*Bu sayfa, değişik arkadaşlarımızın Risale-i Nur'dan aldıkları derslerden hareketle yazdıkları yazıları paylaşmak amacıyla tasarlanmıştır.

Büyük Buluşma

DİN İLE hayatın birçok zihinde bölündüğü ve ayrıştığı seküler bir çağın aklıkarışık insanlarına bir kılavuz olarak telif edilmiş bulunan Risale-i Nur’un en büyük başarılarından biri, iman ile İslâm’ı bir bütünlük, tenasüp ve muvazene içinde beraberce sunabilmesidir.

Risale-i Nur’un en temel özelliklerinden biri olan bu bütünlük, meselâ Otuzbirinci Söz’deki İslâm tarifinden ("Sâni-i mevcudat ve sahib-i kâinat ve Rabbü’l-âlemîn olan Hâkim-i Ezel ve Ebed’in marziyyat-ı rabbâniyyesi olan İslâmiyet"); Yirmidördüncü Söz’de açıkça ifade edildiği üzere, Kur’ân’la gelen ilâhî emirlerin ve sünnet-i seniyyenin esmâ-i hüsnâ ile râbıtasını kurmasından ("Şeriat ve sünnet-i seniyyenin ahkâmları içinde cilveleri intişar eden esmâ-i hüsnânın her bir isminin feyz-i tecellisine bir mazhar-ı câmi’ olmaya çalış..."); ve bilhassa Onbirinci Söz’deki muazzam tahlilden rahatlıkla okunabilir.

Şems sûresinin verdiği ders-i imanî ile yazılan bu risalenin, "hikmet-i âlemin tılsımını ve hilkat-i insanın muammasını ve hakikat-ı salâtın rumuzunu" aynı anda beraberce anlatıyor olması, bu bağlamda, son derece anlamlıdır. İlerleyen sayfalarında âlemin yaratılışının Cenab-ı Hakkın cemal ve kemalini görmek ve göstermek istemesi sırrına; âlemin yaratılışındaki bu hikmetin tahakkukunun ise, o âlem içinde zîşuur bir nâzır olarak insanın yaratılışına; insanın bu sırrı tahakkuk ettirmesinin ise namaz ile doruğuna ulaşan hâzırâne ubudiyet haline bağlandığı Onbirinci Söz, iman ile İslâm’ın, kâinat ile insanın, din ile hayatın içiçeliğini, ayrılmaz bir bütün olduğunu, parçalanamazlığını öğretir.

Sütunu taşmama gibi bir kaygının sözkonusu olduğu bir köşe yazısında, Onbirinci Söz gibi bir risalede dile gelen bütünlüğüóanlayabildiğimiz kadarıyla olsunóaktarabilmek zor. Lâkin, gerek Onbirinci Söz’de, gerek Risale-i Nur’un bütününde mevcut olan iman-İslâm bütünlüğünün bir veçhesini bir derece dile getirmek yine de mümkün.

Dikkat edilirse, beş vakit namazın farz kılındığı Mi’rac-ı Nebevî’ye dair Otuzbirinci Söz’deki İslâm tarifi, kâinat ve esmâ-i hüsnâ talimi yüklüdür. Nedir İslâm? "Sâni-i mevcudat ve sahib-i kâinat ve Rabbü’l-âlemîn olan Hâkim-i Ezel ve Ebed’in marziyyat-ı rabbâniyyesi"dir. Demek ki, İslâm’la gelen ve yirmidört saatimizi ve tüm ömrümüzü nasıl yaşamamız gerektiğini, neleri yapıp nelerden sakınmamız gerektiğini bildiren ilâhî emirlere hakkıyla râm olabilmenin yolu, bir kere mevcudata bakıp Sâniini, kâinata bakıp Sahibini, âlemlere bakıp Rabbü’l-âlemîni, zaman ve mekânın seyr ve seyline bakıp Ezel ve Ebedin Hâkimini tanımakla mümkündür. İşte İslâm, içinde bizim de olduğumuz şu kâinatın Sahibinin, aralarında bizim de olduğumuz mevcudatın Sâniinin, bizim de içinde bulunduğumuz âlemlerin Rabbinin ‘marziyyat-ı rabbâniyye’sidir. İslâm’ın, óOnbirinci Söz’e dönersekómeselâ namaz emrini yerine getirmemiz iledir ki, âlemin yaratılış hikmetini ve insanın yaratılış sırrını tahakkuk ettirmiş oluruz. Yirmidördüncü Söz’e atıfta bulunursak, şeriat ve sünnet-i seniyyenin her bir emrine tâbiiyet ile, bu sır inkişaf ve tahakkuk eder; zira, her bir emr-i ilâhî ve sünnet-i nebevîde, esmâ-i hüsnâya dönük bir yüz vardır.

Belki hâlâ daha kapalı kalan bu bahsi, bir derece daha açacak olursak: Risale-i Nur’da kâinat ayrı, insan ayrı değildir. Din bir tarafta, hayat bir tarafta durmaz. "İbadet ayrı, ticaret ayrı" değildir. Risale-i Nur müellifi, sözgelimi, kâinata bakıp ism-i Adli tefekkür eder; ve bu şekilde edindiği marifet-i ilâhîyi hayata tercüme eder. Allah Adl isminin müsemmâsı ise, kâinatta görünen tedvin, tevzin, tanzim, takdir ve kıst bunun şahidi ise, insanın da hayatında ölçülü davranması, adaleti ihtiyar etmesi, israftan uzak durması, ifrat ve tefritten sakınması sonucuna ulaşır. Bu sır ve bütünlük iledir ki, mevcudatın Sânii ve kâinatın Sahibi olan Rabbü’l-âlemîn ‘marziyyat-ı rabbâniyyesi’ olan İslâmiyet ile bize "Adaletli olun. Mizanınızı bozmayın" diye emretmektedir. Keza, kâinat Rabbimizi Tâhir ve Mutahhir isimlerinin burcunda Kuddûs olarak tanıtıyorsa, kullara da düşen, temiz olmaktır, temizlemektir, temizlenmektir, maddî ve manevî kirlerden uzak durmaktır. Nitekim, temizliğin namazın aslî şartı oluşunun, Resûl-i Ekrem’in temizlik konusunda gösterdiği titizliğin, Kur’ân ile gelen "Allah temizlenenleri sever" vâkıasının ve hadis ile gelen "Temizlik imandandır" sırrının ardında, işte böylesi bir esmâ-i hüsnâ talimi vardır.

Zannımca, bugün apaçık ortada duran iki mesele; ilâhî emirlerióiçindeki derinliği, zenginliği, kâinatla ve fıtratımızla olan bağını, esmâ-i hüsnâ ile doğrudan ilgisini kurmaksızınózoraki ve ağır aksak yapma vâkıası, veyahut yapamama hali bu durumla ilgili bulunuyor. Bu meselelerin açılması için de, iman ile İslâm, din ile hayat, kâinat ile insan arasındaki zaten mevcut bütünlüğün, bizim zihinlerimizde yeniden inşası gerekiyor.

Öte yandan, Risale-i Nur, seküler bir çağda, bu bölünmüş bütünün parçalarını yeniden buluşturmanın yolunu ve usulünü öğreten bir eser olarak, bu yönüyle de açılmayı ve anlaşılmayı bekliyor.

  17.01.2004

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut