Bir annenin duası

HASTANEDE OĞLUMUN başucunda kalmama, anne olduğum için değil, doktor olduğum için izin vermişlerdi. Rahatsızlığı şiddetlendiğinden, oğlum da, çocuk felcine yakalandıkları sanılan diğer çocuklarla birlikte, hastanenin özel bir koğuşunda gözlem altına alınmıştı.

Koridorun öbür ucundaki odalarda çocukların ağlaştığını duyuyordum. Zavallı oğlum, belkemiği muayene edilirken korku içinde “Anne” diye inlemiş, sonra da derin bir uykuya dalmıştı.

Muayene bittikten sonra uzman doktor bana döndü. Yüzünde yorgun ve üzüntülü bir ifade vardı:

“Çok üzgünüm doktor, galiba çocuk felci!” dedi.

Duyduklarıma inanamayarak yüzüne baktım. Başka bir çocuğun çocuk felcine yakalandığına inanabilirdim, ama bu felâketin kendi oğlumun başına geldiğine bir türlü ihtimal veremiyordum. Artık doktorluğumu unutmuş, hasta çocuğumun başında endişe içinde bekleyen bir anne olmuştum. Doktora:

“Henüz felç olmadı, değil mi?” diye sordum.

“Hayır, inşaallah olmaz” diye cevap verdi.

Sonra, yüzüme dikkatle bakarak:

“Siz eve gidip biraz uyumaya çalışsanız iyi olur” dedi. “Çocuğun halinde bir değişiklik olursa, haber veririz.”

Doktorun sözünü dinlemeye karar verdim. Saat gece yarısını geçmişti. Sabahın beşinden beri ayaktaydım. Salgının şiddetlenmesi yüzünden aralıksız çalışmıştık. Oğlumun kızarmış, zayıf yüzüne baktım. Beklemekten başka yapılacak şey yoktu. Çocuğumu kollarımın arasına alıp bağrıma basmak istedim. Bunu yapamayacağımı bildiğimden, hızla odadan çıktım.

Evimin kapısını açıp içeri girdiğim zaman, derin bir sessizlikle karşılaştım. Kocam, iş için şehir dışına gitmişti. Telaşlanmaması için ona oğlumuzun hastalığını bildirmemiştim. Hem, çocuğun halinde yarına kadar olumsuz bir değişiklik olmadığı takdirde, iyileşmesi ümidi artacaktı.

Sonunda bir uyku ilacı alarak yattım. Saatler sonra uykumun arasında telefonun çaldığını duydum. Yerimden fırladım. Başucumdaki saat dördü gösteriyordu.

Ahizeyi kulağıma dayayınca, telaşlı bir kadın sesinin:

“Doktor siz misiniz?” diye bağırdığını duydum.

Rahat bir nefes aldım. Oğlumla ilgili değildi telefon. Acilen bir hastaya çağrılıyor olmalıydım. Doktorun ben olduğunu söyleyince, ahizenin öbür ucunda derin bir sessizlik oldu. O zaman, beni çağıran kadının hastalarımdan biri veya hastalarımın birinin yakını olmadığını sezdim.

Kadın kendini toparlayıp bana çocuğunun durumunu anlatmaya başlayınca, bir çocuk felci vak’asıyla daha karşı karşıya olduğumu anladım. Kadının adresini aldıktan sonra hastaneye telefon ettim. Çocuğumun halinde bir değişiklik yoktu.

Uyuyan şehrin tenha sokaklarından geçerek o adrese doğru yol alırken kendimi büsbütün yalnız hissediyordum. Verilen adrese yaklaştıkça, evlerin seyrekleştiğini görüyordum.

Biraz sonra arabamı durdurdum. Elinde fener olan bir kadın hızla bana doğru koştu ve eteklerime sarılarak:

“Çabuk doktor, çabuk!” diye inledi.

Gözyaşlarıyla ıslanmış yüzüne baktım. Kadının genç mi yoksa ihtiyar mı olduğu anlaşılmıyordu.

Tek odalı eve girince, irkildim. Mesleğim dolayısıyla birçok fakir evine girdiğim halde, hiçbirinde bu derece perişanlık görmemiştim.

Kadının elindeki fenerin hafifçe aydınlattığı odanın bir ucunda iskelet kadar zayıf üç çocuk, üstü boş bir masanın etrafında oturuyorlardı. Odanın geri kalan kısmı karanlık içindeydi. Yalnız, gözlerim bir köşede duran yatakta kirli bir yorganın altında inleyen bir çocuğu seçebildi.

Yaklaşık beş yaşlarında olan çocuk, pek zayıf ve bakımsız görünüyordu. Muayeneyi bitirince tahminimde yanılmadığımı üzülerek anladım.

Kadına beni beklemesini işaret ettikten sonra evden çıktım. Civardaki dükkanların birinden hastaneye telefon ederek derhal bir ambulans gönderilmesini istedim.

Kulübeye dönünce diğer çocukları da muayene ettim. Onlar da son derece zayıf olmakla beraber, çocuk felcine henüz yakalanmamışlardı. Derken hasta çocuk ağlamaya başladı. Annesi kolumu yakaladı. Kadına gerçeği söyleme gereğini hissettim.

“Çocuğunuz çok hasta, fakat elimizden geleni yapacağız” dedim.

Anne, çocuğunun saçlarını okşadıktan sonra, bana dönerek:

“Dua edelim” dedi.

Senelerden beri doktorluk yaptığım halde, bana dua etmemi teklif eden bir hastaya rastlamamıştım. Bu kadının benim çok uzak olduğum şeylere çok yakın olduğunu hissettiğimden, teklifini kabul ettim.

Çocuklar ve anneleriyle birlikte ben de yere diz çökerek duaya başladım. Kadının kendinden geçmiş bir halde ve tatlı bir sesle söylediği dualar âdeta kalbime saplanıyordu.

Bir aralık hastanenin soğuk koridorları, doktorların ciddi yüzleri ve çocuğumun hayali gözlerimin önünde canlandı. Hastaneden çok uzakta olmama rağmen, âdeta çocuğumun başucunda durduğumu hissediyordum. Derken, kalbim duracak gibi oldu. Hayalimde, çocuğumun başını kaldırarak bana gülümsediğini görmüştüm.

Bütün kuvvetimi toplayarak bu hayalleri silkip atmaya çalıştım. Yanımda dua eden kadın ve çocuklarına baktım. Onların yüzünden okunan derin iman bana da tesir etmiş olacak ki, yüksek sesle:

“Allahım, Sen bu duaları kabul et!” diye yalvardım.

Duası bittikten sonra kadın doğrularak çocuğunun başucuna gitti. Hasta, sakin bir şekilde uyuyordu. Bunun üzerine, annesi bana dönerek:

“Gördünüz mü? Allah bizimle” dedi.

Söyleyecek söz bulamadım.

Çocuk, ambulansa yatırılırken uyanmadı. Geçen yarım saat içinde nefes alması ve nabzı normal hale girmişti. Kulübeden ayrılırken para çantamı annenin avucuna sıkıştırdım.

“Yarın size gene gelirim” dedim.

Arabama doğru yürürken başımı kaldırıp göğe baktım. Sabah oluyordu. Hastaneye yaklaşırken hiç korkmuyordum. İçimden bir ses, oğlumun bana bakarak gülümseyeceğini fısıldıyordu. Allah bizimleydi…




(Philip Collins)

  24.12.2006

© 2021 karakalem.net, İsmail Örgen



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut