Kalbimizi Tıka Basa Yemekle Doldurmak!

E.F.SCHUMACHER, ‘AKLI Karışıklar İçin Klavuz’unda dört varlık mertebesinden söz eder. İnsan, hayvan, bitki ve maden.

Bu sıralama, yukarıdan aşağıya doğru, yani değerli olandan değersiz olana doğru bir sıralamadır. İnsanı diğerlerinden ayırt eden en önemli unsur, hayat, şuur ve kendisinin farkında olmaktır.

Benzer bir yorumu Said Nursi’de görmekteyiz. Ona göre de, dört varlık mertebesi mevcuttur: İnsan, hayvan, bitki ve cemadat(cansız mahlukat). Bu tasnifi Mesnevi-i Nuriye’nin bir çok yerinde bulmak mümkün. Bu sıralamada da, varlık değeri itibariyle, yukarıdan aşağıya doğru bir sırlama sözkonusudur. Yani en değerli olandan, en az değerli olana doğru bir sıralamadır.

Ancak bu değerlilik, ‘nefs’, ‘şuur’ gibi kavramlar girince, derece derece birbirinden farklılaşıyor. Yani, insan mertebesi en üstte, diğerleri sırasıyla aşağıya doğru bir seyir alıyor. Risale-i Nur’un bir çok yerinde bu tarz bir sıralama görmekteyiz.

Hutbe-i Şamiye’de ise farklı bir hususa dikkatimiz çekilmektedir. Bu farklılık varlık mertebeleri itibariyle değil, sanat itibariyledir. Yani yukarıdaki sıralama, bu varlık mertebelerinde bulunan farazi faillerin sanatları itibariyle yapılırsa, sıralama tersine yapılacaktır. Şöyle ki:

Hutbe-i Şamiye’de , cüz-i ihtiyarinin araya girmesiyle, insan aklının bir ürünü olan bir şehir, intizamca ve sanat bakımından, bir arının ürünü olan baldan ve arılar cemaatinden aşağıdır. Ve arılar cemaatinin ürünü olan bir bal peteği de, nardan geridir. Demek ki, bitkiler, mesela nar tanesi, Yaratıcısını daha parlak bir şekilde gösteriyor. Bir bal peteğinde ise, arıların parmağı bulunuyor gibi hissediliyor.

Özetlersek, insan eseri olan bir şeyde, fiilin ardındaki gerçek fail, görünmemektedir. Bu fiillerde, daha çok insan failmiş gibi görünmektedir. Bunun sebebi, tembel bir insan zihninin, insanın sanatı ile Halıkın(Yaratıcının) sanatı arasındaki farkı ayırt edememesi ve Halık ile sanatı arasındaki yüzlerce perdeyi aralayamamasıdır.

Bitkilerde ise, nar tanesinin, bir ağaç tarafından yapılması zihnimize daha uzak gelmekte ve daha imkansız görünmektedir.

Dolayısıyle ‘bir nar tenesinin faili kimdir?’ sorusuna daha kolay bir şekilde ‘Allah!’ cevabı verebilmekteyiz. Aynı soruyu bir insan eserinde, mesela ‘bu arabanın faili kim?’ sorusunu sorduğumuzda, insanın cüz-i ihtiyarisi girmekte ve Allahın sanatını gölgelemektedir. Buradan, şu sonuca varmaktayız: İnsanın sanatı, Allah’ı bize göstermek bakımından, bir arının balı kadar bile değerli değildir.

Bir balı da, Yaratıcıyı göstermek bakımından, bir bitkinin semeresi kadar değerli değildir. Öyle ise, nebati(bitkisel) sanat, değeri itibariyle, hayvanın sanat mertebesini geride bırakmaktadır. Ve Yaratıcıyı daha berrak bir şekilde göstermektedir.

İnsan, diğer varlıkları tüketendir. Dolayısıyla, bu tüketimin, Yaratıcının sanat eserlerine gölge yapması ihtimali mevcuttur. Eğer bu tüketim, Yaratıcıyı gösteriyorsa, burada Yaratıcının sanat eserine gölge yapması söz konusu değildir. Eğer, diğer varlıkları tükettiğinde, insan, bunu kendisi için yapıyorsa ve Yaratıcı adına değilse, yine değersiz bir sanat eserinden söz edebiliriz ve burada insanın yine gölge olmasından bahsedebiliriz. Zira insan, kendisine ait olmayan diğer varlıkları tüketerek sahiplenmiş oluyor onların değerini hiçe düşürmüş oluyor.

Yaratıcıyı gösteren bir tüketimi, insanın en önemli bir sanat eseri olarak görebiliriz. Onun izniyle diğerlerini tüketmek, tükettiklerini sahiplenmeden yapılacak bir tüketim, belki de ibadetin bir parçası olabilir. Belki de buna tüketim demeyip, tadına bakmak olarak da adlandırmak daha doğru olur. Zira tüketim, diğer nesneleri yok ediyor ve onları tükettikten sonra, yok olan şeyin üzerinden değerlendirme yapmak oldukça zor geliyor. Halbuki, Yaratıcısının izniyle diğer varlıkların ne olduğunu anlamaya çalışmak, yenebilecek şeylerin tadına bakmak ve onları veriliş gayesine uygun bir şekilde kullanmak, kendi sanat eserinde Yaratıcıya gölge olmamaktır. Böyle bakıldığında, güzel bir yemek yapmak, güzel bir sanat eseri haline geliyor.

İnsanın da otcul beslenme ile hayvani beslenme arasında bir mukayesesini yapmalıyız. Otcul beslenmesinin hem fiziksel olarak faydalı olduğu, hem de ruhi melekeler bakımından daha faydalı olduğu tecrübe ile bilinmektedir. Çok et tüketen ile çok ot tüketen arasındaki fark, bunu açıkça ortaya koymaktadır. Çok et yiyenlerin çok kilo alması ve bedenen tembelleşmesi, zihni tembelleşmeyi de beraberinde getirmektedir. Zihni tembelleşme, fazla düşünmeyi ve tefekkürü engellemektedir.

Öte yandan, hayvani hislerin kontrol altına alınması, insanı daha fazla nebati hayat mertebesine ulaştırdığı, nebati hayat mertebesinde insanın daha çok melekuti aleme yaklaştığı, daha çok Yaratıcıyı gördüğü ve gösterdiği, dolayısıyla açlığın, insanı daha çok bitkiselleştirdiği, insanın hayvani tarafının biraz daha dizginlenebildiğini, oruçlu olan herkesin tecrübe edebileceği bir durum olarak düşünüyorum.

Oruçlu iken, insanın daha fazla tefekküri aleme dalabildiğini hissetmekteyiz. Fazla tokluğun ise insanı tefekkürden alıkoyduğunu, nefsin de tıpkı mide gibi şiştiğini görmekteyiz. Mide nasılki fazla şiştiğinde, insanı, kabız hali gibi bir hal alıyorsa, nefsin şişmesi halinde de, manevi olarak insan kabız olmakta ve ruhu tekemmül ettirmek konusunda biraz daha tembelleşmektedir.

Bazen ramazan orucunun, manevi alemimde, çok fazla inkişafa vesile olmadığını gördüğümde, kendim için bunun mide şişkinliğinden kaynaklandığını düşünüyorum. Gerçekten de ramazan ayında, midenin daha çok istirahat etmesi gerektiği, vucudun ise daha çok ibadete zaman ayırması gerektiğini hep vurgularız. Ancak bir çok iftar sofrasının ve sofraların israfla dolduğu bir çok sofranın, bizi orucun gerçek amacından uzaklaştırdığını görmekteyim.

Bir çok iftar sofrasında, o kadar fazla menü görmekteyiz ki, bu menüler, ruhun ve kalbin dinlenmesine fırsat vermemektedir. Bir iftar sofrasında, bir garson bize ‘yemeklerin sınırsız olduğunu, istediğimiz kadar bize servis yapabileceğini…’ üstüne basa basa ve müteattid defalar söylediğinde onu biraz azarlamıştım. Zira iftar sofrasında, nefsimizi zaten zor gemliyoruz. Bir de garsonun ‘daha fazla yemek’ ısrarları, nefsime karşı beni zor durumda bırakmaktaydı. Bu durum, midelerimizi daha çok şişirmekte ve kalbimizi daha az istifadeli kılmaktaydı.

Evet, nefsin ve midenin şişmesi, insan aklını ve kalbini daha az çalıştırmaktadır. Daha fazla mide ile ve yiyeceklerle meşgul olan insan, diğer ulvi şeylerle meşgul olma kabiliyetin kaybediyor. ‘Bir şeyde çok tavaggul(meşgul olma), diğer meselelerde gabileşmeye (ahmaklaşmaya) sebeptir. Madde ile çok meşgul olmak nasıl ki, maneviyatla meşguliyete ciddi bir engeldir. Aynı şekilde, maneviyatla çok meşgul olmak, insanın maddeye müptela olmasına manidir ve madde-perest olmanın önündeki en büyük engeldir.

İftar sofralarında, ‘o yemek senin, bu yemek benim’ muhabbetleri yapan, yemeklerin kalitesini ince ayarlarla tartan, ve iftar sofralarının ‘zenginler sofrası’ olarak adlandırılmasına vesile olanların kulakları çınlasın!

Manevi olarak Ramazandan zevk alamıyorsanız, dikkat Lütfen!

Çözüm: Daha az yemek, daha çok tefekkür ve ibadet.

Ramazan ayının, hepimizin daha şuurlu bir şekilde oruç tutmamıza ve bütün insanlığa hidayete vesile olmasını diliyorum.

  02.10.2006

© 2021 karakalem.net, Ahmet Nazlı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut