SEMAVÎ DİNLER ve DİYALOG

Halil Köprücüoğlu

NESİL VE Yeni Asya Yayınlarında yer alan Peygamberimiz ASM.’ın hayatıyla ilgili iki ciltlik eserde Hudeybiye Anlaşması öncesi durum anlatılırken beni çok heyecanlandıran ve hayatıma ölçü olan bir yer vardır.

Müşriklerden anlaşma için Süheyl adlı bir zat gelince ASM. gelenin adına bakarak ”İşimiz kolay olacak” der; hayra yorar. Daha sonra O’nun anlaşma metni başına besmele yazılmasına karşı çıkmasını normal karşılar, ayni anlama gelen fakat onun da kabullendiği bir kelime yazar. Sahabeleri bile bunu anlayamaz tepki gösterirler. Hele metnin sonuna ASM.’ın ismi, (Allah’ın Resulü) anlamında Resûlullah diye yazılınca, Süheyl, yine itiraz eder. “Biz sizin Allah’ın Resulü kabul etseydik, zaten bu savaşlara lüzum kalmazdı” der. ASM. itirazı haklı bulur, kabul eder. Fakat en büyük sahabeler bunu ASM. rağmen kabullenmezler, ASM.’ın, silin emrini yerine getirmezler. Fakat ASM. kelimenin yazıldığı yeri göstermelerini ister, kendi elleriyle büyük infiale rağmen adını siler. Abdullah’ın oğlu Muhammed diye yazar. Diyalogun nasıl yapılacağını gösterir. Allah O’ndan razı olsun.

Asrımızda da Bediüzzaman Hazretleri 1950’lerde Patrikhane ziyareti ve Vatikan’a Risale-i Nurlardan göndererek bu faaliyeti ayni hassasiyetle devam ettirmiştir. Talebeleri O’nu aynen takip ederek yıllarca bu yolda çalışmışlar ve 90’lı yıllardan itibaren bunu Uluslar arası Sempozyumlarla dünyanın bütün ülkelerine, hem de Üniversiteler seviyesinde taşımışlardır. Allah muvaffak etsin inşallah.

Yıllar önce Dr. Ali Mermer Beyin İngiltere’deki Doktora Tezinin bir özetini Köprü Dergisinde okumuştum. Şimdi derginin sayısını veremiyorum. Bediüzzaman Hazretlerinin siyasî tarzının derinlemesine bir değerlendirmesini ve bunun insanlık için faydası anlamında sosyolojik tahlilini ihtiva eden güzel çalışma beni çok etkilemiş Üstad’ın ihlaslı gayesini daha iyi kavramıştım. Derginin internet adresinden bu eski sayıyı isteyenlerin bulabileceğini sanıyorum. Bu yazının muhtevasında o tezin de etkilerinin de olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Son Papa’nın ülkemizi ziyareti sırasında bizleri heyecanlandıran çok güzel şeyler oldu. İslamiyet’le, hatta Dinlerle ilgili yanlış ezberler bozuldu. Siyasî menfaatler uğruna zedelenen bir ilmî veri zihinlerde büyük ölçüde düzeldi. Dinin sosyal olguların en başında geldiği; Radikal ve cahil davranışlarla, yanlış hareketlerle bozulmuş bir halde iken kanaatler biraz olsun tashih edildi. Ancak bu olayın değişik TV. Kanallarında, değişik zeminlerde farklı algılandığını, farklı ifade edildiğini de üzülerek maalesef gördük.

Bir çok TV. kanalında ve basın organında Başbakanımızın, protokol kurallarını çiğneyerek Papa’yı uçakta karşılayıp, yanına kadar giderek büyük nezaket gösterdiğini; Papa’nın farklı zeminlerde çok dikkatli olarak kıyafet seçtiğini, rencide edici hiçbir davranış göstermediğini; İlk defa Türk Hava Yollarının uçaklarıyla seyahat ederek adetini değiştirerek önemli bir jest daha yaptığını; Ayasofya’da Kilise ile muhatap oluyor gibi davranmadığını, bir camimizde ise il müftüsüyle beraber saygıyla dua ettiğini; “Avrupa Birliğine girişimizin uygun olacağını, hepimizin Tek Allah’a inandığını” söylediğini, Müslümanlarla Hıristiyanlar arası diyalogun gelişeceğini….ifade ederken bir realiteyi belirtiyorlar, gerçeği doğru görüyorlardı.

Hatta bir Hukuk Dekanımızın, Ekümenlik meselesinin bile bazı çevrelerce büyütüldüğü gibi olmadığını, “Hıristiyanlıktaki Halifelik” anlamına benzer bir mânâ ihtiva ettiğini, bu kelimeden dolayı bize, sistemimize ters geldiği için fazla feryat edildiğini ifade etmesi bile çok olumlu, farklı değerlendirmelerdi.

Birçok basın organında Türkiye’nin hem ekonomik hem sosyal olarak AB. için önemli olduğu anlatıldı. Küllî bir akılla düşünenler, stratejik değerlendirmeler yapabilenler hep ülkemizin AB,’ye katılmasının önemini anlatıyorlar. Medeniyetler arası diyalog için maddî manevî faydalarını ortaya koyuyorlar.

Papanın konuşmaları elbette Hıristiyan Demokrat çevreyi ve kitleyi etkiler. Bu gibi haberleri istemeyen Fox TV ve içerdeki yandaşları gibiler sevinmese de; şimdilik üst seviyelerde devam eden bu faaliyetlerle inşallah dünyada barış ve huzur ortamı sağlanacaktır. Esasen kimse, hatta Papa bile bu diyalogu durduramaz, bozamaz. Çünkü Allah’ın vadine istinaden ASM.’ın verdiği gaybî haberi kimse değiştiremez.

Bazı kanallar ve insanlardan ise “Katolik ve Ortodoks düşmanlığının bin yıl sonra bizim yüzümüzden bittiğini, yeni bir Haçlı İttifakının oluştuğunu, bağımsızlığımıza zarar verildiğini, bir başka dinin temsilcisi için trafiğin alt üst edilişinin yanlış olduğunu, Peygamberimiz için yanlış ifadelerde bulunan birisinin ülkemize sokulmaması gerektiğini, O’nunla “Papa Hazretleri” kelimesiyle muhatap olmanın yanlış olduğunun vb. söylenmesi ise beni üzdü ve onları ve bu davranışlarını bütün gayretlerime rağmen anlayamadım, kabullenemedim.

Yıllar önce de bir vaiz efendinin o zamanki Papanın ziyareti için feryat ettiğini, dinimizin elden gittiğini, haykırarak kürsülerden söylediğini, bu söylenenlerin cami avlularında teyplerle hoparlörlerle herkese dinlettirildiğini görmüş çok üzülmüştüm. Ancak her şeye rağmen, o zamanki Papanın Müslümanlardan Haçlı Seferleri için özür dilemesi ve Şam’da Emeviye Camisinde Kur’an’la muhatap olması sebebiyle de çok ama çok sevinmiştim.

Rotterdam’daki bir diyalog çalışmasında da daha ilk toplantılarda, Hıristiyan gruba, onların eksik taraflarının, İncil’deki yanlışların anlatılmasından da büyük hata görmüş çok üzülmüştüm. Halbuki diyalog, ÖTEKİNİ tanımak, tanımaya çalışmak; ortak yönleri anlamaya, bulmaya gayret etmek, daha açıkçası empatik davranmak gerekmez miydi. Eğer niyet bağcıyı dövmek değil de üzüm yemek ise doğru davranış bu mu olmalı. İşte Bediüzzaman’ın, yıllar önce “Kur’an…size bütün bütün dininizi terk etmenizi emretmiyor. Ancak itikatınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat-ı diniye üzerine bina ediniz diye teklifte bulunuyor. (İ.İcaz,55-56) demesi tam bu nezaketi gösteriyor, kimseyi rencide etmiyor.

Bazı arkadaşlarımın,”İşte bu ziyaret esnasında görüldüğü gibi, bizim AB.’ğine giriş isteğimiz daha çok din özgürlüğü, ibadet özgürlüğü, inanç özgürlüğü, kıyafet özgürlüğü olacak diyedir.” demelerini şimdi daha iyi anladım

Moğolistan’da Nurlu Hizmetlerle uğraşan arkadaşım Hayrettin Tilek, yeni camiler açılmasına Budistlerin canla başla yardımını anlatmıştı. Bunu diyalog faaliyetlerinin zirvesinde koşturan Cemal Uşşak beyin uzak doğu hatıralarında da duymuştum. Elbette yüzyılların kötü hatıraları çok çabuk düzelmez. Birilerinin istememesine, ve amansız çalışmalarına rağmen, inşallah medeniyetler çatışması olmayacak; bütün Semavî Dinlere mensup müminlerin, hatta bütün iyilerin gayretleriyle, fedakar ve azimli çalışmalarıyla bu çatışma önlenecektir. Cenab-ı Hak, yapılan teşebbüslere, fiili dualara, yüzlerce sempozyumlara, binlerce tebliğlere cevap verecek; belki semada ayrı bir tabaka-i hayatta beklettiği bir büyük peygamberini ahir zamandaki büyük bir vazife için, son asr-ı saadet için, daha önceki vadine de istinaden bu yaralı, hasta, karmaşık dünyanın ıslahı için gönderecektir.

Ayrıca, “Le Monde” gazetesinin “Papa, Lüksembourg için EVET dedi” haberini arkadaşlardan duyunca elbette sevindik. Dış basındaki müspet değerlendirmeler de sevincimizi kat kat artırdı. İnşallah bunların faydası görülür, menfilerin karşısında iyileri de birleştiren bir sebep olur.

Bu konularda hiç menfi düşünmedim, düşünemedim. Menfiliğe hem aklım yatmadı, hem de PEYGAMBERİMİN GÖSTERDİĞİ HEDEFLER; buna bağlı olarak Üstadımın ifade ettiği yüksek gayeler sayesinde, tabiri caizse, şaşırmadım.

Bu arada bir şeyi söylemeden de geçemeyeceğim. ASM.’ın O’na en çok yardımı yapan amcasının, sahih bir iman edemeyişinin acısını yıllardır içimde hisseder; onun hikmetlerini, altında yatan dersleri anlamaya çalışırım. Bununla dünyada önemli bir kırılma noktası olacak, insanlığın son Asrı Saadeti denebilecek müthiş hadisatın bazı temel özelliklerinin neler olacağını anlamaya gayret ederim. Tabi ki nasıl davranılması gerektiğini de algılamaya ceht ederim. Bu gayretimde, Mektubat’taki “Müslüman İsevîler” tabiriyle anlatılmaya çalışılanları da bu meseleyi daha iyi anlamada kendime yardımcı olarak kullanır, değerlendiririm.

Doç.Dr. Ursula Spuler’in 27-29 Eylül !992 tarihlerinde İstanbul İlim Kültür Vakfı tarafından İstanbul’da gerçekleştirilen 2.Uluslararası. Said Nursi Sempozyumunda sunduğu “Hıristiyan-İslam Diyalogu” başlıklı tebliğini dinlemenizi çok isterdim. Esasen 10 Batılı İlim Adamının 1991-2000 yılları arası bahsedilen sempozyumlarda sundukları tebliğleri ihtiva eden, Veli Sırım tarafından yayına hazırlanıp Nesil Yayınlarında neşredilen Batılı Düşünürlerin Gözüyle Said Nursi” adlı eseri ve mütemmimi eserleri herkese tavsiye ediyorum. Spuler Hanımın Tebliği bu kitabın 147. sayfasında yayınlanmıştır. İlgili Vakfın sitesinde de bu tebliğe ulaşılabilir.

Bu tebliğdeki öze aynen katılıyorum. Orada “1962 yılındaki 2.Vatikan Konsülünden beri Protestan Kilisesinin de Müslümanlarla diyalog gayreti içine girdiğini onların ve bilhassa Nur Talebelerinin toplantıları için ibadethanelerini tahsis ettiklerini ancak henüz Hıristiyanların, Camilerde ibadet edemediklerini; Avrupa’nın her köşesinde Camiler yapılırken, İslam Ülkelerinde Kilise yaptırmanın mümkün olmadığı, olamadığını çok açıkça anlatmaktadır. Maalesef realite de aynen öyledir.

Bediüzzaman Hazretlerinin, 1950’li yılların başlarında Fener Patrikhanesinde Patrik Athenagoras’ı ziyaret ettiğini (S.Şahitler 4.C, 344); hatta 1951 yılı Şubat ayında Vatikan’dan gelen bir mektupla da, oraya, içinde Kur’an, Peygamberimiz Hz. Muhammed ve Haşirle ilgili olan Zülfikar adlı eserini daha önce gönderdiğini de biliyoruz.(Emirdağ, 303)

Bediüzzaman Hazretleri, Peygamberimiz ASM.’ın: "Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın geleceğini ve şeriat-i İslâmiye ile amel edeceğini, Deccalı öldüreceğini" (Buhârî, Enbiyâ, 49; Müslim, Îmân, 242-247; Tirmizî, Fiten, 62; ,Müsned 4:226 ) söylediğini belirtir.Ancak bazı imanı zayıf olanlar istib'ad ediyorlar. Onun hakikati izah edilse, hiç istib'ad yeri kalmaz; diyerek devam eder:(Sözler 90)

“O cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın şahsiyet-i mâneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlâhiyenin semâsından nüzul edecek, halihazır Hıristiyanlık dini o hakikate karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i İslâmiye ile birleşecek, mânen Hıristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılâp edecektir. Ve Kur'ân'a iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı mânevîsi tâbi ve İslâmiyet metbû makamında kalacak, din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır.

Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlûp olan İsevîlik ve İslâmiyet, ittihad neticesinde dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken, âlem-i semâvâtta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsâ Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir Kadîr-i Külli Şeyin vaadine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır. Madem Kadîr-i Külli Şey vaad etmiş, elbette yapacaktır.” (Sözler:90-91)

diyerek meseleyi büyük bir vukufiyetle ortaya koyan Bediüzzaman iyi niyetli herkesi rahatlatır.

Daha önce bir yazımda söylediklerime burada da ihtiyaç oldu.Şöyle ki:

Nevşehir’de, Allah diyebilmek, inançlarına uygun yaşayabilmek için uzun yıllar önce yer altına şehir kuran Hıristiyan Müminlerin varlığı beni çok heyecanlandırmıştı. Bizler gibi, başkaları da, yıllarca inançları uğruna mücadele etmiş, çok meşakkatler çekmişler. Bunları öğrenince o Hıristiyan Müminlere bin mâşallah diyerek, mücadelelerini tebrik etmiş; onların da cennetlerde olmasını arzu etmiş, bunun gerçek olması için Allah’ yalvarmıştım.

Daha sonra Fethiye’de Kayalı Köyde gördüğüm, köy içinde on-on beş evde bir, küçük kilise diyebileceğimiz Şapel’lerin varlığı beni yine çok hislendirdi. İstanbul Fatih’te bile bu kadar sık cami veya mescit göremezsiniz. Fethiye’deki o zamanların Müminlerini tebrik edip samimiyet ve gayretlerine hayran oldum. Ancak köyün üstündeki tepede bulunan büyük kilisenin perişanlığı, bir caminin perişanlığı kadar beni müteessir etti.

Köln’de, Dom Kilisesini ziyarete gittiğimde bom boş hüzünlü bir kilise görünce yine ayni yaralarım depreşti. Duvarlardaki Hz.İsa AS. İle ilgili hüzün veren çarmıhlı resim ve heykeller ise beni iyice dermansız bıraktı. Büyük bir dinin büyük bir peygamberinin bu halleri beni çok üzdü. Onların adetlerine uyarak bir mum yakıp Hz.İsa AS. için dua ettim. Göz yaşlarımı tutamadım. Bediüzzaman’ın Hizb’ül Hakaik’inin sonundaki duada geçen “Hz. İsa AS. ve O’nun dünyaya ehemmiyet vermeyişinin hürmetine” diye duamı tamamladım. Ama beni gezdiren arkadaşlara bu halimi anlatmada çok zorlandım.

Avrupa’da bulunduğum süre içersinde Batı’daki fetretin, balta girmemiş ormanlardan, medeniyetin ulaşamadığı sarp dağlardan daha kesif olarak hala buralarda, modern şehirlerde ve hatta Üniversite mensupları için bile söz konusu olduğunu tekrar tekrar hatırladım, gördüm. Her şeye rağmen İslam’ı öğrenmede Avrupa’da bile zorluklar olduğunu; namazı Kur’an ve Hadislerin açık tarifine, bütün ulemanın yorumlarına rağmen 2-3 vakte indirebilen, hatta ilahiyatçı olmalarına rağmen rahatlıkla namaz kılmayan ve hatta Kutsî Kaynaklardaki açık delillere rağmen tavuktan kurban kesme fetvası veren, ve daha bir çok olumsuz davranışlarla ortada duran kötü örnekler sebebiyle doğru bir İslam’a Ve Kur’anî bir İmana ulaşmanın oldukça zor olduğunu iyice idrak edip Müslüman bir ülkede, Müslüman bir ailenin evladı olduğum için, iman ve İslam’a kolay ulaşmadaki lûtfu için göz yaşlarıyla Allah’a şükrettim.

Amerika’da çalışan bir Prof. Arkadaşım, bulunduğu şehirde cami olmadığını, Cuma namazlarını bir parkta eda ettiklerini, namaz sırasında Yahudi ve Hıristiyan arkadaşlarının onları korumak ve namazı rahat kılabilmeleri için etten duvar oluşturduklarını anlatması beni çok sevindirmişti.

Yıllar önce Köln Dershanesinin kıble yönündeki pencere perdelerinin kapatılmaması beni şaşırtmıştı. O yıllarda karşıda oturan bir Alman aile, rahmetlik Zeki Şevkli Ağabeye, “Sizin küçük-büyük günün değişik saatlerinde ibadet edişiniz bizleri çok heyecanlandırıyor, mümkünse pencereleri kapatmayın, biz bu zevkten mahrum etmeyin, sizi ibadette görelim” demiş. Onlarla, ayni ruhun benzerliklerini taşıdığımızı sanıyorum.

Telaviv’de “Artık Filistinlilere zulümden vazgeçin” diye bağıran Yahudilerde; Bati ülkelerinden Irak’a Canlı Kalkan olarak gelenlerde de ayni hasletler olduğunu sanıyorum.

Filan Amerikan filminde Uzak Doğuda kötülerin büyücülerden yardım alması söz konusu olurken, Tapınaklardaki Rahiplerin, Keşişlerin de iyiler için toplu dua etmeleri hep ayni mananın ifadesi değilse nedir.

Milyonlarca insanın Avrupa’da şehir dışında kurulan platformlarda ünlü müzisyenlere konser verdirerek bu faaliyetin geliriyle fakirlere, muhtaçlara yardıma çalışması nasıl değerlendirilmelidir.

Yıllardır devam eden, defalarca ülkemizde ve bilhassa İstanbul’da ve dünyanın pek çok ülkesinde yapılmakta olan onlarca, hatta yüzlerce toplantı, sempozyum; o zeminlerde Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi, Hindû alimlerce sunulan yüzlerce tebliğ ne anlama geliyor.

Bütün bunlar bence değişik unvan ve sıfatlarla, değişik zeminlerde, iyilerin, yaratılış gayesine uygun yaşamaya çalışanların, bütün insanlığın saadeti, hem de iki cihan saadeti için çalışmalarından, gayretlerinden başka bir şey olamaz. Bu faaliyetlerin ön safında Peygamberler var. En sıhhatli çalışmayı onlar yapmışlar. Farklı asırlarda farklı insanlarla bu dava devam edip gelmiş. Konfiçyus’un öğretisinde bile bu güzel faaliyetin izleri olduğunu ilim söylüyor. Bu gayretlere eliyle, diliyle, parasıyla, duasıyla katılanların; her hangi bir tarzda dahil olanların, hangi dinden, hangi ülkeden olurlarsa olsunlar bu faaliyetten hasıl olan bütün ecri -samimiyetleri oranında- eksiksiz alacaklarına inanıyorum. (21.Lem’a,276)

Hıristiyanlık, İslamiyet’ten bir önceki İlahî Dinin ismidir. Bir başka ifadeyle İslam’ın bir önceki versiyonudur. Allah, insanlara, seviyelerine göre hükümler ifade eden dinler göndermiş. Zamanla asrın ihtiyaçlarına, insanların gelişmelerine uygun dinin yeni versiyonlarını lütfetmiş.

Rotterdam İslam Üniversitesinin öğretim üyesi olan Prof. Dr. Bünyamin Duran beyin ”İmam-ı Gazali’nin İncil Yorumu”nu dinleyince bu duygu ve düşüncelerim daha istikrarlı hale geldi. İslam’ın bir çok meselesi gibi İncil’in de iyi anlaşılabilmesi ve yanlış manalardan kurtulabilmek için bir çok meselesinin tevil ve tefsirlere ihtiyacı olduğunu idrak ettim. O Üniversitenin Internet sitesine girip bu konferansı dinlemeyi de herkese tavsiye ederim.

Hep beraber, isterseniz “Hz. İbrahim’in dininde buluşalım.” İsterseniz Hz. Adem AS.’dan beri değişik versiyonlarıyla muhatap olduğumuz hanif dinin temel esaslarında birleşelim. Her halükârda sırat-ı müstakimde buluşmuş oluruz.

Thomas Michel’in Uzak Doğuda bir sempozyum sonrası “Siz neden Müslüman olmuyorsunuz” sorusuna Bediüzzaman Hazretlerinin fikirlerinden verdiği bir cevap, geçtiğimiz günlerde İstanbul Akgün Otelinde 19-20 Kasım, 2006’da gerçekleşen İstanbul İlim ve Kültür vakfı tarafından organize edilen “Risale-i Nur’a Göre Kubuh (Şer) Kavramı ve Haşir” konulu uluslararası toplantı sonunda eski Çevre Bakanı Rıza Akçalı bey tarafından tekrar dile getirildi.

“Kur’an…size bütün bütün dininizi terk etmenizi emretmiyor. Ancak itikatınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat-ı diniye üzerine bina ediniz diye teklifte bulunuyor.. Zira Kur’an… tadil ve tekmil edicidir.(T.Michel’in 1992 yılı tebliğinin Sonuç öncesi paragrafı; V.Sırım’ın yukarıda adı geçen eserinin 123.syf; İ.İcaz,55-56)

Sözlerimi, VUKU BULACAĞINA TAM OLARAK İNANDIĞIM; herkesin çok net konuşamadığı bu sahada Peygamberimiz ASM.’a dayanarak çok net ve açık bir şekilde, büyük bir vukufiyetle fikir serdededen Bediüzzaman Hazretlerine bırakıyorum:

“…âlem-i semâvâtta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsâ Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir Kadîr-i Külli Şeyin vaadine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır. Madem Kadîr-i Külli Şey vaad etmiş, elbette yapacaktır.

.....bir Hakîm-i Zülcelâl, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmı, İsâ dinine ait en mühim bir hüsn-ü hâtimesi için, değil semâ-i dünyada cesediyle bulunan ve hayatta olan Hazret-i İsâ, belki âlem-i âhiretin en uzak köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i azîme için ona yeniden ceset giydirip dünyaya göndermek, o Hakîmin hikmetinden uzak değil. Belki onun hikmeti öyle iktiza ettiği için vaad etmiş ve vaad ettiği için elbette gönderecek.”(Sözler:90-91)

İnşallah daha önceki ve şimdiki Papalar döneminde olan bütün müspet hareketler ASM.’ın haber verdiği büyük hakikatin sızıntıları, emareleridir. Ve Cenab-ı Hak bizleri de o Ulvî Reislere yardımcı eylesin. O ulvî sahalarda koştursun.Amin.

Not:Bu konuda, 1111.karakalem.net sitesindeki “İncilin Kerameti ve….” başlıklı yazımı da okumanızı rica ediyorum.

  06.12.2006

© 2021 karakalem.net, Halil Köprücüoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut