Üç dilek

LİESE VE Hans adlarında eni evli bir karı koca, kendi halinde yaşayıp gidiyordu. Halleri vakitleri de yerindeydi, ama daha da fazlasını istiyorlardı. Gün geliyor Schulzen’lerin tarlalarına sahip olmayı, gün geliyor Aslanlı Hanın kazandığı paraları gönüllerinden geçiriyorlar; kimi gün de Meier’lerin malına mülküne, hayvanlarına imreniyorlar, peşisıra şu kadar altınımız altınımız olsaydı diye iç geçiriyorlardı.

Bir akşam üstü sobalarının başında oturmuş, ceviz kırıyorlardı ki, odanın kapısından içeriye boyu bir arşını geçmeyen ama şahane bir görünüşü olan beyazlar içinde birisi girdi ve birden tüm odayı gül kokusu kapladı. Işıklar söndü, fakat bu beklenmedik misafirden ortalığa yayılan parlaklık odanın bütün duvarlarını kapladı.

Ne kadar güzel bir görüntüsü de olsa, insan böyle birşey karşısında biraz korkar. Hans ve Liese de korktu. Fakat odaya giren hayalet incecik bir sesle:

“Ben sizlerin dostu, dağların ortasındaki kristal bir şatoda oturan, görünmez elleriyle Ren Nehrinin kumlarına altın saçan ve emrinde yediyüz hizmetçisi olan dağ perisiyim” dedi. “Benden üç dilekte bulunabilirsiniz. Bu dilekleriniz hemen yerine getirilecektir!”

Dağ perisi ekledi:

“Sekiz gün vaktiniz var. Acele etmeden iyice düşünün!”

Hans:

“Doğrusu da bu!” diye düşündü. Bu fırsatı iyi değerlendirmeleri gerekiyordu.

Bu arada dağ perisi çoktan ortadan kaybolmuştu bile. Lamba yine eskisi gibi yanmaya başladı ve odadaki gül kokusunun yerini, yine lambanın isi aldı.

Bizimkiler daha şimdiden öylesine umutlarla dolu ve mutlu bir haldeydiler. Ama diğer taraftan, bu kadar şey arasından ne isteyeceklerini kestirememenin sıkıntısı da içlerine çökmüştü. Daha iyice düşünüp taşınamadan akıllarından şöyle bir geçirdikleri arzularının hemen gerçekleşmesinden ödleri patlıyordu.

Liese, kocası Hans’a:

“Neyse” dedi, “daha önümüzdeki Cuma gününe kadar vaktimiz var.”

Ertesi gün, karı koca yemekten sonra tatlı niyetine yiyecekleri ayvaları ocak başında pişirirken, yakın gelecekteki mutluluklarının hayallerine dalmış vaziyette kıvılcımların şuraya buraya sıçrayışını seyrediyorlardı. Kadın kızarmış ayvaları tavadan çıkardığında burnuna mis gibi bir koku gelince, dayanamayıp:

“Keşke şunun yanında bir de halis olsaydı!" diye ağzından kaçıverdi.

Bunu der demez, ilk dilekleri yerine geliverdi!

Böyle bir dileğin gerçekleşmesine kim kızmaz ki?

Hans da kızdı ve:

“Hay senin suratına kaymak yapışsaydı!” diye söylendi. Hans daha cümlesini bitirir bitişmez, karısının yüzünü halis kaymak kaplayıverdi.

Şimdi zavallı çiftin başı beladaydı. İki dilekte bulunmuşlar ve bunlar yerine gelmişti, ama ne bir kuruş para, ne de fazladan bir buğday tanesi kavuşmuşlardı.

Ellerindeki tek fazlalık, Liese’nin suratına yapışmış kaymaktı. Gerçi daha bir dilekte bulunma hakları vardı, ama karısının yüzünde bu kaymak durduğu sürece, zenginliğin Hans’a ne yararı olurdu ki?

İster istemez, Liese’nin bu durumdan kurtulmasını dilediler.

Bu üçüncü dilekleri de hemen yerine geldi. Hans ve Liese eskiden ne iseler, şimdi de o haldeydiler ve güzel dağ perisi de bir daha onlara uğramadı.




(Alman halk hikâyesi)

  30.08.2006

© 2021 karakalem.net



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut