OTUZ ALTI senedir bitmeyen bir meseledir R.Nurları okumanın tarzı. İlk yıllarda Ankara ve İstanbul tarzlarındaki bir farklılık olarak algıladığım bu nüans, bu durum, esasen, sadece Risale okumada değildi. Her ne kadar ihlasla da olsa; maalesef belki giyinmekten, ta yeme içme meselelerine, okunacak kitaplara ve hatta dershanelerin döşenmelerine kadar uzanan, tarz farklılıklarını ihtiva ediyordu.
R.Nur dışında eser okumamaya, Kastamonu Lahikasından “Isparta kahramanlarına arkadaş olmak istiyorsanız R.Nurla kifayet edin..” mânâsı delil olarak anlatılıyordu. Ancak İstanbul’da talebelerin kaldığı Beyazıt’taki bir yerde, Fatih’le ilgili bir kitaba rastlayışımız beraber olduğumuz Rahmi Beyle beni çok rahatlatmıştı. Hele bu meseleyi sorduğumuz N.Şahiner ve Abdülvahit Ağabeylerin meslekî ve genel kültür için okumanın ölçüleriyle ilgili izahları tam kafamıza uymuştu.
Ancak o zamanlarda İzmir’deki bir büyüğümüzün çevresinde bulunanların tesiriyle Seferihisar’da, oldukça cahil ve saf bir ilkokul öğretmeni olarak muhatap olduğum bir hakim bey, benim çatalla yemek yeme meselesine ters bakışıma ve bedenimden 2-3 numara büyük olarak giydiğim pantolonuma öyle şeyler söyledi ki, otuz altı yıl sonra bile bu aşağılanışımı unutmadım; hala o konuştuğumuz yeri hatırlıyor, oradan geçerken ayni acıyı tekrar hissediyorum. Tabi bu arada, o sıralarda ziyarete gittiğimiz Barla’da konuştuğumuz Bahri ağabeyin, Bediüzzaman Hazretlerinin kıra götürdüğü küçük bir parça eti, çatalla yiyişini anlatması esnasında zihnimin rahatlayışını asla unutamadığımı da söylemeliyim.
Yine o tarihlerde -1973 olabilir-S… ağabey, Bediüzzaman Hazretlerinin hizmetinde kullanılmış bir taksiyle bizi İstanbul’da tashihlerin yapıldığı Edes dershanesine götürmüşü. Orada hizmetin ön saflarında bulunan halis bir ağabey gripten hasta olarak yatıyordu. Ziyaret sırasında S… Ağabey Çay Risalesi diye takdim ettiği küçük bir kitapçıktan, hasta yatan o ağabeye “.. ve dahi damarlara dem. Gözlere fer…” diye biraz heyecanlı, biraz tebessümlü olarak bir şeyler okuyordu. Hasta Ağabey okuma uzun sürünce biraz yüksek sesle “Yeter, yeter ifrat etme. Neredeyse bu çaya, ölüme de deva diyeceksin” deyip gülmemize sebep olmuştu. Ancak bir müddet sonra yere serilen muşamba üzerinde yemek yerken S…. Ağabey benim kulağıma: “Halil kardeş, Diyarbakır’daki o güzel dershaneyi anlat” diye fısıldadı. Ben S… ağabeyin niyetini ve sonucu bilemeden Diyarbakır’da Ofis semtinde tuttuğumuz yerin güzelliğini, temizliğini, aldığımız eski koltukları, güzel halıları, harika levhaları nasıl yerleştirdiğimizi. Kahve takımımızın bile olduğunu, 24 saat hizmete hazır lüks bir yer olarak kaldığımızı, sendikacılardan tıplılara kadar herkesin rahatlıkla getirilebildiğini ballandırarak anlatırken, ziyaretine gittiğimiz hasta ağabey :“Yeter kardeşim, o eski hasırlı gariban dershaneler daha iyiydi, daha halisti, daha çok hizmete medardı” deyince; S… ağabey de Kahkaha atarak :“ Zaten Üstadımız hep “Bu A…….’a bir kafa, S…’a da bir dil lazım. Bu yarım kafalı, S… da yarım dilli.” derdi. Halbuki o günkü hizmetlerin hâlisiyeti, garibanlıkla direkt ilişkili olamazdı. Bu gün, bütün imkanlara rağmen, o günkü muvaffakiyete ve hâlisiyete ulaşamamamızın sebebi de direkt imkanlarımızdan olmadığı gibi.
O günlerde gazetelerden domuz kılı getirilme haberleri okunmuş,sakal tıraşı olurken tehlikeli olabilir diye İzmir’de bir grup, fırça kullanılmayıp tıraş sabunlarını direkt yüzlere sürüyordu. Hele o aşırı bol pantolonlar..
Bir de Turgutlu Yiğitler Deresindeki Okuma Programı esnasında yaşadığım bir olay var. Baskın niyetiyle gelen Jandarma subayının: “Burada ne yapıyorsunuz . sorusuna; “Vatana hizmet ediyoruz” diye cevap veren bir genç mimar arkadaşa, O jandarma subayı bu sefer:” Ordumuz Kıbrıs’a çıkartma yapsa ne yaparsınız” deyince; o hakikaten çok halis olan mimar arkadaş da :”Biz de hep beraber vatanımız için ölmek pahasına koşarız” diye cevap vermişti. Fakat “Uyumayın Kıbrıs’a çıkartma yapılalı üç gün oldu. Siz burada dünyadan habersizsiniz” denince çok mahcup olunmuştu. Biz yine beraber olduğumuz Rahmi Beyle; elbette ahiret öncelikli yaşamalıyız; ancak bu, olaylardan, dünyanın gidişatından habersiz olmak anlamına gelmemeli, diye düşündük.
Bu anlattığım meseleler yıllar içinde epeyce yerli yerine oturdu. Gazeteye karşı çıkanlar şimdi gazete sahibi. Roman yazılamaz diyenler çok ileri seviyede neşriyat ve hatta radyo ve TV sahibi oldular. Kimse sakal tıraşında sabunu yüzüne sürmüyor. Artık talebeler şalvar gibi pantolonlar giymiyor. Herkes mesleki ve genel kültürle ilgili bol kitap okuyor. Ölçülülük ve denge; akıl ve mantık hemen her şeye hakim oldu. Ancak R.Nurların okunmasında hala tam bir mutabakat yok. İki, iki buçuk saat boyunca Münacatı kalabalık bir topluluğa, bir kısmının uyumasına rağmen okutanlara elbette saygıyla bakmakla birlikte; bu SELEFİYECİ tarza katılmadığımı, katılamadığımı da söylemeden edemem. Kitaplar, okunmak, fakat anlaşılmak ve hatta tatbik edilmek için yazılmıştır. Bir zikir kitabı gibi okunabilir olmaları yanında, esas hedefleri okunmaları, anlaşılmaları, amel edilmeleri olmalı değil mi.
Bir zamanlar, C.Bayar Üniversitesi Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığı yapan bir arkadaşım var. Üniversite ilk kurulurken, o arkadaşım döneminde, bütün bölümlere, o sahaların dünya çapında klasik eserleri haline gelmiş, değişik ülkelerin ilim adamlarınca yazılmış yüzlerce kitap satın alındı. Hepsinin sayfaları artık sabitlenmiş, yeni baskıları aynı sayfa numaralarıyla basılıyordu. Sayfa altlarında dip notlar, bazı izahlar, şerhler ve mealler ihtiva ediyordu. Arkalarında indeksler ve hatta lügatler bulunuyordu. Bu tarz, demek ki dünyanın her yerinde İLMÎ BİR TARZ olmuştu.
Biz bir hoca varsa ve meal verirse veya bulundurduğumuz diğer kitaplara, meallere bakabilirsek bilemediğimiz bazı meseleleri öğrenebiliyorduk. Altında kelime ve meallerin, arkasında özel açıklamaların ve kavramların olduğu, herkese, bütün dünyaya, araştırma yapacak bütün çevrelere hitap eden eserler artık bütün itirazlara rağmen insanlığın hizmetine sunuldu. Bu sayede yüzlerce ilmi toplantı, dünyanın her yerinde, hem de Üniversitelerce yapılır hale geldi. Artık ülkemizde, Avrupa’da, Nur Talebeleri hazırlanan müfredatlara göre, projeksiyonlarla metinleri perdeye yansıtılıyor, dinleyicilerle beraber metni görerek mütalaalı sohbetler yapıyorlar. Hâzâ min fazlı Rabbi.
Bütün bu güzelliklere, gelinen bu harika seviyeye ve her şeye rağmen R.Nurların okuma tarzı; izah, şerh edilmesi hususunda maalesef hâlâ mutabakat sağlanamadı. Hizmetlerle meşgul emekli subay bir ağabey; “Bu kadar halisliğinize ve gayretinize rağmen Üstadın yapmadıklarını yapmaya nasıl cesaret edebiliyorsunuz “ diye sorunca; “İslamiyet’te bazen Peygamberimizin bir davranışı dinin çok sağlam ölçüsü olmaya yetiyor. Değişik mezhepler kesin ölçülerini bu davranıştan alabiliyorlar. Hele net bir ifade, yazılı net bir metin ölçü almada bütün tereddütleri giderebilir “ demiş ve o büyüğüme aşağıdaki metinleri okumuştum.
Okuyucularımıza ve efkar-ı umumiye doğruyu bulmada tarafımdan da bir adım olması için arz ediyorum. Elbette mukteza-i hâle mutabakat bu meselede de genel ölçümüzdür. Ve elbette her yiğidin bir tarzının olması da gayet normaldir. Ancak bütün güzel ve faydalı; temel ölçülere, akla, ilme aykırı ve zararlı olmayan her şeye, Resul’ü Ekrem’in ASM. mescide getirilen bir kandile; tespihleri küçük taşlarla çekmeye çalışan bir sahabeye bakışı gibi MÜSAMAHA ile değerlendirilmeyi beklemek de hakkımız olsa gerek.
Bu arada Avrupa’da bir öğrenci grubuyla okuma programı yapılırken, Viyana’lı bir öğrenci 1.Pencere okunurken itiraz edip: ”Bana çok masraflar yapılıyor, Türkiye’ye uçakla gidiyorum,10-15 gün bir yerde gayet güzel yiyip içiyoruz, sohbetler dinliyoruz.Ancak, mesela bu okunan yeri ben hiç anlayamıyorum” deyince; ona “İnsan, hayvan ve bitkilerin doğru dürüst yaşayabilmeleri için pek çok ihtiyaçları olduğu, mesela kartallara zumlu göz, köpeğe kemik bile kırabilen kemikten dişler, farelere lağımda bile yaşatacak ümmin sistem ihtiyaçtır. İşte bunları bilmediği, ummadığı yerden en lüzumlu zamanda veriliyor” deyince, “İşte şimdi tamam. Artık anlıyorum” demişti. Bu kadar basit bir açılımın bu tesiri yapması elbette her zaman mümkün olamaz. Ancak birkaç örnek vermenin de zaruret olduğu haller var. Bunun çok örneklerini belki herkes yüzlerce defa yaşamıştır.
Hekimoğlu İsmail’in ekmek ve saksılı çiçekle Diyarbakır’da yaptığı konferansın tesirini hiç unutamıyorum. Köln’deki Pazar sabahları mütalaalı Ayet’ül Kübra derslerini hala anıyoruz. Şerafettin Kartal’ın Kayseri faaliyetlerindeki Risale-i Nur açılımlarını otuz beş yıldır kullanmaktan bıkmadık. Şener Dilek Beyin Çiçek Penceresi dersi neredeyse dizlerimizi hala titretiyor. Nihat Ağabeyin Tire derslerinin tadı hala dillerde. Çantacı Necmi ağabeyin günahtan sakınmayla ilgili anlatımını unutmak mümkün değil. Molla Zâhit ve Şükrü Hoca’nın Kader izahına, Mustafa Özcan Beyin Ene’yi açmasına her zaman ihtiyaç var. Cüz-i ihtiyariyi, ilmin maluma tabi oluşunu Kırkıncı Hocamın örnekleri dışında anlatmaya çalışın bakalım, daha mı kolay oluyor, görün. Kenan Demirtaş, Ümit Şimşek, Hakan Yalman’ın açılımları faydalı mı değimli Allah için iyi düşünün. Mücahit Çeleyen’in Moral FM derslerindeki şerhlerinin ne zararı var. İsmet Hasenekoğlu’nun Manisa’daki Akşamüstü Derslerine bir katılın da bir daha izaha karşı olur musunuz bir görün. Münazarat’ı Süleyman Kösmene’den bir dinleyin. Fethullah Gülen’den Zihin Mertebelerini bir okuyun. Tomas Mişel’in Fetreti anlatışını takip edin. Gediz’de 20 yaşındaki vakıfla Aşk ile Şefkatin farklılıklarını mütala etmeye gidin. Şerh ve izahın bilinçli ve dengeli olanına artık asla karşı çıkamazsınız. İsterseniz Şahin Hocaya, Denizli’de vazifelilerin R.Nurun anlaşılması ile ilgili üniversiteli talebelerin serzenişlerini, feryatlarını anlatışlarına şahitlik edin, bakın izahla ilgili olarak nasıl düşünürsünüz. Vakfınızın senedini karara bağlayan, Osmanlıcası da olan bir hakim, size: “R.Nurun dili bize ağır geliyor, keşke biraz açan birileri olsaydı.” desin de, bir de o zaman izah ve şerhi değerlendirin.
M.Kutlular Ağabey, yıllar önce Manisa’da “Mâmehuran hırsızlarını sofi meşrep eden sırrı” basitçe, adapte edip bir sanal hikayeciğe bağlayınca, okul müdürlüğü yapan bir arkadaşımın,”Hayret, ben bu meseleyi yıllarca anlayamamışım; halbuki her zaman ihtiyaç olan bir meseleymiş.” deyince çok şaşırmıştım.
Ayrıca İhlas Risalesi’nin girişinde yer alan bir Hadis-i Şerife göre önemli bir temel ölçü ortaya konuyor: Bilmek, bildiğiyle âmil olmak ve bunu ihlasla yapmak zarureti… R.Nuru ezberlemek güzel olsa da; esasen bütün yazılı eserler gibi onu anlamak, onun prensipleriyle amel etmek ve bütün tatbikatı da ihlasla yapmak daha zaruri bir haldir.
Bu arada izahla ilgili bazı önemli esasları da söylemek gerekir.Bütün dersler ve onların izah seviyeleri elbette muhatapların durumlarına göre olmalı; asla gereğinden de uzun olmamasına dikkat etmeli; hele hele “Ben de bir şeyler söylemeliyim mantığıyla asla yapılmamalıdır. Karşı taraf, muhataplar konuyu anlamışsa izaha devamın bir anlamı olamaz. Muhatapların halet-i ruhiyesi de izaha uygun olmadan böyle bir şeye girişmemeli. Belki çoğu zaman okunan parçanın sakin ve düzgün okunması çok daha tesirli olabilir. Konuya vakıf olanlar tarafından yapılması da önemli bir şarttır.
Belki sohbete hakim olanların kontrolünde, beraber olduklarımızın gelişmesi için mütalaalı derslerin olmasına imkan sağlanması da elbette güzel bir tarzdır. İzah ve şerhler, okunan cümle, paragraf veya konu dışına çıkmamalı, metne bağlı ve Külliyatın genel ölçülerine aykırı olmayan, malumatfuruşluğa kaçmayan bir tarzda olmalı.
Kısacası Nurun ölçüleri dışına çıkmayan, ihtiyaç halinde , muhatapların seviye ve o anki durumlarına göre ayarlanan açılımlar elbette normaldir. Kur’an’ın milyonlarca tefsiri ihtiyaç olduğundan yapılmışsa;hala da yapılabiliyorsa, O’nun tefsirinin de açılımları şerhleri elbette yapılabilir, hatta yapılmalıdır. Selefiyeci bir yapıya katılmak mümkün değildir. Ancak okuduğumuz eserlerin bütün prensiplerinin sonuna kadar korunması, onlara bağlı kalınmasına zaruret vardır.
Ölçü almak için her türlü fikre açık olduğumuzu tekrar söylemeyi de bu arada ihtiyaç olarak hissediyorum. Cenab-ı Hakkın, daha güzel hizmetler için mutabakata varacağımız zeminler nasip etmesi temennisiyle…
|81-29.Mektup-5.Desise-i Şeytaniye’den-
... Halbuki, bilmecburiye bunu haber veriyorum ki:
Bu durûs-u Kur'âniyenin dairesi içinde olanlar,
allâme ve müctehidler de olsalar,
vazifeleri, ulûm-u imaniye cihetinde,
yalnız yazılan şu Sözlerin
• ŞERHLERİ ve İZAHLARIDIR veya TANZİMLERİDİR.
Çünkü, çok emârelerle anlamışız ki,
bu ulûm-u imaniyedeki fetvâ vazifesiyle tavzif edilmişiz.(2 Ciltlik R.Nur Kül.- 553)
2-Kastamonu Lahikasın’dan-
Hem Lütfü, hem Abdurrahman,
hem Hâfız Ali hükmünde Küçük Ali
sizin namınıza da 29.Lem'a-i Arabiyenin tefsir ve tercümesini istemiş.
Benim şimdi onunla meşgul olmaya
ne vaktim var ve ne de halim müsaade eder.
• İnşaallah ileride
• Risaletü'n-Nur'un başka BİR ŞAKİRDİ
• O vazifeyi yapacak. (1574)
3- Kastamonu Lahikasın’dan-…..Risale-i Nur,
benim gibi âciz ve ihtiyar ve zayıf bir biçareye bedel,
genç, kuvvetli çok Said'leri içinizde bulmuş ve bulacak.
Onun için bundan sonra
Risale-i Nur'un TEKMİL-İ İZAHI ve
HAŞİYELERLE BEYANI ve İSPATI
size tevdi edilmiş, tahmin ediyorum.
Bir emaresi de şudur ki:
Bu sene çok defa ihtar edilen hakikatleri
kaydetmek için teşebbüs ettimse de çalıştırılamadım.
Evet, Risale-i Nur size mükemmel bir mehaz olabilir.
Ve ondan erkân-ı imaniyenin her birisine,
mesela Kur'ân kelâmullah olduğuna ve
i'câzî nüktelerine dair müteferrik risalelerdeki parçalar toplansa veya
haşre dair ayrı ayrı burhanlar cem edilse ve
hâkezâ, mükemmel bir izah ve bir hâşiye ve bir şerh olabilir.
Zannederim ki,
• hakaik-i âliye-i imaniyeyi tamamıyla
• Risale-i Nur ihata etmiş;
• başka yerlerde aramaya lüzum yok.
Yalnız bazan izah ve tafsile muhtaç kalmış.
Onun için vazifem bitmiş gibi bana geliyor.
SİZİN VAZİFENİZ DEVAM EDİYOR. Ve inşaallah VAZİFENİZ
1. ŞERH VE İZAHLA VE
2. TEKMİL VE TAHŞİYE İLE VE
3. NEŞİR VE TÂLİMLE, belki
25. ve 32. Mektupları TELİF VE
9. Şuanın 9 Makamını TEKMİLLE VE
RİSALE-İ NUR'U
1. TANZİM VE TERTİP VE
2. TEFSİR VE TASHİHLE Devam edecek…(1590)
4- Kast.Lahik.’dan-Sabri mektubunda, "İki üç senedir R.Nur,
telif cihetinde tevakkuf devresini geçiriyor"
diye hikmetini soruyor. Bunun cevabı uzundur.
Hem telif, ihtiyarımız dairesinde değil.
Hem,
RİSALE-İ NUR ŞAKİRTLERİNİN TELİFTEN HİSSELERİ KALMAK İÇİN,
bazı ehemmiyetli esbab ve ârızalar mâni oldu. …(1629)
5- Kastamonu Lahikasın’dan-Elhasıl: Risale-i Nur'da
• iman-ı billâh ve iman-ı bi'l-yevmi'l-âhir olan
iki kutb-u imanî, tam birbirine müsavi gelecek bir derecede ispat edilmiş.
Yalnız bu kadar var ki, haşr-i cismanî
kısmen sarîhan ve kısmen zımnî ve
tebeî ispat edilmiş. Çünkü bu âlem-i şehadet,
Sâniini gayet sarih ve zahir gösteriyor ve
haşri, zımnî ve perdeli haber verir.
İNŞAALLAH BİR ZAMAN,
RİSALE-İ NUR'UN ŞAKİRTLERİNDEN
BİRİSİ VEYA BİRKAÇ TANESİ,
O 9 MAKAMI VE BERAHİNİ TELİF EDECEK VE
MUKADDEME-İ HAŞRİYENİN BAŞINDAKİ
ÂYÂT-I ÂZAMIN /9 FIKRASININ HAZİNELERİNİ,
RİSALE-İ NUR'DA MÜNTEŞİR HAŞR-İ CİSMANÎ BERAHİNİYLE VE
KALBLERİNE GELEN SÜNUHAT VE İLHAMAT İLE AÇIP,
9.Şuayı 10. Sözden
DAHA PARLAK, DAHA KUVVETLİ BİR TARZDA TEKMİL EDECEK.…(1651)
6-Emirdağ Lahikasın’dan-Kendi kendime bir hasbihaldir
[Bu hasbihali Ankara makamatına işittirmeyi,
ISLAHTAN SONRA SİZİN TENSİBİNİZE havale ederim.(“1681)|9
Ben de KARAKALEM OKUYUCULARININ TENSİPLERİNE havale ediyorum.