‘GÜNAH, İNSANIN kendi özüne muhalefet etmesidir.’ Kendi adıma söyleyebilirim; bu, günaha getirilen en iyi tanımlardan biridir. Öz üzerine yapılan felsefi tartışmalara girmeye gerek yok, öz denince ne anlaşılıyorsa, o odur. Tolstoy’un dirilişin gerçekleştiği yer bildiği ‘vicdan’ın işaretlediği ‘iyi’ye (yani ‘öz’e) muhalif olan her muamele ve durumu ‘günah’ olarak görebiliriz. Diyebiliriz ki bugün dünyada yaşanan şey, ‘öz’e muhalefettir. ‘Öz’ünün üzerini çizip ona karşıt yaşayan bir insan tipinin zorbalaştığı bir dönemden geçiyoruz. Bu zorba insan, ‘başkası’ üzerinde iktidar oyunlarına girişiyor, sadece bir ‘egemen’ olarak davranıyor. Hiçbir şeyin ‘kendisi’ olarak kalmasına müsaade etmiyor.
Şimdi hepimiz böylesi bir ‘öz’e muhalefet durumuna, bir savaşa tanıklık ediyoruz. Çocukların, babaların, annelerin, ihtiyarların bombalarla parçalandığı bugünlerde olan şey aslında savaş değil, vahşi bir saldırıdır. Saldırıdır çünkü savaşta vuruşup öl(dür)en taraflar olur. Ama vurulup parçalanan, içi boşaltılan sadece Lübnanlı veya Filistinli olmuyor insani değerler de anlamsızlaştırılıyorlarsa, o zaman yapılan insanlıkla bir savaştır. O esaslı kitabın, Minima Moralia’nın yazarı Yahudi Adorno haklı olarak, “Auschwitz’ten sonra şiir olabilir mi?” diyordu. Çünkü Auschwitz’te yaşananlar şiire, yani insanın özüne muhalefetti; orada insan ölüyor, şiir sesini yitiriyordu. Ve şimdi biz de haklı olarak soruyoruz; ‘Parçalanan Lübnanlı çocuklardan sonra şiir olabilir mi?’
Ama şiir olmalı, şiir ebediyen kalmalı! Bunun için bu savaş bitmeli; bu kan durmalı, bu çocuk ölümleri son bulmalı! Bu savaş bitmeli; çatlayacak hale gelmiş bu anne kalpleri sükûna kavuşmalı! Bu savaş bitmeli; sadece birkaç yıl yaşamış, az oynamış, az gülmüş, az haylazlık etmiş, çok az ‘babacığım!’ demiş ölü çocukları kucaklarına alan babaların çaresizliğine bir çare bulunmalı! İnsanın özüne arsızca muhalefet eden Yahudi Olmert’e karşı, ‘İnsanların çektikleri acılardır asıl paylaşılması gereken.’ diyen ve insanın yanıbaşında yerini alan Yahudi Adorno kazanmalı; savaş bitmeli, şiir kalmalı!
Evet, bu savaş bitmeli! Koşar adım ölüme giden bu hayatın içinden savaş düşmeli, savaş hayattan kovulmalı! Filistin, Lübnan, Irak, bütün bir dünya savaşa elverişsiz bir yer haline gelmeli artık! Kim savaşıyorsa, kim savaşa oynuyorsa, kim savaşa gidiyorsa, kim savaşa çağırıyorsa yalnız bırakılmalı; bir yudum bile olsa ona su verilmemeli; kendini savaşa kaptırmış bu talihsiz kulak bulmamalı, içine girip oturacağı bir kalp bulmadan öylece kalmalı, öldürse de ona dönüp bakılmamalı! Hayır, savaşçının çok iyi bildiği/anladığı dilden konuşmak, yani savaşmak, savaşçının öldürdüğü gibi öldürmek, onun vurduğu gibi vurmak, yağdırdığı gibi bomba yağdırmak savaşı bitirmeyecektir! Savaş, savaşarak bitmez! Öldürerek ölümlere son verilmez! Öldürülmenin karşılığı olarak öldürmek, savaşçıyı ve ölümü büyütür sadece! Bombaya karşı bomba, yeni bombaları getirir. Düzeneği tetiklenmiş her silah, silah fabrikalarında vardiyaları arttırır; gidip bir çocuk bedenini parçalayan her mermi, daha fazla mermi paketinin ambalajını açtırır.
Savaşı savaşanlar değil, savaşmayanlar bitirir! Öldürenler değil, ölenler! Savaşa karşı savaşa koşanlar savaşı ve savaşçıyı daha da diriltirler, savaşı ve savaşçıyı bitiren toprağa akmış su olurlar, savaşı ve savaşçıyı gürbüzleştirirler. ‘Savaşa karşı savaş!’ diyenler, savaşın ve savaşçının dilini kullanarak bu dili hayatın içine daha da fazla sokarlar. Böylelikle hayat dilinden olur; dil ölüm kesilir, ölüm hayat olur.
Hayır, savaşı savaşanlar değil, savaşmayanlar bitirir! Öldürenler değil, ölenler! Savaşta vurulmuş her çocuk, her delikanlı, her anne, her baba, yıkılmış her bir ev, parçalanmış her bir ağaç, ortalığa saçılmış her bir canlı parçası, havaya sinmiş her bir barut ve et kokusu savaşı ve savaşçıyı ölümün içine çeker. Savaş ve savaşçı öldürerek ölür! Öldürerek vicdanına, kalbine, içine, diline, üzerine kan bulaştırır; kocaman bir nefrete, kine, bedduaya açık kalır; ‘iyi’den, ‘güzel’den, ‘değer’den düşer. Bir atalar sözünde belirtildiği gibi, kötülüğün beterini kötülük eden görür. Montaigne de bunu söyler: ‘Nasıl ki arı başkasını sokunca kendisine daha fazla zarar verir; çünkü iğnesi ve gücü elden gider.’ Savaşçı, açtığı yarada canını bırakır; ruhunu, kalbini, vicdanını, onu insan kılan her bir iyi şeyi… Savaşçı gücünden düşer, kendisini haklı gördüren bir gücü bulamaz hale gelir.
Çocuk bedenlerini parçalayıp kırk derecelik sıcaklarda kokutturan, anne ve babaları sözsüz bırakan, uzaklardaki insanların hayatını anlamsızlaştıran; savaşı ve savaştaki büyük kayıpları yazmakla yetinmenin (ne yazık ki yetinmenin) ayıbı içinde her tür yazının içini boşaltan bu savaş bitmeli! En derinlerimizde öylece duran öfkeyi ve kini ayağa kaldıran, bizi öfke ve kinle konuşturan, öfke ve kin kesilip bizi de karşı olduğumuz/lanetlediğimiz savaşa sokan bu savaş bitmeli! Bizi savaşçı kılan, bize kendinden üniformalar diktiren, kanlı oyuğundan ellerimize bombalar uzatan bu savaş bitmeli!
Savaşa gitmeyelim! Bırakın, ölelim! Öldürenin karanlık yüzüne değil, ölenin mağdur ve mağrur yüzüne ilişelim! Ellerimiz/yüzümüz/içimiz bombaların, silahların, mermilerin metal ışıltısıyla değil, insanın yüce bir anıtı gibi duran masum çocuk yüzlerinin ışığıyla aydınlansın. Öldürerek ölen o yüzsüz yüzlerin karanlığı üzerimize düşmesin, içimize sinmesin; ölerek, diri kalmış insan kalplerinde yaşamaya devam eden yeryüzü çocuklarının gözlerine düşelim.
İnsan ki, yeryüzünde ‘şairane’ oturmalı. İçine bırakıldığı yeryüzünde kendine eğilmek, kendini tanımak ve bilmek içinde(n) dışarıya, börtü-böceğe, insan kardeşlerine gitmeli. Var olarak gitmeli, giderken var kılmalı. Öldürmeye değil, diriltmeye gitmeli!
İnsanız! Dünyaya doğarız ve dünyada doğarız! İçimize konan insan olabilme kapasitesini geliştirerek dünyada kendimizi doğurturuz, içimizden kendimizi çıkartırız. Ne kadar iyi şey varsa içimizde onlara yollar açarak, ne kadar kötü şey varsa derinlerimizde yollarını kapatarak biz var olabiliriz, var olabilmişler olarak etrafımızı var kılarız. Evet, insanız! İşimiz ‘var kılmak’, ‘yok etmek’ değil! Oysa savaş ve savaşçı sadece yok ediyor. O halde kim savaşa koşuyorsa, kim bir savaşçı kesiliyorsa, kim öldürüyorsa kendine, yani insana uzak düşüyor. Kim insana yabancılaşmışsa ve yabancılaşıyorsa, hayata değil, ölüme çalışıyor demektir.
Bu savaş bitmeli! Koşar adım ölüme giden bu hayatın içinden savaş düşmeli, savaş hayattan kovulmalı! Çünkü savaş günahtır, günah ise ‘öz’e muhalefettir. Ve bu savaşı İsrail değil, ölenler, ölü Lübnanlı çocuklar bitirecektir! Umuyoruz ki Adorno, insan kazanacaktır! Çünkü İsrail öldürerek ölüyor, Lübnanlı çocuklar ise ölerek diriliyorlar. İsrail ölümün adı olurken, Lübnanlı çocuklar hayatın adı oluyorlar.