DİMAĞDAKİ İLMİN MERTEBELERİYLE İLGİLİ TENKİT ve CEVABI

Halil Köprücüoğlu

(Kıymetli kardeşim Murat beyin, “Bilginin yaptırım gücüne ulaşması” ile ilgili bu sitede yayınlanan 4 yazım için yazdığı haklı tenkitleri ihtiva eden mektubuna verdiğim cevabî bir yazıdır.)



MUHTEREM KARDEŞİM,

Sizin, yazıma tenkit yazmanızı öğrenince o kadar sevindim ki anlatamam. Hem kalbime karşı bir kalp bulma; hem de kendimi değerlendirme fırsatı yakalamam açısından çok heyecanlandım.

Ancak işlerinizin çokluğu sebebiyle olsa gerek kalbinizden damlayan satırlara ulaşamadım. Her nedense 1111’de de yayınlamadılar. Sizi tekrar rahatsız ettim, yazınızı talep ettim...

Ama bu alem-i kevn-i fesadın dürüst muradı yok. Bu sefer benim İstanbul’a üniversitelilerin okuma programına yardımcı olmak gayesiyle oralara gelmem, o mekanlarda Internet olmayışı, programın çok yoğun ve vazifemin bana oradan ayrılmak hususunda zaman vermemesi sebeplerinden yazınıza kavuşamadım.

Belki de ahir ömrüme kadar da ulaşamayacağım, vasıtalara ihtiyaç duymadan da, samimi muhataplarımın kalplerine ulaşabilme hasletim olamadığından esbap külliyen sukut etti. Yunus, Eyyüb, İbrahim AS.’lar gibi de yüksek sırlı duaları tam bilemediğimden; bilsem de onları O zatlar gibi hâlisane, tam teslimiyetle söyleyemediğimden acziyetim bütün şiddetiyle devam ediyor. Bu sayede şaşırmaktan da bir derece korunuyorum.

Manisa’ya dönünce de 2-3 gündür torunlarımın ateşli seyreden rahatsızlıkları ile ilgilenme mecburiyetim sebebiyle yazınızı ancak cevaplandırmaya çalışıyorum

Seviyeli ve samimi tenkitlerinizi alerres vel ayn; Diyar-ı Bekirlilerin, daha doğrusu şarklıların tabiriyle “Bâşım üstüne…” kabul ediyorum.

Ben de affınıza sığınarak kalbimden geçenleri hiçbir firene tabi tutmadan aynen size aktarıp huzurlarınıza gelmek istiyorum.

  1. Zihin yerine dimağ, düşünce yerine ilim'i muhafaza etmenin doğruluğuna katılıyorum. Sadece çok geniş bir spektruma hitap etmenin gereği olarak böyle düşünmüştüm.Ancak ilmin yerini, düşüncenin alması hakikaten imkansız.R.Nurlardaki bazı tâbiratın muhafazasına çalışmanın dilin selameti açısından da, sıhhatli ifade edebilme yönünden de lüzumuna inanmakla birlikte, bir çok kelimenin, mesela dest-gâh yerine tezgâh kelimesinin tercih edilmesinin, kullanılan, yaşayan dil bakımından daha doğru olacağını da düşünmeden edemiyorum. Keşke sizler gibi arkadaşlarımla beraber olabilsek de bu, belki de biraz teferruat gibi görünen, ama elbette önemli ayrıntıları ihtiva edebilen manaların gereklerini daha doğru yapabilseydik…İkazınız için Allah razı olsun.

  2. “(tahayyül,) tasavvur, taakkul, tasdik... bilebildiğim kadarıyla kelamcıların ve felsefecilerin bildiği ve hemen hepsinin ittifak ettiği adımlar. “diyorsunuz.-Tevazu için söylemiyorum- Ben sizler kadar R.Nurlar ve mütemmimi eserler dışında fazla eser okuyamıyorum. Hatta Metin ve Salih beylerin dediği ”Fazla konuşmamak, hisleri birilerine fazla aktarmamak; daha ziyade yazı yazarak tatmine yönelmek doğrudur. Yoksa yazı yazmakta güçlük çekersiniz…”tarzındaki fikirlere doğru olsalar da uyamıyorum. Daha fazla, akşamları bir yerde sohbete katılmak, bir yerlere hizmet gayeli gitmek, birlikte mütalaalar yapmak gibi bir yol haritam var. Bu tür bir faaliyet dönüşünde de geceleri geç vakitlere kadar eserleri okumak, bilgisayarda R.Nur metinlerinin yazılımlarıyla oynayıp mütalaalarda bulunmak gibi bir tarzı tercih ediyorum.

    Ancak buna rağmen ciddi sayıda da kitap okudum. Dergi ve gazetelerden de ciddi makale takip ederim. Bu konuda Üstadımız gibi yazanı nedense göremedim. Fethullah hocam bile Kalbin Zümrüt Tepelerinde (!) hem basamakların sıralarını, hem basamak sayısını, hem de basamak isimlerini sanki değiştirmiş gibi…

    Eğer söylediklerinizin kaynaklarını da gönderirseniz çok sevinirim, istifade ederim. Çünkü bu çalışmam henüz çok eksik…

  3. “Tahayyül'den önce ne var. Ya da hayallerimiz nereden geliyor “ derseniz, ben daha çok bütün duyu organlarımızla oluşan birikimlerimizin önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum.

    "...manalar kalbden çıktıkları vakit, suretlerden çıplak olarak hayale girerler; oradan suretleri giyerler.." ‘i ben şöyle değerlendirebiliyorum.

    Bütün manalar kalpte vardır da her şey oradan alınır, diye anlayamayız zannedersem. Kalbe de, zahiri ve batınî duygularla alınan veriler taban oluşturuyor zannedersem. Orası ana merkez olsa gerek. Ancak oradan suretlerden çıplak olarak Hayale giriyorlarmış…halbuki bizim kültürümüze göre Kalbimiz nasıl bir zemin ise, nasıl bir ortam ise ona uygun suretler alıyorlar olmalıydı. Yani müşahedatımıza tabi oluyoruz. İslamiyet suyu ile iska edilmiş ise ona göre suretler giyiyorlar. Merkeze göre şekilleniyorlar diye anlıyorum. Merkez kimlerin eline geçerse onların efkarı hakim oluyor. İman hakimse çok farklı oluyor. Kutsi kaynaklar hakimse yol haritalarını o çiziyor. Her şey ona göre mâkes buluyor.

    Fakat, sanki burada farklı bir şey anlatılıyor gibi geliyor bana. Yaşayışımız esnasında zahiri ve Batıni latifelerimize, duygularımıza, teçhizatımıza muhatap olan süliyetler, manalar, veriler, eşya, olaylar; her şey; hard diskte kayıtlı diğer dosyalarla eşleştiriliyor sanki. İşte bu sırada bu eşleştirme esnasında önce kalpten çıplak çıkıyorlar. Klasörlerden safi olarak, çıplak vaziyette alınıyorlar. Hayalle muhatap ediliyorlar. Bu sırada daha önceki kayıtların boyasıyla sıbgalanıyorlar, şekilleniyorlar, suretleniyorlar…

    Hiç göremeyene renk anlatmak galiba imkansız olsa gerek, Mukayese etme, ettirme imkanı da olamaz. Ene bile onun için verilmiş denebilir. Nispî hakikatlere hep mukayeselerle anlaşılmıyor mu.

    Hayaller yaşayışımızla, birikimlerimizle alakalı olsa gerek…

    “bu oldukça önemli geliyor bana, zira aynı şeylere bakan iki insanın bambaşka bilgilere (safsata veya yakîn) ulaşmasının kalblerinin ve niyetlerinin farklılığından ileri geldiğini anlayabiliyoruz. “ diyorsunuz. Ancak cümleye göre kalpten çıplak çıkıyorlar denilince burada farklı bir şey anlatılıyor olsa gerek.Çünkü kalp onları şekillendirmemiş ki, çıplak çıkıyorlar.

    Elbette bu, birikimlerle, kalpte hakim olan tarzla da alakalı olsa gerek. Ancak bu daha ziyade zihin mertebelerini hakkiyle yaşayıp tamamlamakla ilgili olsa gerek. Enenin açılması gerçekleşmiş ise, iska edilme uygun kaynaklardan oluyorsa elbette onların tesiriyle şekillenme olacaktır. Görüntü, tecessüm ediş tamamen farklı gerçekleşecektir. Bir başka deyişle Zühreleştirilmiş bir yapıyla feyiz almak ancak Zühre seviyesinde gerçekleşebiliyor. Hakikatın künhüne asla ulaşamıyorsunuz. Kainattan gelen manalar abesiyete inkılap ediyor. Zaten bu yazının konusu olan 7 mertebenin anlattığı, bu meseledir. Sizin ifadenizin bir başka tarzda ifade edildiği başka bir versiyonudur.

    Hayaller bütün latifelerimizle algıladığımız verilerle alakalı, Ancak onların değerlendirilmesi kalbin nasıllığıyla ilgili gibi…

    Netice olarak, bu vesvese ile ilgili cümle için, hayalin kaynağı açısından, tam kanaat vermiyor gibi diyebilir miyiz acaba…

  4. “…nur-u akıl kalbten gelir... bir diğer ifadeyle, modernlerin veya felsefecilerin hep ihmal ettiği kalbin akıl yürütmedeki aslî rolü ortaya çıkıyor... “ sözlerinizi de yine bu yazının konusu olan 7 mertebe, mültebis basamakların ifade ettiği şeylerin bir ayrı ifadesi, daha kısa belirtilmesi gibi görüyorum. 3. basamaktaki Akıl elbette 5.basamaktaki İzan mertebesinden tastik alamaz ise kıymeti ortaya çıkmıyor. Değerlendirmeleri zayıf kalıyor.Nurlanamıyor. Çalışma ve değerlendirmeleri, onun tahlil sonuçları, tastik edilmiyor. Çünkü Kalp komutan, merkezî bir cihaz. Onun tastiki olmayınca İltizam ve daha sonra İtikata genellikle geçilemiyor.

    Hatta burada notalardaki Su,Hava ve Nur gibi oluş aklıma geliyor. İman tamamen gayba oluyor; ona ait faaliyette radikal davranır, akılla tereddütler içerişinde bir tetkike kalkışırsanız manalar size açılmıyor; adeta aksine, kaçıyor. Ona müteveccih olmak, teslimiyet, kalben meyl, kalbin sezgisiyle kifayet etmek, gerekmiyor; zaruret derecesinde şart oluyor. Kalbin tarzıyla gitmemiz, onun yönlendirmelerine tâbi olmanız gerekiyor. Söz, onundur; yetki onda bulunuyor. Bizim bu bilgiye uygun davranmamız zaruret halinde bir durum. Kutsi kaynaklardan nem’alanan bir kalp, esaslı bir kalp oluyor. Onun komutasında ki bir akıl nurlu bir akıl oluyor. Yoksa her şeyden fitne çıkaran bir tehlikeli alet derekesine iniyor.

    Ancak yine tekrar ediyorum ki, burada sadece kalp meselesini değil de başka durumları da ele alarak zihin (dimağ) mertebeleriyle daha geniş manalar ortaya konuyor. Bilginin (ilmin) karakter haline gelmesi, yaptırım gücüne ulaşması, İtikat olması bu 7 mertebeyle adeta ince bir örgü halinde anlatılıyor.

  5. “taakkulde bîtaraf olmak, taakkulden çıkan bir hal değil, sanırım taakkul'un bir özelliği. yani, akıl yürütürken şıklar arasında tarafsız olarak akıl yürütüyoruz. aynı şekilde, tasavvurda, bîbehre.- bunda çok ısrarcı değilim,- ama behre'yi nasip değil de pay ve hisse olarak anlamak daha uygun. “ diyorsunuz.

    Burada da biraz farklı düşünüyorum. Bîtaraf olmak Taakkulün bir özelliği değil, çünkü basamaklarda sıhhatli gidilirse taakkulden böyle bir netice çıkmıyor ki. Sadece tek başına olursa, kalbin tastikine mahzar olmaz ise, İz’an basamağını geçemezse, tek başına kullanıldığında bu basamaktan o zaman bitaraflık tezahür ediyor. Metne dikkat edilirse daha iyi anlaşılır. Buyurduğunuz gibi manzum oluşu biraz insanı zorluyor galiba.Veya ben öyle sanıyorum…

    Tasavvurda da, yalnız başına müstakil bir Tasavvur –bu basamaktaki bilgi- bîbehrelik doğuruyor. Yoksa sıhhatli, yaptırım gücüne ulaşmış bir bilgi, 7 basamaktan başarıyla geçmiş bir uygulama sonucunda Tasavvurdan bibehrelik olmaz. Öyle bir iddia söylenmiyor. O basamak İtikadın su basmanı gibi,temelleri gibi oluyor. Basit bir mertebe, önemsiz bir basamak olarak algılanmamalı deniliyor sanki...

  6. “ .. tasavvur aşamasında sadece, insan nesneler hakkında bilgi sahibi olur. “ fikrinizde de biraz farklı düşünüyorum. Burada daha ince anlatım gerekli. O makalemde bunu görmek mümkün. Ancak o yazıda o kadar ifade edebildim. O dediğiniz “nesneler hakkında bilgi sahibi olmak” sanki Tahayyülde gerçekleşiyor gibi. Tasavvurda bizden de bir şeyler var sanki. Diğer yazıma baksanız iyi olur. Tekrar anlatmam zor olacak.

  7. “sürecin sıhhatli işlememesi durumunda, üstadın deyimiyle "mezcine muktedir" olunamadığı takdirde, her basamaktaki özellikler ilim'e giden yolda engel de olabilir.” Fikrinize ise tamamen katılıyorum. Yazımda da bunu anlattım.

Muhterem kardeşim sizinle satırlarla ve Turgutlu’da Hüda-Deha seminerinizde olmaktan inanın çok memnun oldum. Keşke sizinle ayni şehirde yaşasaydık. İnşallah o da gerçekleşir. Satırlarda beraber olarak, “Birimiz dünyada, birimiz ahirette de olsak beraberiz” manasını gerçekleştiririz inşallah. Kasemle temin ederim ki sizi seminerinizden sonra çok gerilerde olduğumu daha iyi anladım. En azından yazılarınızı daha iyi takip ederek beraber olmaya çalışacağımdan emin olabilirsiniz.

Manisa okuma programlarında buluşmak dileğiyle, iki cihan saadeti vermesini Cenab-ı Haktan temenni eder, dualarınızı beklerim. Allah’a emanet olunuz.

  14.02.2007

© 2021 karakalem.net, Halil Köprücüoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut