Haccı dolu dolu yaşamak - 2

Halil Köprücüoğlu

HZ.İBRAHİM AS. Makamı’nda, sanki mucizenin tecessüm etmiş bir şekli fanus içindedir. O mübârek taşı, üzerinde ulül’azm bir peygamberin ayak izi olan o büyük taşı, Kâbe’nin ilk ustası Hz. İbrahim AS. iskele olarak kullanmış. Değil mi ki Hz. İbrahim AS. ona değmiş, ona basmış. Değil mi ki Kâbe’nin yapılışında kullanılmış, bu kutsiyet için kafi değil mi…

Allah’ın emri, evlâd-ı iyâlimizi, ıssız bir çöle terk etmek olsa, böyle bir emre kaçımız bu netlikte, bu kadar tereddütsüz uyabiliriz? Seslenen Cennet Hatununa, nefsine güvenmeyip, emre uyamama korkusundan dolayı, geri dönüp bakmadan, İlâhi emre uyarak, onları Allah’a emanet edip gidebilen O zata ait izlere, o yüksek imanın, o müthiş iz’ânın hatırlanılması için bakıp bu mânları idrak edebilenlere, bu ahlakla ahlaklaşabilenlere binlerce maşâllah, barekâllah. O mekânda namaz kılmayı, o idrak ve iz’ana rapt-ı kalp yaparak, o mânâya biat ederek yapabilenlere ne mutlu.

Telefon başlarındaki heyecanı siz de muhakkak yaşayacaksınız. Ayrılık insanları yakıyor. Ayrılığa tahammül çok zor.

Ya ebedî ayrılık ! Ebedî ayrılık, tahammül edilemeyecek kadar zor… Ona muhakkak çare aranmalı. Belki de en iyi çare olan kulluğu, çok iyi yapmalı ki ebedî bir hayata, dostlarla beraber nail olmalı. Ayrılıktan kesin olarak kurtulabilmeli. …

Ne mutlu müminlere ki Allah onları muhatap kabul etmiş, her an, her yerde, aracısız, jetonsuz, beklemeden muhatap olma imkanını vermiş. Elimizi açar açmaz veya namaz ile huzuruna çıkınca, hemen karşı karşıyayız. Bunun ne müthiş bir ayrıcalık olduğunu idrak edip bu imkandan âzami istifade edenlere bin maşâllah.

Hira ! Gurebânın şimdilerde yollarını işgal ettiği, Resulullah’ın vahiyle ilk muhatap olduğu mekan. Belki de bu vahiy muhatabiyeti öncesi göğsünün açılıp, maddî manevî temizlendiği yer. İzdiham, çile yeri. Peygamberimiz yıllarca buralara gelip belli süreler yalnız kalmış, tefekkür etmiş. Kalben, ruhen muhasebede bulunmuş. Hira, adeta İtikafa girmiş gibi, Rabbi’ni düşünmüş gibi mânâların, farklı boyutların zemini.

İdrak, böyle sarp, sessiz yerlerde mi açılıyor acaba.. Her şeye rağmen buraları görmek, asırlar öncesini anlamakta, bu zeminleri tefekkürde kullanmak, büyük saadet, büyük avantaj. Evlerimizin bir köşesini mesai tanzimi içinde Hira yapıp, O Zatın nurunu yirminci asırdaki âyinesi olan Nurlardan görmeye çalışmak inşâllah bizlere nasip olur. Ciddi bir mesai tanzimiyle, önceliklerin belirlendiği, keyfiyetin ağırlığını koyduğu, yakîn hasıl etmek için modern Hıra’larla dolu bir hayatı Allah hepimize nasip etsin.

Belki siz de bizim gibi bir şehit ve bir kaç gaziyi görerek ilerlediğiniz, bir kaç defa düşüp kalkarak ulaşabildiğimiz başka bir zirve olan Sevr’e çıkmayı deneyeceksiniz. Fakat tavsiyemiz çok dikkatli olun. Sıhhatiniz müsaitse çıkın. Burası hem fizikî hem manevî bir zirve. Sizlere de idrakin zirvelerinden bir zirve olur inşâllah.

Sevr Mağarası’nın bulunduğu Sevr Dağı, Mesaj filminde seyrettiğimiz gibi şehrin biraz dışında, hemen yolu kenarında bir tepecik değil. Şehirden çok uzak. Çok dik, çok zor yollardan çıkabiliyorsunuz oraya. Düşmeler, kalkmalar, yol arkadaşlarınızdan bazılarının hastalandığı, öldüğü meşakkatli bu yolları Allah’ın en sevgili kulu ASM nasıl aşmış. O ulviyetine, o makbuliyetine rağmen, feryat etmeden, ye’se düşmeden, sabırla, nazlanmadan, bıkmadan, gayretini eksiltmeden, sevgisine noksaniyet getirmeden, bütün esbap sükût ettiğinde bile asla ümitsizliğe kapılmadan nasıl ilerlemiş. Sadece yapılması gerekeni yapan, yürüyen, dağa tırmanan, ilerleyen, adeta her tarafı açık gibi bir mekana, Sevr Mağarasına son sebep olarak sığınan, adeta esbaba müracaat etmiş olmak için, fıtrî şeriata uyan, bir ayrıcalık beklemeyen Hz.Muhammed’i ASM iyi düşünün. Burada O’nun büyüklüğünü, O’nun iman gücünün bir başka yönünü anlayacak, massedecek, gayretlenecek, O ahlakla ahlaklanmaya çalışacaksınız. Bu halleri, yıllarca çok özel, çok güzel haller olarak hatırlayacak, her seferinde tekrar tekrar yeni lezzet ve gayretler alacaksınız.

Burası Peygamberimizi üç gün korumaya vesile ve mazhar olan bir mağaradır... Esbabın bitişiyle burada hıfz-ı İlâhinin perdesiz olarak, güvercinle, örümcekle zuhuru söz konusu olmuş. Siz, burada, adeta en aciz varlıklarla, en zayıf unsurlarla bile, bir kavmin, bir milletin, top yekûn olarak küfrün, bütün saldırışını, gayzını durdurabileceğini gösteren Allah’a, imanınızı da yenileyerek hamd etmelisiniz.

Eğer biraz düşünürseniz, Cenâb-ı Hakkın: ”Hiçbir durum karşısında telaşa lüzum yok, bana güvenirseniz en güçlü hücumları, en basit, en aciz, en zayıf sebeplerle, örümcekle, güvercinle def ediveririm. Zaten geçmişte de, Ebrehe’yi, Ebabil kuşlarıyla; Firavunları, Nemrutları, karıncayla, sivrisinekle yerle bir etmemiş miydim! İstersem arzı yüzlerine çarpabilir; güneşi kafalarına vurabilirim.” deyişi gibi bir mânâyı, İlâhî gücü, burada bizzat gözlerinizle görüyor, duyuyor, anlıyor olacaksınız.

İnşâllah bu mânâ vicdanlarımızda da mâkes bulur, bizlerde de ahlak haline gelir. Belki ümitsizliğin küfür oluşu bundan dolayıdır. Allah’ın gücü sınırsızdır. Ümitsizlik onu sınırlı kabul edip korkmak değil midir.

Belki “..imanın derecesine göre hadisâtın tazyikinden kurtulur...” mânâsını da burada düşünmek çok doğru olur.

Mağara önünde çektireceğiniz fotoğraf, bu mânânın sabitleşmesi, istikrarı anlamındadır; o poz verişiniz, O’na râm oluş mânâsınadır, Resulü Ekrem ASM. gibi teslimiyete karar verişinizin güzel resmi olur inşâllah. Gerçi her şeyimiz hatta kalbî hatıratımız, en ince detaylarıyla zaten kaydediliyor. Allah bu idrakle yaşatsın.

Büyük ihtimalle, tavafta çarpıştığımız zarif, fakat iri yarı, zengin, insan güzeli bir Sudanlı olacak. Bir şavt sonra anlaşmışçasına hediyeleşecek, helâlleşecek, dillerinizi bilmediğiniz halde ağlaşıp “helal, helal” diye diye bağırışacaksınız. Bir birinize sarılacak, öz kardeşinizle yıllar sonra karşılaşmışçasına birbirinizi bütün gücünüzle sıkacaksınız. Ellerinizi iç içe kavuşturup, musâfahâ edip, tekrar tekrar sallayacak, argo tabiriyle tarzanca, “Dua et” anlamında ellerinizi semaya açarak işaretleşecek, ağlaşacaksınız. Tekrar tekrar sarılacak ve sonunda göz yaşlarınız ile adeta mutabakata varacaksınız.

Belki de tesbihatı farklı bir telaffuzla, ama çok düzgün okuyan Malezyalı hanımın, mânâyı anladığı için olsa gerek ki ağlayışı karşısında dayanamayıp tesbihatınızı ona hediye edeceksiniz. Muhtemelen onun da ağlayarak teşekkür etmesine şahitlik edeceksiniz.

Veyahut çok zorluklarla getirdiğiniz İngilizce Risalelerden hediye ettiğiniz dev gibi bir zenci, Amerikalı bir Müslümanın, bükülerek mahviyetini; ağlayarak kalbi hüşyarlığını ortaya koyuşu, sarılması, kemiklerinizi çıtırdatması, adeta iman kardeşliğinin müthiş gücünü ifade etmesi karşısında çok etkilenecek bundan büyük kuvvet kazanacak, gurur duyacaksınız.

Hatta bir Bengaldeşli, ya da bir Hinli, veya bir Özbek ile veyahut da Suudda okuyan büyük ihtimalle bir İngiliz ile dil birliğimizin olmayışı, bir yabancı dil meselâ Arapça veya İngilizce’yi iyi bilmeyişinize, veyahut da tahsilli cahilliğinize yanacaksınız. Ama her hâlükârda bazı Arapça tabirlerle, tarzanca da olsa, bazen hal diliyle, bazen göz yaşlarıyla, bazen de mimiklerle, jestlerle muhakkak anlaşacaksınız.

Bütün bunlarla adeta ayrı bir boyuta geçiş yapacak, müthiş lezzetler, Cennetî bir halet-i ruhiye hissedeceksiniz. Bu kadar kardeş size inanılmaz kuvvet kazandıracak. Şimdiye kadar bu mânâyı hissetmediğinize çok üzüleceksiniz. Artık dualarınızda bu mü’min kardeşlerinize de yer vermeyi ihmal etmeyeceksiniz. Onlar da büyük ihtimalle ayni tarzı sizler için ihtiyar edeceklerdir muhakkak.

Sanki sarılmalarda, musafahalarda bir sır var. Kalp ritimlerimiz birbirlerini etkiliyor, birlikte senkronize oluyorlar. Makinaların, bilgisayarların, hatta telefonların Kızıl Ötesi ışıklarla bilgi aktarışı gibi kalplerden kalplere , hatta beyinlere sanki bir şeyler akıyor. Allah için birbirini sevmenin dünyevî lezzet boyutu bu olsa gerek.

Bu hal büyük kitlelerde olur da,”..Toplu vursa yürekler onu top sindiremez “ mânâsını Allah nasip eder inşâllah. Bu mânânın, dünyadaki büyük tezahürleri yanında, âhiret boyutu kim bilir nasıl olur. Allâh’ın Hz.Musa’ya AS. Tur dağında “Bana ne getirdin “diyerek sorduğu, sonra da arzusunu belirttiği “Allah için sevmek” böyle olsa gerek.

Hac boyunca sık sık mahşerî kalabalık içinde yer bulmaya, yer tutmaya çalışacaksınız. İstinat edecek birilerini arayacak, sığınılacak bir güç, iltimas edebilecek bir kudret bekleyeceksiniz. Bir yer temin etmekte bile müthiş aciz olduğunuzu anlayacaksınız. Heyhat. Allah’a sığınmanın mecbur olduğu mahşer günü ne yaparız. Ya reddedilirsek ne olur. Bu kaybedişin yerini ne doldurur. Meşakkatleri yaşarken, bunları hatırlatan mânâları yakalayacaksınız. Dualar....Hâlisiyetin ve takvanın hakim olduğu bir hayat için dualar edeceksiniz....Göz yaşlarıyla beraber dualar, çırpınışlar, yalvarışlar... Allah daim etsin.

Hislerin en fazla galeyana geldiği an, Arafatta’ki Vakfe’dedir... Bu Vakfe Haccın en önemli menâsikinden, en önemli farzlarındandır. Meşakkat burada biraz artar. Çadırlarda kalmak, değişik sıralarda beklemek ve müthiş izdiham. Sanki kıyamet kopmuş, Haşir Sabahı olmuş gibi bir mânâ yaşarsınız.

Ancak bir farkı var. Artık Haşir Sabahı af kapıları kapanmış oluyor. Ama burada ise affın panayırı var. Çünkü Arafat’ta ihlaslı, samimi dua edenler, affolarak geri dönerler inşâllah.

Bütün günahlardan ve onların çirkin yüzlerinden, bütün dertlerimizden, hatalarımızdan; öfkeden, bayağılıktan bizleri kurtar Allâhım. Bu mukaddes beldelerin hatırına, rızan için dökülen göz yaşları hürmetine, Resul-ü Ekrem’in hürmetine bizleri, size layık bir kul, Peygamberimize layık bir ümmet eyle. Öyle yaşat, öyle öldür, öyle haşret.

Medine! Peygamberimiz Hz. Muhammed’e en kritik zamanda kuçak açan, en candan dost olanların, O’na “Malınız malımızdır; canınız canımızdır” diyecek kadar çok sevip, sahip çıkanların beldesidir. Mekke’nin 425 km.kuzeyindedir.

ASM. on üç yıl kadar kalmıştır. İslâm Medeniyetinin temelinin atıldığı; Kur’ân’ın senâsına mazhar olan, onlara tâbi olanların Cennet ile müjdelendiği, savaşta bile cemaatle namaz kılmayı terk etmeyenlerin beldesidir Medine. Bu şehrin hâlis insanları O’nun ordusuna asker, devletine memur, medresesine talebe, arkasında cemaat olmuşlar. O’nun sohbetinde bulunmuş, O’nunla sıbgalanmış, boyalanmış, ahlaklanmışlar.

Burası, O’nu ana ve babasından daha çok sevmiş insanların, O’nun yolunda yaşayıp O’nun yolunda ölmüş olanların, Sahabe-i Kirâm’ın memleketidir.

Vahiy bu topraklarda gelmiş, bu modern dünyada bile hâlâ hayal edilemeyen Asr-ı Saadet burada yaşanmış. Burada ölenlere Resul-ü Ekrem’in ASM. şefaati, vacip oluyormuş. Buranın tozu-toprağı bile, ASM.’ın ifadesiyle “ Şifa’dır “ve O muhteşem son risalet, burada yaşanmıştır.

Kısacası burası Kâbe’den sonra en mukaddes mekânlardandır.

Medine, ayni zamanda Mescid-i Nebevi ismiyle maruf, Resulullah’ın mübarek cismini ve Ashab-ı Suffa’nın mübarek ikametgahlarını içinde bulunduran saadet mekânıdır..

Mescid-i Nebevi ise, lâhutî bir mekan, göz yaşlarının tutulamadığı, başka bir ifadeyle dillerin kifayetsiz kaldığı, göz yaşlarının konuştuğu harika bir zemindir. Temiz, serin ve harika plânıyla ruhlara inşirah veren cennetî bir yerdir. Kırk vakit namazın manevî kimyâsıyla ruhların temizlendiği bir başka boyut ve adeta Melekût alemi denilen o farklı boyuttan bir huzur zeminidir.

Mescid-i Nebevî ! Müthiş, farklı, güzel, derunî, maddeden ziyade manevî; ama bizim aczimiz sebebiyle ancak maddî boyutlarla görebildiğimiz, kelimelerin aciz kaldığı bir ortam, başka ve ulvî boyutlardan lahûtî bir mekan, çok bir farlı zemin.

Müthiş bir temizlik, adeta pis şeyler orayı mekan ittihaz edemiyor. Bembeyaz mermerler, yüksek sütunların diplerinden Uhud’da, Uhud Şehitlerinin iz’anlarının, imanlarının serinliğiyle soğutulan havanın, küçük naylon parçalarına çarparak sütun diplerinden hışırtıyla gelişine dikkat edin. Abdurrahman Huzeyfî’nin sanki on dört asır öncesinden okurcasına terennüm ettiği Allah kelamının büyüleyici, lahutî titreşimlerine kendinizi bırakın...

Bütün İslâmî, İmânî mânâların zihinden geçişi ve yine göz yaşları, göz yaşları.. Bitmeyen, dinmeyen göz yaşları. Hırsları, hasetleri, öfkeleri, adavetleri, her türlü kiri pası, menfilikleri, kazûratı, cehennemî haleti, sınırsız ve ölçüsüz arzuları silip süpüren; ruhu teskin eden, insanı başka boyutlara, yakîn hasıl eden başka bir atmosfere taşıyan göz yaşı damlaları.. Böyle mânâların ifadesi ancak böyle olabiliyor galiba.

Mescid-i Nebevî, Peygamberimiz, Ebu Eyyûb’ül Ensari’nin evinde geçici olarak ikâmet ederken yaptırılmış küçük bir mescit iken, zamanla etrafına ailesi için evler yapılmıştır. Taş temeli olan, kerpiç duvarlı, üstü açık, bir köşesi hurma dallarıyla kapalı imiş. Burada sadece İslâma hizmet için bulunan ve çoğu zaman Peygamberimizin hizmet ettiği Ashab-ı Suffa kalırmış. İlk defa Hz . Muaviye ile başlayan ek inşaatlarla, şimdilerde bir külliye haline gelen mekânın ön tarafında kalan kabrin üzerindeki Yeşil Kubbeyi, 2. Mahmut yaptırmıştır.

Burası hem İslâm muallimlerinin yetiştiği medrese, hem İbadethane, hem Şura Meclisi, hem İlim Merkezi, hem Mahkeme, hem İkâmetğâh, hem de cemiyetin her derdinin dinlenilip, her işinin görüldüğü yer; kısacası bir Devlet İdaresi Kompleksi ‘dir.

Dünyanın en büyük mabedi olan burada kılınan namaz 1.000 kat daha faziletlidir. R.Ekrem’i ASM. mübarek Nâşını içinde barındıran; Cennet Bahçesini (Minberiyle Kabri arasını) ve Ravza’yı içinde bulunduran bu muhterem mekanın minberi için, Peygamberimiz “Benim ayağım Firdevs cennetlerinin bir bahçesi üzerindedir” demiştir. 100.000 m² ‘lik alanıyla ayni anda, kapalı kısımlarda 400.000 kişi namaz kılabilir.104 metrelik 10 minaresi, 27 adet, geceleri açılır Hareketli Kubbesi vardır. Bazı boşluklarda da otomatik açılan–kapanan dev şemsiyeler mevcuttur.

Allâh’a adanan o nezih hayatların beraber geçtiği, aynı mânâyı paylaşanların, can dostlarıyla beraber mübarek naaşlarının da beraber bulunduğu Mescid-i Nebevî’de dualarınız çok farklı olacak, idrakiniz çok yükselecek. Çinli Müslümanların, dev cisimleriyle tenakuz halindeki mahviyetleri, ağlayışları, diz çöküp saatlerce süren duaları, sizi başka bir hâle taşıyacak. Ve siz de kendinizden utanacak, bol göz yaşlı farklı bir feryada başlayacaksınız.

”Ya Rabbi ben hiç dua etmemişim, edememişim. Aczimi mi anlayamadım. Rabbimin büyüklüğünün mü farkına varamadım. Vazifemin güçlüğünü, ağırlığını mı bilemedim. Kendimi garantide görme gafletine mi düştüm.” diyerek çok ağlayacaksınız.

Onların dış görünüşleriyle perişan, fakat ruhlarıyla çok yüksek seviyede olduklarını; aklınızla, kalbinizle, vicdanınızla hissedeceksiniz. Çok yüksek mânâlar öğrendiğiniz bu Çinli ağabeylerinizin, hiç anlayamadığınız dillerinden, en iyi bildiğiniz ana dilinizden bile daha iyi bir şekilde, ruhunuzda ma’kes bulacak kadar tesirli olarak, acizliği, mahviyeti, O Rabb-i Rahîme yalvarıp sığınmayı, duayı, kulluğu, belki de Bediüzzaman’ın ”Dua bir sırrı ubudiyettir “sözünün mânâsını çok iyi idrak edeceksiniz. Hâzâ min fazlı Rabbi...Allah daim etsin.

Peygamberimiz, Resul-ü Ekrem’e ASM. her şey râm olmuştur. Dağlar taşlar, ağaçlar, O’nun emrine uymuşlar. Dile gelip konuşmuşlar. İşte O’nu gölgelendirmek için üstünde gezinen, O’nu vefatından sonra bile 1 hafta bekleyen bulutun, bu güzel hâli hâtırasına, o bulunduğu yere Gamâme (Bulut) Mescidi’ni yapmışlar, O’nun adını vermişler. Bu mânâyı tahattur edip nasıl bir Resul’ün arkasından gittiğimizi idrak etmeliyiz.

Zaman zaman perdeler zorlanacak, incelecek, şeffaflaşacak... Fakat heyhat, bir türlü kalkmayacak....Yakîn tam hasıl olamayacak....Hz.Ali misüllü “Perde-i gayp kalksa yakînim ziyâdeleşmeyecek” diyebilecek ilme de ulaşamadığımızdan perişan hallerimiz bir türlü bitmeyecek....

Keşke o anları artırabilsek, keşke uzatabilsek, Zübeyir Gündüzalp ağabeyin dediği gibi ” Tutup, geçip gitmesine müsaade etmeyebilsek.” Keşke kullukta terakki etsek, “Kazandığımızla sevinmemeyi, kaybettiğimizle üzülmemeyi” gerçekleştirebilsek, buralarda misafir oluşumuzu, davranışlarımızda, hayatımızda tezahür ettirecek kadar anlayabilsek.

Dünyayı, kesben değil de kalben terketmeyi yaşayışımıza tatbik edebilsek. Kalbe sadece O’nu almayı, her şeyi O’ndan sonra değerlendirmeyi, O’nun isteklerine göre değerlendirmeyi; emaneti O’na satmayı bir becerebilsek. Bu hali bir yakalayabilsek, hayatımızın değişmeyen prensibi yapabilsek.

“İz’ân-ı kalble beraber, faydalı, nâfi ilim ver Yâ Rabbi.. Bu Hac sayesinde bizlerin idrakini aç, bizi Size layık bir kul, Peygamberimize layık bir ümmet, Üstadımıza lâyık bir talebe eyle..Amin..”

Kur’an tefsiri olan Nurlu Kitapların bu mahşerî kalabalıkta değeri daha da parlıyor. Buralarda bazı insanlar, bazı Şark Müslümanları, sanki öncelikleri karıştırmışlar. Mukaddes beldelerin yakınında olmalarından mı, ünsiyetten mi bilinmez, bir lakaytlık, bir değer kargaşası olduğunu siz de görebilirsiniz. Sanki bizler kutsiyetin daha farkındayız gibi.

Birilerinin, daha ziyade sakal bırakmak, namazda safların sıkı olması, kıyamda yanındakiyle ayakları birbirine deydirmekle meşgul olduğunu; bazılarının, sadece kutsal mekânları ziyaret etmenize, boynunuzda kaybolmamak için tedbir olarak taşıdığınız künye gibi şeylere bid’at deyip, onları önlemeye çalıştığını görebilirsiniz.

Tahiyyat’ül mescit namazı kılmanın önemini anlatmak vs. dışındaki çok önemli mesâil hiç de dertleri olmayan bazı müminlere rastlayabilirsiniz. Allah bizlerin de bütün müminlerin de iz’ânını açsın. Hakîm ismini hepimizde tecelli ettirsin, öncelikleri kavratsın. Muktezâ-i hâli öğretsin, Haccı, müminlerin bir umumi kongresi haline çevirip, Âlem-i İslâmın dertlerinin görüşüldüğü bir zemin haline getirmeyi nasip etsin, inşâllah.

Cenab-ı Hak, yaptığımız Hac ve Umre sayesinde her türlü fakirliğimizi, her türlü günahlarımızı giderir; her hacıya verilen, ailesinden pek çok kişiye şefaat etme hakkını bizlere de verir; kötü söz söylemeden, günah işlemeden Hac yaparak dönmemiz sayesinde de anadan doğmuş gibi günahsız geri dönmeyi bize de nasip eder inşâllah.

Allah’ım,günahlar dilimizi tuttu.Emrine karşı itaatsizliğimiz,
utancımızdan ne diyeceğimizi bilemez hale getirdi.Şiddetli gaflet sesimizi kesti...
Ey,kendisine hiçbir şey ağır gelmeyen Allah’ım ,
Bizim her şeyimizi bağışla, Öyle ki bizi hesaba çekeceğin hiçbir şey kalmasın.
Ey, her şeyin dizgini elinde, her şeyin anahtarı yanında olan,Ey, her şeyi emri altında bulunduran Allah’ım! Bizim bütün günahlarımızı bağışla,şüphesiz Senin her şeye gücün yeter.
Allah’ım senden ayrı yaşamaktan,ve bayağı arzularımızdan sana sığınırız.
Bizi şeytani arzulardan koru. Beşeri kirlerden temizle.
Gaflet pasından, cehaletten gelen evhamlardan uzaklaştır.
Öyle ki, benlik ve enaniyyet tamamen yok olup, her şeyimiz Allah için olsun.
Allah’ım senden alıkoyan her şeyden bizi koru.Ey kusurları örten, ey günahları bağışlayan Allah’ım;
Seni hakkıyla tanıyamadık .Seni hakkıyla ve layık olduğun şekilde zikredemedik.
Sana layık olduğun şükrü yapamadık. Sana hakkıyla kulluk ve ibadet edemedik.
Seni hakkıyla tesbih edemedik.İsm-i A’zam’ın hürmetine, Kuran’ı Hakimin hürmetine,
Size layık bir kul, Peygamberimize layık bir ümmet ve Üstadımıza layık bir talebe eyle.
Nefis ve şeytanın şerrinden, kabir ve cehennem azabından koru.
Bizi günahlarımızın hacâletinden halâs eyle. Amîn, Amîn,Amîn...

  27.12.2006

© 2021 karakalem.net, Halil Köprücüoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut