İnsan ve Kadın Haklarına Eleştirel Bir Bakış- 1

I. İnsan Hakları

İNSAN HAKLARI TEORİSİ, on sekizinci yüzyılda, ‘Kralların Tanrısal Hakları’na karşı geliştirilen bir tür ‘Erkek Hakları’ olarak ortaya çıkmıştır. İngilizcedeki insan anlamına gelen ‘man’, aynı şekilde erkek anlamına da gelmektedir. Dolayısıyla insan hakları teorisi, batıda, önce kadın haklarını dışlayıcı bir özelliği haizdir.

Teoriler, doktrinler genellikle tarihin çeşitli kesitlerinde yaşananlar ve söylenenler arasında bağlantı kurularak inşa edilir. Ve batı orijinli teorilerin neredeyse tamamı, eski Yunan düşüncesinden itibaren zihinsel bir inşa faaliyetine başlar. Bu güne gelinceye dek, ortaçağ Avrupa düşünce birikimi, daha sonra gelen sanayi devrimi, Fransız ihtilali ve bunun arka planındaki düşünce yapısı, genellikle bütün çalışmaların iskeletini teşkil eder.

İnsan hakları kavramı da böyle inşa edilmiştir. Eski Yunan düşüncesindeki demokrasi, hukuk, devlet, şehirli, köylü ve kölelik gibi kavramların istihalesinden ve geliştirilmesinden insan hakları teorisi ortaya konmuştur.

Eski Roma ve Eski Yunan site devletlerinde insan merkezli bir düşüncenin ürünü olarak ortaya çıkan hakk kavramından yola çıkılarak, bu günkü insan-hakk kavramı ilişkisine varılır. Bu yapılırken İlahi olana mesafeli bir yaklaşım söz konusu olduğundan dolayı, tarihi okuma biçimi eksik ve önyargılı olmuştur.

Sözgelimi, eski Roma’da ve eski Yunan site devletinde köle ve köylüler gibi, derece bakımından aşağı bulunan toplum kesimleri bulunmasına rağmen, ortaya çıkan demokrasi fikri, bu günün demokrasi teorisine kaynaklık etmektedir. Ve insan hakları, bu eşitsiz ilişkilerin bulunduğu Yunan medeniyetinden ilham almaktadır. Denebilir ki, günümüzün demokrasi anlayışı, eski Yunan devletinden çok çok ilerde ve daha da gelişmiştir. Ancak, ne kadar gelişirse gelişsin, modernizmin bir ürünü olduğu için, demokrasi ve insan hakları kavramı, kendisini inşa eden süreçlerden bağımsız bir şekilde ele alınamaz. Batı demokrasilerinde, demokrasi ve insan hakları gibi kavramlar, yüzyıllarca süren savaşlar, kan ve göz yaşı üzerine müessestir. Eğer demokrasi ve hukuk devleti tüm insanlığın birikimi ise, bu birikim, batının yüzyıllarca süren barbarlığı ve doğu toplumlarına karşı yaptıkları zulümleri de havidir.

Bu söylem, yirmibirinci yüzyıla gelindiğinde insan hakları konusunda yaşanan olumlu gelişmeleri göz ardı etmemektedir. Ancak, yaşanması mümkün olan insan ideal bir hakları projesi olmadığını vurgulamaktadır. Halihazırdaki insan hakları teori ve uygulamaları, taraflı şekilde okunan bir tarihin ve uluslar arası politiğin etkisindedir. Bu yaklaşım, batı birikiminin tarihi süreçleri yanlış algılamasını göz önünde bulundurmaktadır. Ve batı, tek gözlü dehasıyla, tarihi yanlış okumasıyla, tarihte var olan kutsal geleneğe sırtını dönmüş ve kendi ürettiği ‘insan’ ve ‘haklar’ını kutsallaştırmıştır.

Öte yandan, eski Yunan ve Eski Roma ile başlatılan hukuk ve demokrasi kavramları, 6-15.yüzyıllar arasındaki islam tarihini gözardı etmektedir. Tarihin bu kesitinde, İlahi olanın yaşanmış mükemmel bir formu ortaya çıkmıştır. İnsana bahşedilen hakların İlahi olduğu vurgulanıyor ve diğer insanların buna saygı göstermesi ve koruması emrediliyordu. Gerek Kur’anda gerekse hadislerde, insan, ‘Allahın en şerefli mahluku’ ve ‘yer yüzünün halifesi’ olarak niteleniyordu.

Batıdaki demokrasi ve hukuk tecrübesinin, islam tarihi tecrübesini gözardı etmesi, onu vahiyden koparmış ve seküler bir haklar kategorisi oluşmasına yol açmıştır. Buna göre, insan, kendi haklarını kendisi elde etmiş ve bu uğurda yüzyıllarca mücadele etmiştir.

Modern insan hakları kategorisi, yüzyıllarca yaşanan zulüm ve kölelik tecrübesinden sonra ortaya çıkmıştır. İnsanı insana köle yapan tarihi süreçler, despot iktidarlar tarafından zulme uğrayan insanın, kendi çabasıyla ulaştığını düşündüğü haklar, ‘her insanın özgür doğduğu, devredilmez haklara sahip olduğu’dur. Gerçekte, doğuştan sahip olunan bu haklar, zaten vardır. Önemli olan bu hakların kaybedilmemesidir. Elde ettiğini zannetiği hakkı için savaşan ve özgürlüğünü kazanan birey, ulaştığı sonucu(insan hakları) kutsamış ve bu sonucun kutsallığının şartlarını da kendisi belirlemiştir.

Bu kutsallığa rağmen batı, insan haklarını, çatışmacı, seküler ve uluslar arası güç odaklarının çıkar çatışmaları gibi kriterler tarafından belirlenmesinı engelleyememiştir.

Böylece değer yargısı olarak insanı eksene alan, İlahi olanı ikincil derecede dikkate alan bir kategori ortaya çıkmıştır. Daha sonra bu kategori kendi içinde çok sayıda alt bölümlere ayrılmış ve İlahi olandan ayrı bir haklar kategorisi ortaya çıkmıştır. İnsan hakları kavramının alt bölümlerinin her biri, yukarıda sıralanan genel özellikleri barındırmaktadır. Bu bağlamda çocuk hakları, kadın hakları, çevre hakkı, yaşama hakkı vs. gibi hakk grupları da insan haklarının gelişim sürecinin, yukarıda sıralanan genel karakterisitiğini yansıtmaktadır.

İnsan hakları teorisinin, evrensellik özelliği ve kendisini bir ‘evrensel din’ forumuyla sunması, yukarıda nitelenen seküler özelliğinden kaynaklanmaktadır. Nitekim, BM insan hakları beyannamesi, hiçbir din, mezhep farkı gözetmeksizin bütün insanların evrensel hakları olduğunu ifade etmesi, kendisini bir tür dinler üstü görmesi bu özelliğini perçinlemektedir. Benzer bir formu, diğer insan hakları bildirilerinde görmek mümkündür.

Bu, humanizmin yeni bir formudur. ‘Humanizm’, ‘Human right’a yerini bırakmıştır. Öyle ise, insan hakları doktrinini, hümanizmin yeni bir versiyonu olarak okumak mümkündür.

İnsan hakları konusundaki olumlu gelişmeler göz ardı edilmemeli. Ancak, olumlu gelişmeleri, yukarıdaki eleştirel bakış açısıyla birleştirerek okuduğumuzda, insan hakları kavramına, insan haklarının uluslar arası siyasi bir söylem olarak, ihtirazi kayıtlı(şartlı kabul) bir şekilde okunması gerektiğini söyleyebiliriz.

Modernizmin bir ürünü olarak ‘kadın hakları’ kavramına da bir sonraki hafta devam edelim inşaallah.

  16.10.2006

© 2021 karakalem.net, Ahmet Nazlı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut