RİSALE-İ NURDA AHİRZAMAN HADİSÂTI ve MEHDİ MESELELERİ…

Halil Köprücüoğlu

YILLAR ÖNCE Zeki Sarıtoprak Beyin Deccal kitabını okumuştum. Ancak hemen hemen bütün kaynaklardaki bilgilerin sadece toplanıp sıralandığı bu eser beni tatmin etmedi; istifade ettim, ancak aradığımı orada bulamadım.

Manisa’da bir doktor Beyin tercüme ettirdiği İsa A.s. ve Deccal’le ilgili broşür mahiyetindeki 2-3 eser daha da kafa karıştırıcı vasıflara sahipti. Değişik İslamî yayınevlerinin bu konuda neşrettiği bir çok kitap ve broşürler de pek farklı değildi.

Ziyarete gittiğimiz İzmir’in bir ilçesinde oturan eski bir ağabey, M.K…. beylerin grubunun fikirlerinden etkilenmiş, Nurlu Kitapların müellifinin ahirzamanda beklenen zat olamayacağını söyledi. Yanımızda misafir olarak bulunan B…. Ağabey de ona, O.Çalışkan ağabeyle ilgili bir hatırayla cevap verdi; bahse konu olan Nurlu Zatın, Emirdağ’a gelince O.Çalışkan ağabeye “O sandıktaki benim” dediğini anlattı. O.Çalışkanın yıllar önce bu konuyla ilgili rüyasını detaylandırdı. Her ne kadar sıhhatli bir veri de olsa muhatabımızı-haklı olarak- ikna etmedi. O ağabey, eserlerden nakillerde bulunarak iddiasını tekrarladı. Seyyit olmayanın, seyyidim demeyeceğini, bunun büyük günah olduğunu; o Zatın; mahkemelerde “Mehdi seyyit olacak, ben seyyit değilim” dediğini açıp okudu. Zahire göre haklıydı. Hazırlıksızdık, çok mahçup olduk.

Esasen 10.Nota’daki iman hakikatlerinin su, hava ve nur olarak anlatılmaya çalışıldığı; gaybiliğin vurgulandığı metinler bu konuyu da ilgilendiriyordu.(650) Bu meseleler çok açık olamazdı. Ancak belli bir teslimiyet ve birikimle idrak edilebilirdi. Hikmet, maslahat ve imtihan bunu gerektiriyordu.

Daha sonra bu meseleyle ilgili metinleri topladım, yazılanları toplayıp tetkike karar verdim. Karmaşayı çözmeye; açıkçası, daha ziyade inandığımı, metinlerde görmeye çalıştım. Bir zaman sonra, inandığım ve Kudsî Kaynakların arkasından onunla koşturduğum o Zatın eserlerinden oldukça çok tasnif edilmiş metnin sahibi olmuştum. Bu sitede bir arkadaşımın yayınladığı metinleri görünce, ben de kendim için topladığım metinlerin bir kısmını okuyucularımın hizmetine arz etmeyi düşündüm.

Bu arada, İstanbul İlim ve Kültür Vakfının, Eylül 1992’de düzenlediği, 2. Uluslararası (İSLÂM DÜŞÜNCESİNİN 20. ASIRDA YENİDEN YAPILANMASI VE BEDİÜZZAMAN SAİD NURSÎ Sempozyumunda Dr. Colin Turner’in sunduğu “ Müceddidlik ve Bediüzzaman “ tebliğinin de okunmasını önemle tavsiye ediyorum.

Kafam bu konuda daha önce o kadar karışmıştı ki anlatamam. Ancak BSN.Hazretlerinin eserlerinde bu konu çok daha rahat anlaşılacak hale gelmektedir. Zaten ben de kendime ölçü olarak aldığım: “Asr-ı salisi aşrin…. minaresinin başında durarak, sureten medeni, dinde lakayt olanları camiye davet eden “ Zata ait metinlerden cevap aramak istediğimden beni ancak onlar rahatlatabilirdi. Esasen daha çok parça var. Ancak bu sitede daha önce bir arkadaşımın yaptığı gibi bazılarını yayınlayabiliyorum.

1- 1.ŞUA-28. ÂYET

Eğer şeddeli “mim” dahi şeddeli lâm'lar gibi bir sayılsa,
o vakit 1284 eder. O tarihte Avrupa kâfirleri
devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmeye niyet ederek
on sene sonra Rusları tahrik edip Rus'un '93 (1877)muharebe-i meş'umesiyle
âlem-i İslâmın parlak nuruna muvakkat bir bulut perde ettiler.
Fakat bunda Resâili'n-Nur şakirtleri yerinde
Mevlâna Halid'in (k.s.) şakirtleri o bulut zulümatını dağıttıklarından,
bu âyet bu cihette onların başlarına remzen parmak basıyor.
Şimdi hatıra geldi ki, eğer şeddeli lâm'lar ve “mim” ikişer sayılsa,
bundan bir asır sonra (1977)zulümatı dağıtacak zatlar ise,
***Hazret-i Mehdînin şakirtleri olabilir.(845)

2- 5.ŞUA(Sonu)- 3. Küçük Mes'ele

Üçüncü Hâdise: Bir rivayette "İslâm Deccalı Horasan taraflarından zuhur edecek" denilmiş. ­

Bunun bir tevili şudur ki:
*Şarkın en cesur ve kuvvetli ve kesretli kavmi ve
*İslâmiyet'in en kahraman ordusu olan Türk milleti,
o rivayet zamanında Horasan taraflarında bulunup
daha Anadolu'yu vatan yapmadığından, o zamandaki meskenini zikretmekle
*Süfyanî Deccal ONLARIN İÇİNDE zuhur edeceğine işaret eder.
Garibdir hem çok garibdir. Yediyüz sene müddetinde İslâmiyet'in ve Kur'an'ın elinde
şeref-şiar, bârika-asa bir elmas kılınç olan Türk milletini ve Türkçülüğü,
muvakkaten İslâmiyet'in bir kısım şeairine karşı istimal etmeğe çalışır.
Fakat muvaffak olmaz, geri çekilir.
*"Kahraman ordu, dizginini onun elinden kurtarıyor" diye
rivayetlerden anlaşılıyor.(885,Envar:582)

3- (Baş trafı,1040’da) Beşinci nokta

Hem eski zamanda,
• bu zaman gibi cemaatin ve cem'iyetin şahs-ı manevîsi inkişaf etmediğinden ve
• fikr-i infiradî galib olduğundan,
• cemaatin sıfat-ı azîmesi ve büyük harekâtı
• cemaatın başında bulunan şahıslara verildiği cihetiyle;
• şahıslar, hârika ve küllî sıfatlara lâyık ve muvafık olmak için
• yüz derece cisminden ve kuvvetinden büyük bir acûbe cisim ve
• müdhiş bir heykel ve çok hârika bir kuvvet ve iktidar bulunmak lâzım geldiğinden öyle tasvir edilmiş.

4- Hata 87:1056

Hem tefahura meylini gösterir kendini müceddid bilir.
Cevap: İddiacının "Tefahura meyli var, kendini makam sahibi bilir" demesine cevap:
Evvelen: "Ben Âl-i Beytten sayılabilirim" demekten maksadım,
”Ve alâ âlihi” (Onun ehl-i beytine selam olsun) duasında dahil olmak için bir ricadır.

5- 14.Şuâ- (Baş tarafı 1064’dadır)

İkincisi:
• *Âhirzamanın o büyük şahsı, Âl-i Beytten olacak.
• *Gerçi mânen ben Hazret-i Ali'nin (r.a.) bir veled-i mânevîsi hükmündeyim.
• *Ondan hakikat dersini aldım. *Ve Âl-i Muhammed (a.s.m.) bir mânâda
• hakikî Nur şakirtlerine şâmil olmasından, *ben de Âl-i Beytten sayılabilirim.
Fakat Nurun mesleğinde hiçbir cihette
benlik, şahsiyet, şahsî makamları arzu etmek, şan ve şeref kazanmak olmaz.
Nurda ihlâsı bozmamak için uhrevî makamat dahi bana verilse,
- bırakmaya kendimi mecbur bilirim ....

6- 14.ŞUA

İkincisi: Kırk sene evvel tekrarla dedim:
Bir nur göreceğiz. Büyük müjdeler verdim.
O nuru büyük daire-i vataniyede zannederdim.
Halbuki o nur, Risale-i Nur idi.
Nur şakirtlerinin dairesini, umum vatan ve memleket siyasî dairesi yerinde tahmin edip
sehiv etmiştim.(1098)

7- Barla Lahikası-1472

Dereli H.Ahmed Efd. çok mânidar rüyalı bir fıkrasıdır.
……Tahminen, arası bir saat veya bir buçuk saat sonra, karşıdan üç kişi çıktı.
Elhamdü lillâh, İsa Aleyhisselâm geliyor.
Baktım, birisi sakallı, ikisi şâbb-i emred.
Dedim: "İsâ Aleyhisselâm otuz üç yaşında olduğu halde göğe huruç etti,
niçin sakalında beyaz var?"
Kalbime geldi ki, "Allahu a'lem, İsâ Aleyhisselâm değilse
Bu zat ve iki arkadaşıyla yanımıza geldiler.
Dikkatle baktım, *Üstadımızın simâsı ve elbisesidir.
Bizim yanımıza gelince, bizim altımız mağara imiş.
Yanındaki iki kişiye emretti: "Şurada kilitli salipler, haçlar var. Cümlesini çıkarınız."
Çıkardılar. Nasâralara karşı hepsini kırdı ve
Kelime-i Tevhid getirip Peygamberimizi tasdik edince,
biz de Nasârâlara,
"Bakınız, işte İsâ Aleyhisselâmın vekili geldi" deyince,
cümlesi tasdik ettiler.
Allahu a'lem, bu rüyanın bir tabiri şudur ki:
Üstadımızın Kur'ân-ı Hakîmden aldığı ve neşrettiği
Risale-i Nur vasıtasıyla
Nasârânın bir kısmı İslâmiyeti kabul edecek ve
Nasârâ Müslümanları veya Hıristiyan mü'minleri hükmüne geçip
Üstadımızın sözlerini
İsâ Aleyhisselâmın sözleri nev'inden
hüsn-ü kabul edeceklerine işârettir.
Evet, Risale-i Nur'da öyle bir kuvvet vardır ki,
Avrupa'nın en müannid filozoflarını dahi teslime mecbur eder.
Her ruhun bir ihtiyac-ı hakikîsi olan
hakikî iman nurunu arayan Hıristiyan muvahhidler,
elbette Risale-i Nur'u görseler,
Hazret-i İSA ALEYHİSSELÂMIN VESÂYÂSI nev'inden kabul edip sarılacaklardır..
Dereli Mutâf Hafız Ahmet-1472-

8- Barla..Lahikası-1524-…………….. ..

İmam-ı Rabbânî gibi bazı kudsî muhakkikler demişler ki:
Âhirzamanda ilm-i kelâmı,
yani ehl-i hak mezhebi olan mesâil-i imaniye-i kelâmiyeyi,
birisi öyle bir surette beyan edecek ki,
umum ehl-i keşif ve tarikatın fevkinde,
o nurların neşrine sebebiyet verecektir.
Hattâ İmam-ı Rabbânî kendisini o şahıs gibi görmüştür.
Senin şu âciz ve fakir ve hiç ender hiç olan kardeşin,
bin derece haddimin fevkinde olarak,
kendimi o gelecek adam olduğumu iddia edemem,
hiçbir cihette liyakatim yoktur.
• Fakat o ileride gelecek acip şahsın bir hizmetkârı ve
• ona yer hazır edecek bir dümdârı ve
• büyük kumandanın pîşdâr bir neferi
olduğumu zannediyorum.
Ve ondadır ki, sen de yazılan şeylerden o acip kokusunu aldın.1524-

9- Emirdağ Lahikası-(Başı 1793’te)

Ben de bu zatın temsil ettiği çok mesaillere cevaben derim ki:
O has Nurcuların ellerinde bir hakikat var.
Fakat iki cihette bir tâbir ve tevil lâzım.
Birincisi: Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi,
Mehdî-i Âl-i Resulün temsil ettiği kudsî cemaatinin
şahs-ı mânevîsinin üç vazifesi var.
• Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve
• beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa,
o vazifeleri
• onun cemiyeti ve
• seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i İlâhiyeden bekliyoruz.
Ve onun üç büyük vazifesi olacak:
Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutuyla ve
maddiyun ve tabiiyyun tâunu, beşer içine intişar etmesiyle,
herşeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak bir tarzda
imanı kurtarmaktır.
Ehl-i imanı dalâletten muhafaza etmek ve
- bu vazife hem dünya, hem herşeyi bırakmakla,
- çok zaman tedkikat ile meşguliyeti iktiza ettiğinden,
- Hazret-i Mehdînin, o vazifesini bizzat kendisi görmeye
- vakit ve hal müsaade edemez.
- Çünkü hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) cihetindeki saltanatı,
- onunla iştigale vakit bırakmıyor.
- Herhalde o vazifeyi ondan evvel
- bir taife bir cihette görecek.
• O zat, O taifenin uzun tetkikatıyla yazdıkları eseri
• kendine hazır bir program yapacak,
- onunla o birinci vazifeyi tam yapmış olacak.
Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve mânevî ordusu,
yalnız ihlâs ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahip olan
bir kısım şakirtlerdir. Ne kadar da az da olsalar,
mânen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar……..
Nur şakirtleri bu vazifeyi tamamıyla Risale-i Nur'da gördüklerinden,
ikinci ve üçüncü vazifeler buna nisbeten ikinci ve üçüncü derecedir diye,
Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsini
HAKLI OLARAK bir nevi Mehdî telâkki ediyorlar.
O şahs-ı mânevînin de bir mümessili,
Nur şakirtlerinin tesanüdünden gelen bir şahs-ı mânevîsi ve
o şahs-ı mânevîde bir nevi mümessili olan biçare tercümanını zannettiklerinden,
bazan o ismi ona da veriyorlar. …….………….
"Eğer Mehdîlik dâvâ etse, bütün şakirtleri kabul edecekler."
*** Ben de onlara demiştim:
"Ben, kendimi seyyid bilemiyorum.
* BU ZAMANDA NESİLLER BİLİNMİYOR.
Halbuki âhir zamanın o büyük şahsı, Âl-i Beytten olacaktır.
* Gerçi MÂNEN ben HAZRET-İ ALİ'NİN (r.a.) BİR VELED-İ MÂNEVÎSİ hükmünde
* ondan HAKİKAT DERSİNİ ALDIM ve
* Âl-i Muhammed AS. bir mânâda hakikî Nur şakirtlerine şâmil olmasından,
**ben de ÂL-İ BEYTTEN SAYILABİLİRİM.
Fakat bu zaman şahs-ı mânevî zamanı olmasından ve ……
…Ve Nurdaki ihlâsı bozmamak için, * uhrevî makamat dahi bana verilse,
bırakmaya kendimi mecbur biliyorum" dedim, o ehl-i vukuf sustu. 1794-

10- S.Tastik-İ Gaybi(2062)

O hakikat de şudur:
Ümmetin beklediği, âhirzamanda gelecek zâtın
üç vazifesinden en mühimi ve en büyüğü ve en kıymettarı olan
iman-ı tahkikîyi neşir ve ehl-i imanı dalâletten kurtarmak cihetiyle,
o en ehemmiyetli vazifeyi
*AYNEN BİTEMÂMİHÂ Risale-i Nur'da görmüşler.
İmam-ı Ali ve Gavs-ı Âzam ve Osman-ı Hâlidî gibi zatlar,
bu nokta içindir ki, o gelecek zatın makamını
Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsinde keşfen görmüşler gibi işaret etmişler.
Bazan da o şahs-ı mânevîyi bir hâdimine vermişler, o hâdime mültefitane bakmışlar.
Bu hakikatten anlaşılıyor ki, *SONRA GELECEK O MÜBAREK ZAT,
*RISALE-I NUR'U BIR PROGRAMI OLARAK NEŞIR VE TATBIK EDECEK……
Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymettardır.
Fakat o ikinci, üçüncü vazifeler
pek parlak ve çok geniş bir dairede ve şaşaalı bir tarzda olduğundan,
umumun ve avâmın nazarında daha ehemmiyetli görünüyorlar……….
Kardeşlerimin ikinci iltibası:
Fâni ve çürütülebilir bir şahsiyeti, bazı cihetlerle birinci vazifede pişdarlık eden
NUR ŞAKİRTLERİNİN ŞAHS-I MÂNEVÎSİNİ TEMSİL EDEN
O ÂCİZ KARDEŞİNE veriyorlar.
Halbuki bu iki iltibas da RİSALE-İ NUR'UN hakikî ihlâsına ve
hiçbir şeye, hattâ mânevî ve uhrevî makamata dahi âlet olmamasına
bir cihette zarar verdiği gibi,
ehl-i siyaseti de evhama düşürüp
RISALE-I NUR'UN neşrine zarar gelir.
Bu zaman, şahs-ı mânevî zamanı olduğu için,
böyle büyük ve bâkî hakikatler,
fâni ve âciz ve sukut edebilir şahsiyetlere bina edilmez.
Elhasıl: O gelecek zatın ismini vermek,
üç vazifesi birden hatıra geliyor; yanlış olur.
Hem hiçbir şeye âlet olmayan NURDAKI ihlâs zedelenir,
avâm-ı mü'minîn nazarında hakikatlerin kuvveti bir derece noksanlaşır.
Yakîniyet-i bürhaniye dahi, kazâyâ-yı makbûledeki zann-ı galibe inkılâp eder;
daha muannid dalâlete ve mütemerrid zındıkaya tam galebesi,
mütehayyir ehl-i imanda görünmemeye başlar.
Ehl-i siyaset evhama ve bir kısım hocalar itiraza başlar.
Onun için, NURLARA o ismi vermek münasip görülmüyor.
Belki "Müceddiddir, onun pişdarıdır" denilebilir………..

  18.10.2006

© 2021 karakalem.net, Halil Köprücüoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut