Bediüzzamanın yeni yolunu anlamaya çalışalım

Halil Köprücüoğlu

DÜNYAYI TERK etmenin, Bediüzzamanca tarzını anlamaya ve anlatmaya çalıştığım 21 Haziran tarihli yazıma nedense çok tenkitler aldım. Bütün bu yazılanları çok dikkatlice değerlendirdim. Düşüncelerimi, R.Nurları tekrar tekrar okuyarak ve bazı arkadaşlarımla konuyu mütalaa ederek çok sıkı bir tahlile başvurdum. İhlasımdaki noksanlıklar veya maksadını aşan ifade tarzım veya fikren ve şahsen fazla tanınmamam ve yazılarımda bilmeyerek de olsa eksik bıraktığım taraflar sebebiyle bu itirazlara muhatap olduğuma kanaat getirdim.

Sitemize bu yazımla ilgili olarak samimi tenkitler yazan bütün arkadaşlara teşekkür ederim. Konuyu tekrar ele alma ihtiyacı olduğuna inanarak, bazı arkadaşlarımın da özel mektuplarındaki isteklerine uyarak bu satırları yazıyorum.

Yazımda nasıl yaşamamız gerektiğinin incelikleriyle anlatılmadığını söylemeye gerek yok. Bu yazımda günümüzün çok önemli bir konusu olan “Dünyayı terk etmenin” hakikaten çok önemli bir tarzı olan Bediüzzamancasını anlatmaya çalıştım. Sadece bu konunun etrafında döndüm durdum.

Acizane, yazarak iddia ettiklerimle ilgili olarak, fikir beyan etmek isteyen arkadaşlarla, fikirlerimi paylaşmak ve onlardan istifade etmek istediğimi daha önce açıkça ifade etmekle birlikte; adresini bir türlü alamadığım bir arkadaşın:

“o zaman sizin bu yanlış akli değerlendirmenize göre peygamberimiz ve üstadımız vasatı yakalayamamış mı oluyor”

cümlesini, kusura bakmayın ama anlamanın pek kolay olmadığını ifade etmeliyim. Bu fikri ve bazı aşırı ithamkar, mesnetsiz sofiyane, nurun mesleğine pek uymayan, yakışmayanları paylaşmak mümkün değil. Tek tek bunları da yazmak sizi fazla meşgul etmek olacağından hepsini yazamıyorum. İsteyen o günün yazılarına bakabilir. Yakınlarda ikamet edenlerle isimsiz ve adressiz yazılarla görüşmek değil de yüz yüze, birlikte R.Nur okuyarak ders almak ,bir şeyler öğrenmek, hatalarım varsa düzeltmek, düzelmek isterim. Hem de bin teşekkür ederim.

R.Nurlarla ilgili fikir beyan ederken, yanlış yapmaktan herkes gibi ben de elbette çok korkuyorum. Ancak Üstadım Bediüzzamanın tabiriyle “Hakkın Hatırı Âli “olduğundan; belki çoğumuz için de “Netice-i hayatımız, sebeb-i saadetimiz, vazife-i fıtratımız olan”, Risale-i Nurun yanlış anlaşılmaması için bazı hususları O’nun en küçük ve aciz bir talebesi olarak da olsa, beyan etmeye mecbur olduğumu hissediyor, çekinerek de olsa konuşuyor, yazıyorum.

Ancak, bunu yaparken daha önce de söylediğim gibi R.Nurların bütünüyle muhatap olarak, öyle değerlendirme yapmaya çalışıyorum. Değerlendirilirken de, kendi paradigmalarımı değil elbette ve mecburen O’nun metinlerini esas alıyorum.

R.Nurun, “Vahye ihtiyaç duymadan hakikati arayan ……’lara ; meselelere sadece kalp gözüyle bakan mutasavvıflara benzemediğini; ancak, tasavvuftan matlup olan, Sünnette bulunan güzel şeylerin, farklı ama, yine Kur’anî bir tarzda R.Nur mesleğinde bulunduğuna; R.Nurların hemen her konuda, şarkın ulumundan, garbın fünunundan oldukça farklı orijinal, daha fıtri ve daha mukteza-i asra uygun ÇOK YENİ BİR TARZ ortaya koyduğuna inanıyorum.

Her şeye rağmen, yine de, BSN. Hazretlerinin yaptığı gibi; anladığımı sandıklarımın, mutlak mânâ olmadığını, olamayacağını açıkça söylüyorum. Ancak yazdıklarıma itirazların kusura bakmayın şahsi kanaatlerle değil de yine Kutsi Kaynaklardan ve tabiki R.Nurlardan deliller getirerek yapılmasını kabul edebilirim.

Yoksa saygıyla dinler, üzülerek okur, dua ederek hakikati anlamasını temenni ederim. Kabul etmem mümkün olamaz

Mesnevi ‘de, Habbe’de : “Biri de, dünyanın lezzetleridir. Bu ise, kısmete bağlıdır. TALEBİNDE kalâka düşer. Ve sür'at-i zevali itibarıyla, aklı başında olan, onları KALBİNE ALIP KIYMET VERMEZ......... “ denirken, zannedersem tarzın inceliği açıkça bellidir.

“Dünyanın âkıbeti ne olursa olsun, lezâizi terk etmek evlâdır. Çünkü, âkıbetin ya saadettir; saadet ise şu fâni lezâizin terkiyle olur. Veya şekavettir. Ölüm ve idam intizarında bulunan bir adam, sehpanın tezyin ve süslendirilmesinden zevk ve lezzet alabilir mi? “

“ Çünkü, o lezâizin zevaliyle vukua gelen hususî ve mukayyed ademlerden, adem-i mutlakın elîm elemleri her dakikada hissediliyor. Bu gibi lezzetler o elemlere galebe edemez.”

Cümlelerine cımbızlama bakmak insanı yanlışa götürür. Ehl-i imanın, ebedi hayatı ve cennetleri bilenler olarak, dünyevî her şeye tebeî olarak bakması mânâsı yetmez mi acaba. Cenab-ı Hakkı tanıtmak için yaratılan ve onları kavramak için verilen bütün cihazların sahibi kılınan insanın bu verilen yüksek alat ve hissiatla halk edilen ve kevni ayet olarak ifadesini bulan, renkler, kokular, tatlar, güzel şekillerle hizmetimize, Rezzak-ı Hakiki tarafından sunulan bu nimetlere yine O’nun adına, mana-i harfiyle (Bediüzzamanın tabiriyle) AŞIK olarak baksak, ama kalbimize koymasak; 5. Sözde ifadesini bulan “Devletin angaryası” gibi görsek bunun neresi yanlış olur.

Yeme içmeyi fiilen terk edenler bu halden daha iyi bir tarzda mı hakikate, sünnete ulaşırlar. Lütfen… Anlamaya çalışalım. Olayı Bediüzzaman Hazretlerinin bu konuda yazdıklarını şöyle alt alt koyarak anlamaya çalışalım.

“İnsan, bütün hayvanlardan mümtaz ve müstesna olarak, acip ve lâtif bir mizaçla yaratılmıştır. O mizaç yüzünden, insanda çeşit çeşit meyiller, arzular meydana gelmiştir. Meselâ, insan, en müntehap şeyleri ister, en güzel şeylere meyleder, ziynetli şeyleri arzu eder, insaniyete lâyık bir maişet ve bir şerefle yaşamak ister.”(1215) der.

(Terki, BSN gibi değil de tenkit eden arkadaşlar gibi anlarsak, bu fikri nereye koyacağız)

“Arkadaş! Dünyanın üç vechi vardır: Birisi: Âhirete bakar. Çünkü onun mezraasıdır. İkincisi: Esmâ-i Hüsnâya bakar. Çünkü onların mektep ve tezgâhlarıdır.”

Bütün nimetler; gözümüze, dilimize, burnumuza sayısız latifelerimize hitabeden binlerce şekiller, tatlar, kokular ve daha pek çok güzellikler kime hitap ediyor. Hayvan ve bitkilerde onları algılayacak cihazlar yoksa, mesela hayvanların bile pek çoğu renk körü ise, dilleri bir kaç tattan başka algılayamıyorlarsa, vücutlarının da bu kadar farklı nimetlere ihtiyacı da yoksa; adeta bütün bu sayısız özelliklerdeki gayetsiz nimetler sadece ve sadece biz insanlara hitabediyor ise ; kendini gizli bir hazine olarak tarif eden bir Rabb-i Zülcelal, bize kendini onlarla tanıtmak, sevdirmek istiyorsa; biz de kalben onlara bağlanmadan, onların üstünde fena damgasını görerek, onları bir Rezzak-ı Kerimin hediyesi olan eserler telakki ederek, yemek ve içmeye muhtaç da yaratıldığımızdan, Yaratıcının bir angaryası görerek onlarla şükür için, mana-ı harfiyle muhatap olsak ne zararı olur. Hatta daha güzel olmaz mı. Onları yemesek, seyretmesek, değerlendirmesek, eserden esmaya, sıfata, şuuna, zata gitmesek iyi mi olur. Onlarsız, delilsiz O zatı tanımak daha mı kolay olur. Daha mı iyi olur.

“Üçüncüsü: KASTEN VE BİZZAT KENDİ KENDİNE BAKAR. Bu vecihle insanların hevesatına, keyiflerine ve bu fâni hayatın tekâlifine medar olur. Nur-u imanla dünyanın evvelki iki vechine bakmak, mânevî bir cennet gibi olur. Üçüncü vecih ise, dünyanın fena yüzüdür ki zatî ve ehemmiyetli bir kıymeti yoktur.” der.(285-1309)

Lillah için yapılan, bakılan hiç bir şey fenaya gitmediğine göre bu fikirleri nasıl anlamalıyız.

Evet, Bediüzzaman Hazretleri ehl-i dünyanın dünyasını terk etiğini söylüyor. Said-i Nursi’nin hayatıyla "terketmeden terkettiğini" söyleyen bizlerin hayatı arasında tam bir mutabakat var. Çünkü O öyle yapmamızı anlatıyor. Yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz ona değil ama dediklerine uyuyor.

“Üstad mimsiz medeniyetin ihtiyaçları 4 den 20 ye çıkardığını söylüyor.1960 dan bugüne ise 20000 i geçtiğini söyleyebiliriz. Peki o 20000 i temin etmek için nelere başvuruyoruz? Nelere katlanıyoruz? Kazandığımızın helalliğini haramlığını ne kadar düşünüyoruz? İzzetimizden taviz vermiyor muyuz?” diye soruyor bir arkadaş.

Yazıma bakılırsa bunların cevapları hep var. Elbette ihtiyacımız olanlarla helal tarzda muhatap olma şartı her zaman vardır. İzzetimizden taviz vermeye de lüzum yoktur. Zaten helal daire keyfimize kafidir. Bunların kalben terk etmeye aykırı neresi var anlayamıyorum. Farklı bir şey söylenmiyor ki.

Bir arkadaşın: “ Şükretmek isteyenin ne Mercedes’e ne Nokia 6960’a’ ne de islami tatil(!) köyüne ihtiyacı var.” Demesine, maksadını aşan cümleler olarak bakıyorum. İmkanım olsa yaya veya taka Anadol’la veya birilerinin eline bakarak hizmetlere koşmak yerine elbette harama girmeden, elbette onları asıl gaye yapmadan, elbette asli vazifeleri terk etmeden uçağım olsa sevinirim. En modern telefonla, ihtiyaç duyduğum her an Süleyman AS. Vâri, bütün cevelan sahamı hanem gibi yapan bir iletişim aracına, bu haberleşmeye vesile olan hava zerratına ve bütün onların sahib-i Hakikisine bin teşekkür ederim. Onları kalbime de koymam. Mercedes bana binmez, ben ona binerim. Benim merkebim olarak hizmetlere koştururum. Yürüyünce her adıma sevap var diyen sofi arkadaşıma, otomobilin tekerleğinin her dönüşüne de sevap var diyerek klimalı arabalarla bölgemizi sık sık tarıyor, azami irtibatı gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Avrupa hizmetlerine de elhamdülillah modern uçaklarla 2-3 saatte ulaşıveriyor, giderken yanımızdakilere de bu uçma meselesinden ve dahi galaksi ve yıldızları uçuran Rabb-i Rahimden nefsimize de dersler yaparak gidiyoruz. Evet mesele nazar ve niyet meselesi. Buradaki yanlış helali haram yapabiliyor.

İlim maluma tabidir. Ma’lum ise Adetullah, Sünnetullahtır. Bu ilim insan vücudunun dinlenmeye ihtiyacı var diyorsa, Vücudumuzda beni dinlendir diye bağırıyorsa İslama aykırı olmadan helal dairede dinlensek, denize girme imkanı varsa sünnet olan yüzmeyi gerçekleştirsek, ASM.’ın bindiği devenin bu asardaki karşılığı olan iyi bir otomobille hayatımızı, hizmetimizi kolaylaştırsak, gençlerimizi kaçırmadan, okuma programları sırasında birazcık uygun yerlerde serinletsek -elbette ölçülerimiz dışına çıkmadan, bunları ana paradıgma gibi görmeden- ne zararı olabilir.

Bediüzzaman’ın S.Müstakimini de okuyalım. Orada da yememek içmemek evlenmemek yoktur. Hepsinin ölçülü bir tarzda olması vardır.Ama kendi hayatındaki bazı özel halleri nazara vererek yanlış genellemeler yapmayı kabul edemem.

Hem Bediüzzaman evlenmemiştir. Ancak ASM. evlenmiştr ve evlilik sünnettir. Bediüzzaman sakal da bırakmamıştır. Ancak ASM. sakallıdır ve sakal bırakmak elbette sünnettir. Tabi ki Bediüzzaman Hazretlerinin bir Müçtehit ve Mehdi olarak ifade ettiği, izah edilebilir haklı gerekçeleri vardır.. Ayrıca Peygamberimizin bizzat hizmet ettiği Ashab-ı Suffanın sırf dini hizmetlerle uğraşması, evlenmemesi örneği de bazı özel zatlar için ortada örnek olarak durmaktadır.

Şimdi bu manaları ve hatta Demokratlara açıktan rey veren, onlara rey verilmesini ısrarla anlatan BSN. hazretleri eserlerinin tamamında da siyasetle uğraşmanın yanlışlarını, ondan uzak kalınması gerektiğini anlatırken de bu durumları iyi anlayıp, iyi yorumlamamız mı gerekir; yoksa birilerinin söylediği gibi, idraksizliklerinin, kasır fehimlerinin ifadesi olarak KALDIRIN BAKALIM BU CENAZEYİ” mi dememiz lazımdır.

Elbette içimizden bazıları, evlenmeyip hayatını hizmetlere adayabilir. Birileri yemeden içmeden Allah’ı zikirle meşgul olabilir. “Kum biiznillah” deyerek yenmiş tavuğu yürüten o harika zatların arkasından gidebilir. Fakat bunu Bediüzzaman adına yapamaz, genelleyemez, herkese yapması için umumi bir yol olarak gösteremez. İslam budur diyemez.

Ben cızlavat lastik ve yamalı cüppe ile yıldız şehriye yiyerek yaşayan BSN.den yamalı mest lastiği ile, yüz yamalı cüppe ile yaşamayı ders çıkararak, örnek almadım. Bir çok takva mümin ve Nur Talebeleri gibi elbette harama girmeden, İslama aykırı olmadan Zübeyir Ağabey gibi, Birinci Ağabey gibi, Bekir Berk Ağabey gibi düzgün elbise ve ayakkabı ile yaşıyoruz. Ama bir arkadaşımızın söylediği gibi zühdden de uzaklaştığımızı sanmıyoruz. Sofrada bir iki çeşit yemek ve meyve bulunduruyoruz ama bununla ne REHAVETİMİZ ne de KARIN ŞİŞLİĞİMİZ pek artmıyor. Bunlar sebebiyle de namazlarımızı CEMAATSİZ ve dünya işlerimizin arasına sıkıştırarak da kılmıyoruz. Elhamdülillah MEŞGULİYET AZABIMIZ falan da arttırmadan, mesailerimizi tanzim etmeye çalışıyoruz. Ve hatta basit öğretmen maaşıyla iktifa edip yapabildiği kadar hizmetlerle meşgul olmaya, hatta çok sıkıntılara rağmen emekliliğinde yeni işler bulup daha rahat yaşamayı asıl gaye etmeyen yiğitleri burada hürmet ve saygıyla tebrik etmeyi de ifade etmem lazım. Allah bizleri de bunlara arkadaş eyler inşallah. Bütün bunlar BSN.Hazretlerinin “Terk Etmeden Terk Etmenin Yeni Yoluna” asla aykırı değildir

Veya daha doğru ifadeyle insan olarak çok kusurlarımız vardır. Ancak bunların BSN. yeni yoluyla ne alakası olabilir. Tam aksine ben bu hatların, O’nun dediği gibi, dünyayı kalben terk edemediğimizden kaynaklandığa inanıyorum.

Ayrıca BSN. Hazretlerinin bu YOLU; mutasavvıfinin, terk tarzından daha zayıf bir tarz da değildir.. Sadece, insanın ve hatta bu asrın fıtratına daha uygun, en az diğeri kadar İslamın özüne mutabık ve hatta daha güzel bir yoldur.

İstanbul İlim ve Kültür Vakfının bir sempozyumunda bir Arap ilim adamı, bir profesör BSN.’ nin fenlere, Avrupa’ya bakışını, keşke ta başından beri, İslam alemi olarak anlasaydık ta bu perişan hallere düşmeseydik demişti. Maalesef hâlâ bir çok mümin, toptancı bir zihniyetle Avrupaya da fenlere de düşmanlık yapmaktalar. BSN. gibi onları da ve hatta felsefeyi de analiz, sentez ederek iyisini kötüsünü ayırtamamakta, faydalı tarzlarını, iyi taraflarını görememektedirler.

Bu terk meselesinde de maalesef ayni durum söz konusudur.

Şeyh Geylânî 'nin terbiyesinde bulunan, kuru ve kara ekmek yiyen talebesinin itiraz eden validesine : "Ne vakit senin oğlun da bu dereceye gelirse, o zaman o da tavuk yesin." Dediğini hep beraber okuyoruz. Ancak, yenmiş tavuğu yürütmenin bizler tarafından mümkün olamayacağından da, bizlerin öyle tavuk falan yiyemeyeceğimizi, dolayısıyla “ lezaizi terk etmek” anlamını da bu tarzda da anlamadığımı belirtmem gerekiyor.

Acaba bu delilden biraz mahrum itirazları yazan arkadaşlarım bunu nasıl anlıyorlar merak ediyorum. Ya tavuk yememeleri lazım . Ya da eğer tavuk yiyiyorlar ise “Kum biiznillah” diyerek yedikleri tavuğu adeta tekrar canlandırıp yürütmeleri lazım. Yoksa bana tenkit yazmaya fazlaca hakları olamaz.

Veya bir üçüncü yol olarak İktisat Risalesinin bir yerinde:

“İşte, Hazret-i Gavs'ın bu emrinin mânâsı şudur ki: Ne vakit senin oğlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese, o vakit leziz şeyleri yiyebilir.(658)” diyen ve bu asrın fehmine ve akla ve fıtrata çok daha fazla uyan; İslâm’ın bu yeni ve orijinal görüşünü ortaya koyan BSN.’ye t”abi bir Mümin olarak, bu nimete mânâ-i harfiyle bakarak, ruhları cesedlerine, kalpleri nefislerine, akılları midelerine hâkim bir tarzda, şükür için yiyebilirler.

Onu Allah’ın verdiğini düşünür, O’nun ismiyle yani Bismillah diyerek; basit çer- çöpten bu harika nimetin nasıl yaratıldığını düşünüp tefekkür ederek yiyebilirler. Sonunda da Muhakkak O’na teşekkür etmeleri, Elhamdülillah demeleri de lazımdır… Bu zikir, fikir ve şükrü unutmadan, zühdden uzaklaşmadan, cemaatle namazı terk etmeden ve namazı dünya işlerinin arasına sıkıştırmadan ve dahi ibadet kastıyla afiyetle yiyebilirler. R.Nur külliyatında anlatılan bütün harika manaları düşünüp İslam’ı bihakkın yaşayabilirler. Onlar hiç telaş etmesinler.

Fakat zikir, fikir, şükür ile özetlenen ve R.Nurda anlatılan, bir kısmını bu ve eski yazılarımda anlatmaya çalıştığım bütün buna benzer vazifeleri yapmak şartları, muhakkak yerine getirilmelidir. Hatta yemeyip, içmeyip bir nevi Allah’ın ikramını reddederek yaşamalarına rağmen, yine de bu yukarıda anlatılmaya çalışanları, mümin olarak yerine getiremeyebilirler. Çok dikkat etmeliyiz. Her an O’nu düşünebilmeli, şifayı, korumayı, rızkı ve her şeyi O’nun verdiğini hiç aklımızdan çıkarmamalıyız. Hatta bu manaları anladığımızı,düşündüğümüzü besmeleyle, Elhamdülillahla, her davranışımızda Sünnete uyarak ifade etmeye çalışmalıyız. O zaman ayni zamanda Gavs-ı Azamın (KS) anlatmaya çalıştığı, BSN.’nin daha sarîh olarak bu asrın kurtlu insanlarına hediye ettiği Kur’anî, ama yeni ve orijinal bu tarzı uygulamış oluruz.

Bu tenkitleri yazan arkadaşlarımın bu ve diğer yazılarımı ve tabi ki R.Nurların bu konularını tekrar dikkatlice ve akıllı bir ekiple okumalarını tavsiye ediyorum.. Hak verirsiniz ki konuların tamamını burada anlatmak mümkün olmuyor. Ben de tekrar tekrar okumaya, “Netice-i hayatımız, sebeb-i saadetimiz, vazife-i fıtratımız olan”, R.Nurları, ekip halinde tetkik etmeye devam edeceğim. Eğer farklı manalar idrak edersem tükürdüğümü yalamaya hazırım. Hakkınızı helal etmenizi rica ederek başka yazılarda buluşmak temennisiyle doğru bir İslami anlayış ve saadet-i dareynler temenni ederim .

Netice olarak; dünyanın, dünya nimetlerinin, fani lezaizinin terk edilmesiyle ilgili olarak, R.Nurlardan :

1. Onların, hayatımızın asıl hedefi olmaması;

2. Kalben onlara meyledilmemesi, bağlanılmaması;

3. Onların kesben değil, kalben terk edilmesi;

4. Kimin tarafından verildiklerinin muhakkak bilinmesi;

5. Bütün nimetler için O’na şükredilip teşekkür edilmesi, iktisatla kullanılması;

6. Sadece helal olanlarla muhatap olunması ;

7. Onlar yüzünden, asli vazifelerimizin terk edilmemesi, aksatılmaması;

8. Başkaların, bilhassa muhtaçların imrendirilmemesi, tahrik edilmemesi;

9. Bütün, lezzetlerden; onları veren Allah’a gidilip, onların O’nun hesabına sevilmesi;

10. Dünya ve mahlûkatının, mânâ-yı harfiyle sevilmesi, mânâ-yı ismiyle sevilmemesi;

11. Ruhumuzun cesedimize, kalbimizin nefsimize, aklımızın midemize hâkim kılınması ve lezzetlerin şükür için istenmesi .....ölçülerini çıkarmak doğru olacaktır..

Cenab-ı Hak, hepimize, Nurlu kitapların anlattığı İslâm’ı doğru anlamayı, doğru yaşamayı nasip etsin.

  25.08.2006

© 2021 karakalem.net, Halil Köprücüoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut