KARANLIK GEZEGENİN AYDINLIK ÜMİTLERİ

Abdurreşid Şahin

EVVEL ZAMAN içinde, zaman duman içinde, gören gözler kör olmuş ahir zaman içinde. Her şey tersine dönmüş, giden aranır olmuş. İyiler masallarda, kötüler pazarlarda, doğru karaborsada, tezgâhlar yalan dolmuş. Tene para veren çok, ruha –yandan bile olsa- bakan yokmuş. Yok yokluğunda dursun biz varlığa bakalım. Felaket tellallığını biz bırakalım.

"Ahir zaman işte, başka ne beklenir ki" demeyelim, kopmamış kıyametten ümidimizi kesmeyelim. Rabbimizi Rahman bilip kötü zan beslemeyelim. Her işte bir hayır vardır; gözünden perdeyi kaldır. Şu uçsuz bucaksız semalarda bakalım ne işler vardır. Masallarda hep evvel zamanlar varmış. Madem zaman tersine dönmüş, biz de zamana uyup “mış” “mış” ları bırakıp ”acaklara, eceklere” bakalım. Dedik ama…

Neler olmayacak ki neler. Zamanı gelince insanlar şehirlerarası yolculuk yapar gibi gezegenler arası gezeceklermiş. Gezegenleri sahirler, sihirbazlar istila edecek, cinlerin de yardımıyla insanları hipnotize edeceklermiş. “Yaaa öyle mi?” demeyin, bütün bunlar olacakmış. Üstelik bu sahirler akıları başlarından aldıktan sonra herkesi bir araya toplayıp çok katlı karanlık mağaralara tıkacaklarmış. Sonra da onlara işkence edeceklermiş. Kulaklarına zarları çatlatırcasına bağıran gürültülü cızırtılar, boğazlarına saman tadında iştah kaçıran zehirli yiyecekler tıkacaklarmış. Tüm bunlar yetmezmiş gibi her gün, günde yirmi dört kere "Her yer karanlık, her şey gürültü, her şey tatsız!” diye bağırıp insanları karanlığa şartlandıracaklarmış. Sürekli karanlıkta kalan insanlar artık görme duyusunu yitirip gölgelerin karaltılarından başka bir şeyi göremeyeceklermiş. Saman tadına alışan dilleri gerçek tatları tadamaz olacakmış. Kulakları bazı sesler dışında cozurtudan başka bir şeyi algılayamayacakmış. Artık her doğan karanlığa doğacakmış. İnsanlar kutular içinde seyahat edip toprağın kokusunu bile duyamayacaklarmış. Bir de en kötüsü insanlar bütün bunları misk ü amber bilip aksini söyleyeni yanlarından kovacak ya da hapse atacaklarmış. Hatta türlü işkenceler yapıp öldürdükleri de olacakmış. Herkes sanal dünyalarda banal hülyalar peşinde yanıp tutuşacakmış.

Bütün bunlar olacak mı, demeyin. Zira müneccim değilim. Ben sadece gördüğümü söylerim. Geleceği nereden bilebilirim.

Sahi nerde kalmıştık; acak’larda, ecek’lerde değil mi? Şimdi ben size bir soru sorsam ne dersiniz? Bütün bunlar olduğunda siz orada bulunsaydınız ne yapardınız? Orada olanlar düşünsün, ben şimdiyle ilgileniyorum, diyorsanız vay halinize. Bu konuda bir an önce çare-i necat bulsanız iyi edersiniz. Yoksa çok geç kalmış olabilirsiniz.

Ateş bacayı sarmış, dumanı evlerimizde tütüyor. Erken çıkanın canı çıksın, derler. Bazıları bazı şeyleri erken söyledi diye taşlanmış olabilir. Şimdilerde körler bile görüyor fakat eller bağlanmış. Yangını söndürecek su bulunmuyor ya da suya koşacak takat kalmamış. Köre, rengi istetmek şöyle dursun anlatmak bile imkânsızlaşmış. Artık hakikatlere rağbeti celbetmek için masallar anlatır olduk. Zira çıplak hakikatlerin recme uğradığı devirleri yaşıyoruz. Yalan, pazarlarda gırla satılır olmuş. Artık işten ziyade lafa bakılır olmuş. İşi yapan değil, konuşan kazanır olmuş. Ne diyelim kargaların türediği yerde pislik revaç bulurmuş. Güvercinin ağzında taşıdığı zeytin dalında koyun tezeği üremiş. Kısacası zaman ahir zaman olmuş. Ahir zamanda felaket tellalları çok olurmuş. Biz de kalabalığa uyup boşa çene yormayalım. Allah’tan ümit kesilmez. Yeisle tarlaya tohum ekilmez. Ekense ürünü görmez. Görse de bereketini ve kıymetini bilmezmiş.

Şöyle dışarıya bir çıkın, etrafınıza bir bakının. Betonların arasından gökyüzüne yöneltin bakışlarınızı. Ya da yol kenarlarında her şeye rağmen, taşları delercesine yeşermiş ümit otlarını, çiçekleri, zehirli gazlara rağmen yaşamaya direnen ağaçları seyredin. Her şeye rağmen yine de güzeller değil mi? Hâlâ Rabbin merhametini haykırıyorlar karanlık betonlar arasından. Hiç ümitlerini yitirmemişler. Her şeye rağmen kendilerine bakıp Rabbe şükredecek iki çift göz için var olmaya devam ediyorlar. Peki biz niye varız acaba? Onların bu çabalarına yardım edip bir ümit de biz ekmeyelim mi? Ne demişler efendim, karanlığın en şiddetli anı aydınlığa en yakın olan andır. Yeter ki her yerde ümidin çiçeklerini yeşerten Rabbimizden ümidi kesmeyip üzerimize düşeni yapalım.

Ey tohumu çatlatıp onu yeşerten ve ey ağaçları çiçek ve meyvelerle ümitlendiren Rabbim! Ümide en çok muhtaç olduğumuz bu ahir zamanda bizleri ye’sin karanlıklarında bırakma Rabbim. Biliyoruz ki ümidini yitirenin yitirecek bir şeyi kalmamıştır. O yitmiş ve kendi kendini yitirmiştir artık. Biz her şeye rağmen Senden ümit besliyoruz. Zira rahmetinden ümit kesmememizi emreden Sensin. Biz nasıl Senin emrine karşı koyabiliriz. Biz Senden değil, Senin her şeye rağmen yolladığın rahmetini görmek istemeyen nefsimizin aldatmasından korkuyoruz. Bizi nefsin oyunlarından koru ve onu Sensiz bırakma Rabbim. Amin.

  08.01.2007

© 2021 karakalem.net, Abdurreşid Şahin



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut