KUR’AN AHLAKI ve TV DİZİSİ

Halil Köprücüoğlu

“PERŞEMBELERİ ARTIK ne yapacağız. Kimseye randevu vermiyorduk.”

“Artık perşembeleri ızdırap çekeceğiz. Otuz yedi hafta geride kaldı”

“Kesinlikle Ceyar, Meksika dizileri gibi değil…..

“Yedi ülke gören Timoti ‘nin orada bulduğu bir cevap var. Önemli olan olayların gelişimi değil; onları nasıl karşılayacağımızdır.”

“(Meded) Sevgi var. Sevgi hakim; insanın kendine yolculuk yapması…. Mesleğini aşkla yapandan korkacaksın.”

Bu satırlarda yazılanlar 2001 yılı 12 Ocağında ATV televizyonunda; “İKİNCİ BAHAR” Adlı televizyon dizisiyle ilgili olarak yapılan “SİYASET MEYDANI” programında söylenen, o günlerde gazetelerde yazılan sözlerden bir kaçıdır.

Söylenenler bunlarla sınırlı değil. Daha çok şeyler söylendi. Bir kısmı teknik konular, faaliyet süresince yaşanan magazinlik meseleler olmakla birlikte :

“Türkiye bu diziye çok önem verdi. Öğrenecek çok şeyimiz var!”

“En çok sevdiğimiz diziydi”

“Ailemizle, beraberce sevgiyle, neşeyle, ilgiyle seyrettik.Devamını istiyoruz”

“Milyonlarca kişinin tiryakisi olduğu İkinci Bahar dizisinde ….Dizinin yıldızları….dizinin 3 yıldır HAYATLARINA ÇOK ÖNEMLİ KATKILARI OLDUĞUNU düşünüyorlar

Elbette her şeyde olduğu gibi bu dizide de tenkide medar şeyler de olabilir. Bu arada dizideki roller, sanatçılar, işleyiş, çekimler sırasında yaşananlar, dizide olanların kendi aralarındaki ilişkileri açısından da çok şeyler söylendi ve söylenebilir. Çok harika taraflar veya tenkit edilmesi gerekenler oldu ve olabilir. Benim saham olmadığı için ve fazlaca ilgilenmediğimden dizinin o taraflarından bahsetmeyeceğim. Hatta bir çok kişinin kendilerince önemli (!) pek çok meseleden bahsederken maalesef bu dizinin verdiği ASIL MESAJI göremediklerini, diziyi iyi okuyamadıklarını da üzülerek ifade etmeliyim.

Ben dizi boyunca senaryo gereği sanatçıların davranışlarını değerlendirmeye, bu davranışların kaynaklarından bahsetmeye, dizideki HAYATIN TEMEL FELSEFESİNDEN bahsetmeye çalışacağım.

Programı sunan şahıs, gazetesindeki köşesinde de çok önemli şeyler söylüyor (Sahah,11.01.2001) : ”Televizyon hayatı değiştirebilir mi. Hayatın akışını etkileyebilir mi. Ahlaki değerlerimizi, dünyaya bakışımızı, anlayışlarımızı alt üst edebilir mi. Yirminci yüzyılın en büyük icatlarından biri sayılan televizyon insana ve toplumsal yaşama ilişkin etkileri tam yetmiş yıldır tartışılıyor. Bu tartışma yapılırken de daha çok olumsuzluklar üzerinde duruluyor.”

“....iki binli yılların başında yeniden televizyonun; hayatı, toplumu ve insanı olumlu bir yönde değiştirebileceği konuşuluyor.

İkinci Bahar her Perşembe akşamı Türkiye’yi derinden sarsıyor. Daha doğrusu sarsıyordu .Bu gece son kez sarsılacağız……Sonrası bir büyük yalnızlık. Perşembe akşamları artık hepimiz için hüzünler zamanıdır.”

Bunu söyleyen insanın, geçmişteki fikirlerine, şimdiki yaşayışına, ona verilen değere, yazdığı gazeteye, çalıştığı TV’ye bakınca bu sözler daha da kıymet kazanıyor. Bunlar ve aşağılarda yazmaya devam edeceğim kendisine ait satırlar dizideki “SIRADAN VE TEMİZ” hayatlar olarak ifadesini bulan davranışların ne kadar değerli olduğunun çok açık kabullenilişi mânâsını ortaya koyuyor.

Bir zamanlar bir il belediye başkanlığına aday olan bir beyefendinin seçim çalışmalarını birkaç arkadaş planlamış, ona yardımcı olmaya çalışmıştık. Muvaffak olunduktan sonra mimar olan Sayın Belediye Başkanı:” Okuduğum üniversitedeki kitaplar, hocalarım, ailem, çevrem çok iyi diyebileceğim yapıda oldukları halde bize HEDEF olarak: “İyi para, iyi kadın, iyi makam, iyi hayat…” dediler. Bunları öğrettiler. İlk defa fiyatı olmayanlarla karşılaştım…Farklı ve çok değerli hedefleri olan insanlarla, insan olan insanlarla karşılaştım” demişti.

Daha sonra bu fikirlerde samimi olduğunu te’yit eden şeyler de öğrenince tâbi olduğumuz Kur’an’ın harika ölçüleri için Rabbimize binler şükrettik . İlin önemli ekâbirlerinin içkili bir toplantısında, bağlı olduğumuz ekol aleyhinde sözler söylenmek isteyince, o belediye başkanı olan arkadaş her şeye rağmen müdahale ederek ”Onları yanlış değerlendiriyorsunuz. Onlar, insanlara da, memlekete de en faydalı kişiler. Onların fiyatları bile yok…” demiş.

Bir Cumhuriyet Balosu esnasında başkanı olduğum vakıf adına orada bulunan erkânla tebrikleşirken yine o belediye başkanı, orada beraber bulunduğu hakim ve savcı beylere “Memleketin en tehlikelileri bunlar. Çünkü fiyatları yok. Ama klasik anlamdaki tehlikelilikten bahsetmiyorum. El attıkları işte, fazilet için, amansız çalışmalarından bahsetmek için öyle diyorum” demiş ve layık olmadığımız, esasen Kur’anî ahlakın üstünlüklerin belki de bilmeden öyle bir zeminde anlatmıştı.

Esasen onlar, bütün noksanlıklarımıza rağmen belki bizde biraz tereşşuhatı görünen İslam’ın güzel ahlakını anlatmaya çalışıyorlardı.

Bediüzzaman Hazretleri, 12.Sözün 2. ve 3. Esaslarında Kur’an’ın ve Felsefenin şahsî, sosyal hayata verdikleri terbiyenin ahlakî ölçülerinden, esaslarından bahseder. İşte bahsedilen dizide sanki BSN.’nin 12.Sözde anlattıkları örneklendirilmiş desek, yalan olmaz. Senaryoyu yazanlar, diziyi yönetenler; ama bilerek, ama bilmeyerek BSN. Hazretlerinin 12. Sözde anlattığı Kur’an’ın ahlakını yaşatan şeyleri sergilediler. Yukarıda yazılan Siyaset Meydanında söylenen veya gazetelerde yazılanlarla methedilen, övülen, şeyler hep Kur’an’ın tavsiye ettiği ve hatta Sünnet’in ta kendisi diyebileceğimiz davranışlar.

Sanki; muhalifinin dükkanını yakan; kebap arabasını presletip denize attıran; hatta oğlunun evlenmesine mani olmak için onu bodrumdaki depoya kilitleyen Vakkas ve tamamen rüşvet ve hileyle çalışan zabıta Şecaattin bütün yaptıkları tam tamına BSN.’nin 12. Sözde anlattığı felsefenin talabesine verilen derslere uyuyor.Adeta “firavun gibi; fakat menfaati için en hasis şeye ibadet eden bir firavun-u zelil” gibi ve “Her menfaatli şeyi kendine rab tanır. “ bir ahlak sergiledikleri için bütün herkes tarafından nefretle seyredildiler. BSN.’nin 12. Sözde:

“Hem o dinsiz şâkirt, mütemerrid ve muanniddir.

Fakat bir lezzet için nihayet zilleti kabul eden miskin bir mütemerriddir.

Şeytan gibi şahısların, bir menfaat-i hasise için ayağını öpmekle zillet gösterir denî bir muanniddir.

Hem o dinsiz şakirt, cebbar bir mağrurdur. Fakat kalbinde nokta-i istinat bulmadığı için, zatında gayet acz ile âciz bir cebbâr-ı hodfuruştur.

Hem o şakirt, menfaatperest hod-endiştir ki, gaye-i himmeti, nefis ve batnın ve fercin hevesatını tatmin ve menfaat-i şahsiyesini bazı menfaat-i kavmiye içinde arayan dessas bir hodgâmdır.” Diye anlattıklarını bütün çalışanlar sanki dizide örneklendirmek için büyük gayret sarfettiler.

Fakat felsefenin talebelerini hemen bir çok film ve dizide bol bol gördüğümüzden esas mukayese etme imkanını bulduğumuz Kur’an’a ait değer ölçülerinin belki de çok zayıf örnekleri olabilecek diğer güzel halleri sergilemeleri, anlatmaları daha da önemliydi.

Hele hep cinsellikten bahsettiğiiçin, hiç sevemediğim ve hatta nefret ettiğim Meded rolündeki sanatçının hep iyinin, doğrunun yanında yer alması, doğru bir sevgi için bütün saflığına rağmen çok sert olan babası Vakkas’a bile karşı gelebilmesi, bana bile, onu sevdirdi. Hele dizinin değerlendirmesi esnasında “İnsanın kendine yolculuk yapması .” deyişi bizde; “Kur’an’ın mesajlarının tereşşuhatları bile bu kadar tesirli olabiliyor” diye bir kanaat oluşturdu.

O gece kanaat belirten bir değerlendirmeci ise o YÜKSEK AHLAKI, Kur’an, İslam diye anlatamadı; ANADOLU KİLİMİ ! dedi. Atkısının: Sevgi olduğunu; ancak egoist, hodgam bir sevgi değil, tam tersi bir sevgi. Çözgüsü ise: Olumsuz şeyler, Gülsüm’ün, Zabıta Şecaattin’in yaptıkları, Vakkas’ın Ali Haydar’a yaptıkları…” derken, her ne kadar 12’den vuramadıysa da elbette isim ve resim çok şey değiştiremezdi.

Zengin kızının arkadaşları için kendi babasına ait arabayı satması, sakat kardeşi için düşündükleri, yanlış davranışları için ailesine anlattıkları, arkadaşlığa ve dostluğa önem verişi; vefalılığı…

Yine başka bir değerlendirmecinin dediği: ” Şahsiyet kazanmak; kendi başına ayakları üzerinde durmak; kendi kendine yeter hale gelmek…Basit, mesaj vermeyen haller..” gibi güzel mânâları okumak; noksanlığına ve garipliğine rağmen her ne kadar güzelse de, TAM BİR OKUMA değil. Bütün söylenenleri dizideki güzel hallerin kaynaklarını- kimyadaki ifadesiyle- eser vaziyette bile ifade etmeyen sözler olarak algıladım.

BSN.’ni n : “Amma hikmet-i Kur’ân’ın halis tilmizi ise, bir abddir. Fakat âzam-ı mahlûkata da ibadete tenezzül etmez. Hem Cennet gibi âzam-ı menfaat olan bir şeyi gaye-i ibadet kabul etmez bir abd-i azizdir.

Hem hakiki tilmizi mütevazidir, selim, halimdir. Fakat Fâtırının gayrına, daire-i izni haricinde ihtiyarıyla tezellüle tenezzül etmez.

Hem fakir ve zayıftır, fakr ve zaafını bilir. Fakat onun Mâlik-i Kerîmi ona iddihar ettiği uhrevî servetle müstağnîdir ve Seyyidinin nihayetsiz kudretine istinad ettiği için kavîdir.

Hem yalnız livechillâh, rıza-i İlâhî için, fazilet için amel eder, çalışır.” Diye özetleyerek anlattığı; esasen R.Nur Külliyatını hemen tamamında ders verilen Kur’anî ahlakın, hayattaki belki de oldukça zayıf örnekleri olmakla birlikte, bir kısmını bu yazı muhtevası içinde vermeye çalıştığımız meth’ü senâlar ve hatta Sayın Ali Kırca’nın:

“İkinci Bahar neden yüreğimizden yakaladı bizi.

Neydi dizinin sırrı.

Toplum bilimciler ve iletişimciler bunu daha uzun süre tartışacak elbet.”

“…Seviyor, mutlanıyor, kederleniyor, aşık oluyor, öfkeleniyor, ama sonunda hep İNSAN OLMANIN ORTAK PAYDASINDA “sıradan ve temiz” hayatları kendi ömür aramızın dizginlerine koşuyoruz.

“….Ahali ayağa kalkmış, bu zamansız vedaya isyan ediyor. Tıpkı şarkılardaki gibi “Geç buldum, çabuk kaybettim” diyor. Hayat ta böyle değil mi. Çabuk kaybettiklerimiz, hep geç bulduklarımız değil mi. Dua ve şükredelim ki gider ayak ikinci bir bahar daha bahşetti bize….Ve geçip giderken bir televizyon dizisi, bir HAYAT DERSİNİ ekrana kazıyarak veda ediyor…. Ölüme ve sona isyan etmek yerine hayatı yaşarken yakalayın. Bir ömrün içine sayısız baharlar sığdıranlar en bahtiyar olanlardır.. Güle güle İkinci Bahar…” demeleri hep o ahlakın alkışlanmasının, fıtratların onu aramasının ifadeleriydi.

İhtiyaçları olmadığı halde muhtaç olan bir kalfayı işe alan A.Haydar, elektrikçi, kasap; A.Haydar’ muhtaç olduğunda her yönden yardım eden esnaf; Kendi perişanlığına rağmen muhtaç kayın pederin eve alınışı; canına okuyan kan kardeşi için canını tehlikeye atmak; Büyük bela anında: Cana geleceğine, mala gelsin, diyebilmek; Kocası olmasına rağmen haksızlık yapmasına karşı gelip mani olan zabıta amiri; pek çok kusurları olan Üvey evladının ölmemesi için canını tehlikeye atarak kurşuna vucudunu siper eden A.Haydar; “Bu duygular, intikamlarım, kıskançlıklarım, hayatım boyunca beni yedi bitirdi.“ diyen Vakkas; hatalarını kabul eden Neriman, Vakkas ve Zabıta Şecaattin’in itirafları ; başkasından hamile kalan bir kızı kurtarmak için iyilik adına onu nikahına almayı kabul eden Timoti; Dükkanı A.Haydar’a geri veren, çatı katı kirasız olarak verebilen Neriman Hanımın bu davranışları; Hanımın ve mahallelinin hemen büyük çoğunluğunun nazarında boy, pos, zenginlik, güzellik değil de; mertlik, iyilik, fedakarlık, doğruluk gibi vasıfların değerli olması; kötü karakterli babasını değil de, iyi ahlaklı A.Haydar’ı tercih eden Medet; Kendi düşmanını bile yangından ölüm pahasına kurtaran A.Haydar; bize göre, hep KUR’AN’IN GÜZEL AHLAKINI, bir nebze de olsa sergiledikleri için sevildiler..

BSN.’yi 12.Söz, Üçünce Esas’tan takip edelim. Mümkünse İKİNCİ BAHAR dizsideki her şeyi bir de buradaki anlatılanlarla karşılaştırarak değerlendirelim.

“…..Amma hikmet-i felsefe ise, hayat-ı içtimaiyede nokta-i istinadı "kuvvet" kabul eder.

Hedefi "menfaat" bilir.

Düstur-u hayatı "cidal" tanır.

Cemaatlerin rabıtasını "unsuriyet, menfi milliyeti" tutar.

Semerâtı ise, "hevesât-ı nefsâniyeyi tatmin ve hâcât-ı beşeriyeyi tezyiddir."

Halbuki, kuvvetin şe’ni tecavüzdür.

Menfaatin şe’ni, her arzuya kâfi gelmediğinden, üstünde boğuşmaktır.

Düstur-u cidâlin şe’ni çarpışmaktır.

Unsuriyetin şe’ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan, tecavüzdür.

İşte bu hikmettendir ki, beşerin saadeti selb olmuştur.

Amma hikmet-i Kur’âniye ise, nokta-i istinadı, kuvvete bedel "hakkı" kabul eder.

Gayede menfaate bedel "fazilet ve rıza-i İlâhîyi" kabul eder.

Hayatta düstur-u cidal yerine "düstur-u teâvünü" esas tutar.

Cemaatlerin rabıtalarında unsuriyet, milliyet yerine "rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî" kabul eder.

Gayâtı, hevesat-ı nefsâniyenin tecavüzâtına sed çekip ruhu maâliyâta teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin eder ve insanı kemâlât-ı insaniyeye sevk edip insan eder.

Hakkın şe’ni ittifaktır.

Faziletin şe’ni tesanüddür.

Düstur-u teâvünün şe’ni, birbirinin imdadına yetişmektir.

Dinin şe’ni uhuvvettir, incizaptır.

Nefsi gemlemekle bağlamak, ruhu kemâlâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe’ni, saadet-i dâreyndir.”

Cenabı Hak Kur’an’ın ahlakını bütün insanlara nasip etsin. Bizleri de bunun gerçekleşmesi için gayret edenlerden etsin. Amin.

  06.09.2006

© 2021 karakalem.net, Halil Köprücüoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut