi bir imkân var önümüzde.

Hem, "hüsn-ü mücerred" gibi, hakikatın muvazenesini ifade eden; akıl ve kalbe, bilim ve sanata beraberce bakan kavramlar Risale-i Nur’un en merkezî kavramları arasında yer aldığı halde, ne derece çalışıldı, ne şekilde anlaşıldı, dünyalarımızda ne gibi sanat cevherleri uyandırdı? Öte taraftan, bizim "belâgat" tarifimiz ile Risale-i Nur’un "belâgat" tarifi örtüşüyor mu? Yoksa biz de Muhâkemât’ın tufeylîlere izafe ettiği bir belâgat tarifinde mi kaldık?

Gerçekten Risale-i Nur’dan beslenen, marifetullahtan muhabbetullaha yol açan, "hüsn-ü mücerred"in tercümanı bir sanat için, bana göre, aşılması gereken nice berzah, ulaşılması gereken nice menzil mevcut.

Rotanın bu yöne doğru olması; bu minvalde "Unsûru’l-Belâgat"ın da dikkatle okunması gerekiyor.

Daha en başta sâfiyeyi kâfiyeye feda eden; "nazm-ı mâânî"ye bedel "nazm-ı lâfz" ile yetinen; lâfızperestlik, üslubperestlik gibi zaaflar taşıyan; çok anlamlar ifade eden mısra-i berceste’ler ile her tarafa çekilebilir muğlak ifadeleri birbirinden ayırt edemeyen bir çizgiye düşülürse, "Risale-i Nur adına" olduğu söylense de, gerçekten Risale-i Nur’un adına yakışır birşeyler ortaya çıkması zor.

Fakat, Risale-i Nur adına bize "esmâ"nın "hüsnâ"lığını öğreten sanat eserlerinin ortaya çıkması da bir zaruret.

İnşaallah, sanata istidadı olan dostlarımız ve sanata meyyal genç kardeşlerimiz, ‘nur-u kalb’ ile ‘nur-u fikr’i mezceden bir kıvamın izini sürer de bu işi başarırlar...

  17.01.2004

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut