Haydi!
Adımlayalım
Cânânı.. - 2

TAZE BİRER hacı olarak,
Medine’ ye doğru hareket ettik.
Otobüs şirketi Mekke hatırası olarak,
Pet şişelerde zemzem suyu hediye etmişti.
Yolculuk esnasında çok susadığım halde,
Kıyıp da açamadım şişeyi.
Memlekete götürmeye karar verdim.
Sekiz saatlik yolculuktan sonra,
Medine’ de kalacağımız otelin önüne geldik.
İkindinin geçmesine kırk dakika kalmıştı.
Kafile başkanına,
“Otele yerleşmemiz ne kadar sürer?” dedim.
“Her halde ikindiyi kaza edeceğiz,
Ne de olsa seferi sayılırız..” diyerek mazeret beyan etti.
Hicazda bulunduğum sürece,
Namazlarımı cemaatle kılmaya azmetmiş biri olarak,
Bu durumu kabullenmek istemedim.
“Namaz kazaya kalacağına,
Varsın kaderde kalsın..” diyerek,
Otobüsten aşağı indim,
Arka tekerleğinin dibinde abdest aldım.
Hem de içmeye kıyamadığım zemzem suyuyla!.
Koşar adım mescid- i nebevinin yolunu tuttum.
Hangi yöne gideceğimi bilmeden koşturuyordum.
Yolda karşılaştığım insanlara,
“Ravza?, ravza?.” diye soruyordum.
Neyse,
Selametle Ravza- ı Mutahhara’ ya vardım.
“Esselamu aleyke ya Resulullah” dedim.
Fatiha- yı şerif’ i okudum.
Bu arada,
İkindinin geçmesine de yirmi dakika kalmıştı.
Hemen namaza durmak için bir yer aradım.
Fakat nafile..
Her yer hıncahınç doluydu.
Umutsuzca bakınırken,
En ön safta,
Sırtı duvara dönük bağdaş kurmuş bir ihtiyarın,
Bana baktığını ve eliyle ‘gel..’ işareti yaptığını gördüm.
Sevinçle yanına doğru seyirttim.
İhtiyar sağa doğru kaykıldı,
Namaz kılacak kadar bir yer açtı.
Çok şükür,
Namaz kazaya kalmamıştı.
Kısa bir süre sonra,
Akşam ezanı okundu.
Duvardaki Kütahya çinilerini hayran hayran inceliyordum.
Derken,
Önde askerler eşliğinde bir grup,
Bize doğru gelmeye başladı.
Şaşkın bir halde,
“Ne oluyor acaba?.” derken,
Tam yanımda durdular.
İçlerinden beyaz entarili olan muhterem
Tekbir getirerek namaza durdu.
Yaklaşık bir milyon kişi,
Cemaat halinde akşam namazına başladık.
Meğer benim bulunduğum yer,
İmam mahfiliymiş..
Mihrabın olduğu yerde,
İkindi ve akşam namazlarını eda ettim..
Sonraki günlerde,
Çok istememe rağmen,
‘Cennet bahçesi’ denen o bölgenin yakınına,
Bir daha yaklaşamadım..

*

Mescid- i nebeviyi görenler bilir,
İki büyük portatif şemsiyesi vardır.
Onlarca kapısı bulunan bir yerde,
Ayakkabınızı bulmanız kolay değildir.
Bu nedenle mescide geldiğimde,
Peygamberimizin kabrinin bulunduğu taraftaki
Şemsiyenin altına,
Terliklerimi bırakıyordum.
Yine aynısını yapmış,
Ve yatsı namazını kılmıştım.
Sıra, bıraktığım terlikleri almaya gelmişti.
Ama o da ne!..
Terliklerim yerinde yoktu!.
“Acaba karşı tarafa mı bıraktım?” diyerek,
Diğer şemsiyenin dibine baktım.
Hayır!. Orada da yoktu..
O bölgedeki bütün ayakkabılıkları,
Tek tek dolaştım.
Yaklaşık yarım saat aradım.
Ama terliklerimi bulamadım.
Nihayet pes ederek,
Otele çıplak ayak gitmeye karar verdim.
Bab-ı rahme kapısına yönelmiştim ki,
Az ötede beni süzen birisi dikkatimi çekti.
Yanıma gelerek Arapça bir şeyler söyledi.
Ve eliyle kapıdaki ayakkabılığı işaret etti.
Baktım..
Benim terlikler orada duruyordu!.
Sevinçle alıp giydim.
Başı sarıklı,
Beyaz entarili bu muhtereme teşekkür ettim.
Dışarı çıkınca,
Yaşadıklarımı düşündüm.
Kendi terliklerimi,
Hiç tanımadığım biri,
Üstelik koymadığım bir ayakkabılıkta,
Bana göstermişti..
Hasbünallah çeke çeke otele geldim.
Bizim Mersinliye konuyu açtım.
“Sen kapaklı bir evliyaya denk gelmişsin,
Haberin yok!.” dedi.
Sonraki günlerde,
Çok istememe rağmen,
O muhteremi bir daha göremedim..

*

Antalya’ da saatçilik yapan bir abimiz var.
Hacca gideceğimi duyunca,
Bana bir mektup getirdi.
“Bunu Medine’de Abdurrahman abiye ver..” dedi.
“İyi güzel de..
Adresi, telefonu yok mu bu muhteremin?” dedim.
“Yeşil Osmanlı saatinin altında bulursun onu..” dedi.
Elime mektubu tutuşturdu, gitti..
Hoppala!.
Ben nerden bilirim Osmanlı saatini,
Abdurrahman abinin kim olduğunu..
Çaresiz aldım..
Medine’ ye geldiğimizin ertesi günü,
Emanet mektup aklıma geldi.
Mescide giderken yanıma aldım.
Sahibini bulabileceğimi hiç tahmin etmiyordum ya..
Neyse, namaz sonu yeşil saati aramaya başladım.
Dolaşırken,
Bir grup hacının,
Risale sohbeti yaptığını işittim.
Hemen oturup dinlemeye başladım.
Sonradan öğrendim ki,
İnsanlar,
Büyük sarkaçlı bir Osmanlı saatinin altında
Sohbet etmek için toplanırlarmış.
Baktım,
Kocaman yeşil bir saatin altında oturuyorum.
Hemen çevremdekilere,
“Abdurrahman abiyi tanıyanınız var mı aranızda?”
Diye sordum.
Gitmekte olan birini işaret ettiler,
“İşte şu adam..” dediler.
Hemen yanına vardım,
Tanışma faslından sonra,
Emanetini verdim.
Hayretler içindeydim..
Yabancısı olduğum bir memlekette,
Tanımadığım birisine,
Adresi ve telefonları olmaksızın ulaşabilmiştim..
Abdurrahman abiyi,
Gidene kadar bir daha göremedim..
Hem de çok istememe rağmen..

  01.10.2006

© 2021 karakalem.net, Aykut Tanrıkulu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut