Pabucu dama atma görevi

Mehmed Boyacıoğlu

FAKÜLTEDE, GENEL Ekonomi dersinde, yanılmıyorsam, devletin fiyatlara müdahalesi konusu vesilesiyle hoca bize, “pabucu dama atılmak” deyiminin menşeine dair şu rivayeti anlatmıştı: loncalar halinde teşkilatlanmış olan meslek erbabı, kendi içlerinde, bu gün oto kontrol ya da öz-denetim dediğimiz prensibi uyguluyor, meslek mensuplarını kontrol ediyor, belli kriterlere göre yeterli bulmadıkları mal ve hizmeti üretenlere gerekli cezaları veriyorlarmış. Mesela, ayıplı ayakkabı üreten esnafın ayakkabısı dükkânın damına atılırmış. Böylece onun ayıplı mal yaptığı teşhir edilerek, ileride daha dikkati olması sağlanır, böylelikle de insanların ondan zarar görmesi önlenmeye çalışılır imiş.

Burada benim dikkatimi çeken iki husus var. Birincisi, ayıplı ayakkabıyı teşhir edenin ayakkabıdan anlayan bir kontrolör olması. İkincisi de, hatalı ayakkabı üreten birinin varlığı bahanesiyle bütün ayakkabıcıların itham edilip onların dükkânlarının kapısına kilit vurulmamış oluşu.

Bugün de pabucu dama atmak modadır. Ama bir farkla; bugün geçerli olan, sadece hatalı pabucu dama atmak değil, ayıplı ayakkabı yapanın şahsında bütün ayakkabıcıları suçlamaktır. Bunu da, maalesef ayakkabı deyince akla en son gelmesi gerekenler yapar.

Bugün, ayakkabıya karşı olanlar, belki de yalınayaklığı teşvik dernekleri veya federasyonları kurmuş bulunanlar, kalkar ayakkabı imalatçılarının hatalarını sayıp dökerler.

Bu kadar alegoriden sonra sadede geleyim:

Din istismar ediliyor diyorlar, kabul. Ama, bunu diyenler istismar edilen dinin neresindeler? Hem de dinî hayatın yaşanması hususunda hiçbir gayreti olmayan, ya da tersi yönünde gayretleri olan bir medya kuruluşunda yazıyor veya konuşuyorlar.

Dinde farklı yorumlar, anlayışlar telakkiler var. Amenna, lâkin, bunu diyenin gerçek dini anlamada ne gibi bir gayreti vardır? Yalancı peygamber var diyor. Gerçeğini (sav) anlamada, hayatını örnek edinmede ne çabası vardır bunu diyenin? Gerçek peygambere gelen vahiyle arası nasıldır, ezberinde kaç ayet veya sure vardır, Kurân’ı yüzünden okuyabilir mi?

Demek istediğim, insanları, kendilerine uzak olan hususların, günlük hayatlarında haliyle hallenmedikleri şeylerin, semtine yanaşmadıkları kurumların istismarı niye ilgilendiriyor ki?

Bankaya – girmek zorunda kalıyorsa - sol ayakla girmesi gereken bir mümini, faizlerin aşırı yükselmesi ya da düşmesi yüzünden oluşan üçkağıtların, istismarların ilgilendirmemesi lazım gelir.

Dinin semtine uğramayanların; dinî bayramlara rastlayan ‘tatilleri’ Batı şehirlerinde şampanya patlatarak kutlayanların dinin istismar edilişinden, kurbanlarda fiyatların fahişliğinden ya da uygunluğundan söz etmeleri boş konuşmadır.

Demem o ki herkes kendi semtindeki istismarcının halinden haberdar olsun. Her kesim kendi üçkâğıtçısının pabucunu dama atsın.

Meselâ ben kendi “semtim”den başlayayım:

On yıl asgarî ücretle çalıştırdığı işçiyi, verdiği uyduruk tazminatla savuşturup yerine yeni yetme işçileri tekrar asgari ücretle alabilen ‘dindar’ fabrikatörler var. Çalıştırdığı yazarın telif hakkını en son gün vermek için elinden geleni yapan İslâmî yayıncılar bulunuyor aramızda. Manevî nüfuzunu istismâr ederek her dediğinin doğru olduğuna herkesi inandırmaya çalışan cemaat önderleri var. Yine, manevî nüfuzunu astları üzerinde kullanarak, devlete veya kendine ait bazı malları bedavaya getiren dindar bürokratlar içimizde yer edebiliyor. İstihdam ettiği becerikli hattatı işten el çektirip, onun yerine bir lise mezununu çalıştırarak yayıncılıkta kâr ettiğini sanan tüccar zihniyetli yayıncılar var.

Ama, bu olumsuzluklar beşerî ortak paydamız olan nefse teslimiyet yüzünden var. Olumsuzlular var diye ne dinin tamamına hücum ederiz ne de dindarları toptan hedef ediniriz.

Bize düşen, “yakınımız”dan başlayarak yanlışa düşeni ikaz etmek, dinin ve dindarın gerçek kimliğiyle ortaya çıkışını engelleyen hatalara düşmemeye ve düşürmemeye çalışmaktır. Laik kesimin de yapması gereken budur. Onlar da, - eğer varsa- prensipleri, onlara aykırı davranan “yakınları”nı uyarsınlar.

Yani herkes kendine zarar veren istismârcıya engel olsun, olamıyorsa, ‘kol kırılır yen içinde’ demeyip ‘pabucunu dama atsın’. Bir başka deyişle, pabucu dama atmada lokallik esas olsun.

O zaman, Goethe’nin benzetmesiyle, şehirlerimiz manevî yönden daha temiz olabilir. Hem de, herkesin ve her kesimin kendi hüviyetiyle ortaya çıkma şansı olabilir. Bu da, umulur ki barışın tesisine yardımcı olabilir.




Not: Geçen yazıdan bir tenkit aldım. Ben, o arkadaşın dediği anlamda yazmayı zaten düşünüyordum. Ama “iğneyi kendimize, çuvaldızı başkasına batırma” sırasını, niye ise, tersine çevirmişim.

  18.02.2007

© 2021 karakalem.net, Mehmed Boyacıoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut