“Tanrı Sana Küsmedi” Belki Ama, Biz Biraz Küstük

YAKLAŞIK 15 yıldır Risale-i Nur okuyorum. İslam’ı Risale ile tanıdım desem yeridir. Zira doğup büyüdüğüm topraklarda bildiğimiz mana da İslami duyarlılıkları hatırlatacak alametler çok fazla değildi. Yine de bu topraklarda yaşayan kişilerin Risale’yle karşılaştıklarında ona bigane kalmayacaklarını umut ediyordum. Zira bu insanlar İslam’ı daha çok zaman zaman bir mümin olarak bizlerin de üzülerek şerhler koyduğumuz yönleri ile biliyorlardı. Müslüman denilince bir çoğunun aklına Yeşilçam Sinemasındaki sahtekar Hacı figürleri veya hayattan kopuk, şeyhe bel bağlamış insanlar geliyordu. Çok nadir de olsa etrafta bu kanıları doğrulayan olaylar cereyan edince onlara İslam’dan bahsetmek zorlaşıyordu.

Oysa Risale onlara tam da onların anlayacağı dilden konuşuyordu. İlk elden İslam'ı anlatmak yerine imanı yani tevhidi anlatıyordu. Onların kalplerini esir almak yerine ilk önce onların akıllarına tesir etmeye çalışıyordu.

Her ne kadar ben bulunduğum çevrede Risale’yi ilk tanıyan insanlardan birisi olsam da kendimi onlar kadar Risale’yi anlayacak bir fıtratta göremiyorum. Benim anladığım kadarıyla Risale’nin en temel tezi imandır ve bu tez en güzel şekilde Ayetü’l Kübra ve Tabiat Risale’sinde ispat edilmiştir. Her risalenin kendi makamında bir riyaseti varsa da, yine de bana “kendine en uzak hangi Risale’yi görüyorsun?” diye sorsalar, hiç düşünmeden bu iki risalenin adını zikrederdim. Oysa o Risalelerin yazarı Üstad Ayetü’l Kübra risalesini bin beş yüz kez, içinde Tabiat Risalesi bulunan Asay-ı Musa risalesini de kırk kez okumuş. Şimdi düşünüyorum da eğer Risale benim doğup büyüdüğüm topraklara uygun bir üslupla sunulabilmiş olsaydı ihtimal ki en çok okunan iki kitap bu kitaplar olurdu.

Yukarıda da belirttiğim gibi yaklaşık on beş yıldır Risale okuyorum. Bu güne kadar Risale’nin beni en çok cezbeden yerleri “İhtiyarlar Risalesi” ile Mesnevi’nin bazı bölümleri oldu. Bu risaleleri biraz daha ilgi ve şevkle okurken, aynı ilgi ve şevki Risale’nin temel kitapları olan Ayetü-l Kübra ile Tabiat Risalesine karşı esirgediğimi fark ettim. Bu yakınlarda Barla’da yaptığımız okuma programı bu durumu bana bir kez daha hatırlattı. Barla’da bir hafta boyunca döne döne bu iki kitabı okudum. Bu okumalar sırasında daha önce “uzaktan saygı ile baktığım” bu iki kitaba biraz daha yakınlaşma imkanı buldum. Üstadın tevhide niye bu kadar çok vurgu yaptığını anladım. Bu konuda ne kadar çok kusurlu ve sorunlu tarafımın olduğunu gördüm. Mesela Tabiat Risalesi’nin Mukaddimesindeki uyarıyı çok da dikkate almadığımı gördüm. Orada: “Ey insan! Bil ki insanların ağzından çıkan ve dinsizliği işmam eden dehşetli kelimeler var, ehl-i iman bilmeyerek istimal ediyorlar. Mühimlerinden üç tanesini beyan edeceğiz.” diyordu. Üstad bu mühim üç şeyde Rabbin yerine “tanrı”yı ikame etmeye çalışan zihinleri, akılları irdeliyordu.

Kendi hayatıma baktığımda bu uyarıları dikkate almam gerektiğini hatırlatan bir dizi dalgınlık halinin ben de hüküm sürdüğünü gördüm. Her ne kadar Rab yerine tanrıyı ikame etmeye kalkmıyorsam da, bazen biriyle vedalaşırken şaka yollu “Tanrı seni korusun!” diyebiliyordum. Oysa bu deyim daha çok kilise kullanılan bir deyimdi. Gerçekte “tanrı” deyince dünyamda sadece derinlemesine tevhid sorunu yaşayan Kilise’nin tanrısı canlanıyor, ama bir türlü Allah aklıma gelmiyordu.

Gerçekte “tanrı” cins bir isimdi. Dolayısıyla bütünün sadece bir parçasını anlatıyordu. Zira kainattaki bir mahluk birileri tarafından karşımıza “tanrı” olarak çıkarılabiliyordu. Mesela Gök tanrısı, Ateş tanrısı, Güneş tanrısı.... Oysa Allah özel bir isimdi. Allah alemlerin Rabb'inin bir adı olduğu gibi, bütün Esma-i Hüsna’yı da içinde bulunduran bir isimdi. Buna rağmen dalgınlıkla da olsa ben nasıl oluyor da “Allah seni korusun” demek yerine “ Tanrı seni korusun” diyerek Tabiat Risalesine muhalefet edebiliyordum?

Ne var ki kısa bir süre önce karşılaştığım bir kitap bu durumun bir nur talebesi olarak benimle sınırlı olmadığını gösterdi. Nur talebesi olarak bildiğim iki yazar tarafından kaleme alınan kitabın adı “Tanrı Sana Küsmedi” idi. Kitaba bu ismin verilmesinde benimki gibi bir dalgınlığın payı olabileceğini yedeğime alıyorum. Bunun için yazarların safi niyetlerinden şüphe etmediğimi belirtmek isterim. Yine de emri bil maruf, nehyi anil münker kabilinden bir durumun oluşmuş olduğunu hissettiğim için, bu hususun altını çizmek istiyorum. Hatırladığım kadarıyla yazarlardan birisi bir-kaç yıl önce Engin Noyan’la beraber 99 Esma isimli bir kaset yayımlamıştı. Bildiğim kadarıyla “tanrı” ifadesi 99 esma içinde yer almıyor.

Amaç ne kadar güzel olursa olsun, bir mümin hassaten bir Nur talebesi Üstadın Tabiat Risalesindeki ikazına kulak vermek zorunda. Alemlerin Rabbi olan Allah gibi kuşatıcı bir ifade yerine tanrı ifadesini kullanmak, üstelik bunu bilerek yapmak hiçbir müminin, özellikle de bir nur talebesinin üzerinde hiç hoş durmaz.

Niyetlerinden şüphe etmediğim, başka kitapları vasıtasıyla kendilerinden hayli istifade ettiğim bu iki yazarımıza Allah’ın tekrar esma-i hüsna yazıları yazacak bir ruh halini nasip etmesini diliyorum. Yine de kitabın ikinci baskısında şu “tanrı” ibaresi yerine uygun bir esmayı koyarlarsa sevinirim. Yazarlarımızın bu hatırlatmamı, kısa süre önce Barla’da bol bol okuma fırsatı bulduğum “Tabiat Risalesi’nin hakkını vermeye çalışmak” olarak kabul etmelerini rica ediyorum.

  26.09.2006

© 2021 karakalem.net, Mustafa Oral



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut