Ne kadar zengin olabilirsiniz?

"Ne kadar zengin olabilirsin?”

Ve kendi kendime şu cevabı veririm:

“Ne kadar zengin olduğunuz, kendinize ne kadar müsaade ettiğinizle orantılıdır. Allah'ın bütün yaratıklarının bütün yaratıklarına ait olduğunu düşünmenizle orantılıdır. Evrene sahip olmanızla orantılıdır.”



EVİMİZ, MAYIS’TAN Eylül’e kadar rengarenk çiçeklerin süslediği bir ufak tepenin güneye bakan yüzünde. Çiçekler arasında dolaşıp, kokularını duymayı, nazik yapraklarını okşamayı ve şişman balarılarının çalışmasını seyretmeyi severim. Burası benim düşünmeyi sevdiğim yerlerden biridir. Elma ağacının dallarının gölgesindeki ihtiyar bir kütük, eski, gri bir ambarın yanındaki küçük sıra da oturup düşünmeyi sevdiğim diğer yerlerdir. Buralarda durur, düşünür, sorular sorar ve kendi kendime cevaplar veririm:

Neden bütün uçan şeyler o kadar zariftir—düşen bir yaprak, sallanan bir örümcek ağı, bir parça devedikeni pamuğu neden zariftir? Çünkü kendilerinden çok yüksek bir kudretin iradesine boyun eğmişlerdir. Ölü bir kütüğün etrafında neden bütün bu tomurcuklar bu kadar canlılıkla yetişirler? Çünkü hayatın kudreti, ölümün kudretinden çok daha büyüktür.

Bir köşede oturup bunları düşünürken, uzaktaki, damların üzerinden görünen tarlaları, ormanları, vadileri seyreder ve kendi kendime sorarım:

Bu toprakların sahibi kim? Kirchdoerfer’lerin buğday tarlasının üzerinde uçan şu kartal, Schonhoff’ların çayırında otlayan şu inek kime ait? Herkese ve hiç kimseye. Onlara ben sahibim, siz sahipsiniz, herkes sahip olabilir. Çünkü asıl anlamıyla toprağa kim sahip olabilir ki? Bir kuşun tüylerinin renk ve simetrisini, bir ağustosböceğinin şarkısını, bacadan çıkan dumanı? Bütün bu güzel şeyler, toprakta yetişen şeyler, gökyüzü ve rüzgârın bunların yetişmesi için işbiliği yapması.. hepsi Yaratıcının bir fiili değil midir?

Ancak, pratik bir tarafım, azarlar gibi:

“Ama sen Schonhoff’ların çayırına girip ineği eve getiremezsin. Schonhoff’ların bir ineğini satamazsın” der.

Fakat zihnimin dünyevî mantığın ötesine uçtuğu günlerde, kendi kendime:

“Doğru” derim. “Fakat ben ineklerin sabahleyin tepenin üzerindeki ahırdan kuyruklarını sallayarak, sıçrayarak çıkışlarını, öğleyin serin gölgelikte yatışlarını, güneş batarken memeleri sütle dolu, yuvalarına dönüşlerini görebiliyorum. Onların böğürmelerini duyuyorum. Onların dizlerine kadar suya batmış resimleri zihnimin duvarlarında asılı. Bütün bunlarla, benim de ineklerin sahipliğine ortak olmadığımı kim söyleyebilir?”

Sahip olma hakkında, her zaman bu duygulara sahip olmadım. Ben sahip olmak için, kanuni kağıtlar, kasalar, paralar lazım olduğunu düşünüyordum. İlk defa Hollyhock Hill’e geldiğimizde, tapusu elimizdeydi ve arazimizin etrafına dikenli tellerle bir çit çevirmek bize doğru gelmişti. Birçok yıllar, büyük çınarları, meşe ağaçlarını, onların göğe doğru uzanışlarını, ufukta görünen papatya tarlalarını pek farketmedim. Bizim otlarımız ne kadar yeşildi. Ağaçlarımız ne kadar sıhhatli ve dimdikti. Bacamızdan yükselen duman, bize aitti.

Sonra, bir ilkbahar günü, dışarıdan bir bitki getirip onu kendi arazimize dikmek isterken, toprakta bir at nalı buldum. Kazmayı biraz daha derine vurunca, bir Kızılderili oku ucu buldum. Eğer toprağı kat kat kazarsak, bizden önce bu toprağa sahip olmuş insanların hatıralarını bulacağımızı hissettim. Sahip olmak mı? İlk defa bu kelimeyi şuurlu bir şekilde düşündüm. Birden bir gün başka insanların burada yaşayacağını, toprağımızın onların olacağını anladım.

Önceleri bu acı bir düşünceydi—sanki sessiz bir hırsız arazimize girmiş, kıymet verdiğimiz şeyleri çalmış gibi... Fakat tam o sırada komşumuzun arazisinden bizim araziye bir kuş uçtu ve ötmeye başladı. O arada içimde birşey uyanarak, bana:

“Ben bu kuşun şarkısına sahibim. Çünkü bu şarkı her duyana ait değil mi? Başka ne şekilde bir insan bir kuşun şarkısına sahip olabilir?” diye fısıldadı.

Baktım; şimdiye kadar dikkat etmediğim ağaçlara hakikaten, gören gözlerle baktım. Onlar sanki hafif rüzgârda başlarını sallıyorlar, ayrıldığım hakikî dünyalarına beni tekrar kabul ediyorlardı.

İşte o gün, çitlerimizle rüzgarı hapsetmeye, evrenin bir parçasına egoistçe sahip olmaya çalıştığımızı ve gerçekte kendimizi oraya hapsetmeyi başardığımızı anladım.

Orada taze bir toprak yığını yanında oturup kendimle bir sözleşme yaptım. Bundan sonra çitler ve tapular benim komşunun arazisindeki büyük ağaçlara sahip olmama engel olmayacaktı. Bundan sonra bir kuş benim arazimden uçup gittiği zaman, şarkısını kaybetmiş olmayacaktım. Dünyanın öbür ucundaki Kaşmir vadisinde koyunların üzerinde parlayan güneş, benim için parlayacaktı...

O günden beri, çitlerin olduğu yerden yürürken, kendi kendime sorarım:

"Ne kadar zengin olabilirsin?”

Ve kendi kendime şu cevabı veririm:

“Ne kadar zengin olduğunuz, kendinize ne kadar müsaade ettiğinizle orantılıdır. Allah'ın bütün yaratıklarının bütün yaratıklarına ait olduğunu düşünmenizle orantılıdır. Evrene sahip olmanızla orantılıdır.”




(Jean Bell Mosley)

  23.02.2007

© 2021 karakalem.net, İsmail Örgen



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut