“Ben bunların ne olduğunu bilmek zorunda mıyım?”

NEW YORK’TA H&B mağazasından bir kamera almak istedim. Bu mağaza bir Yahudi mağazası. Tüm çalışanlar 1)erkek, 2)Yahudi inancına uygun bir dış görünümleri var:hemen hepsi “çember sakallı,” bol paça pantolonlu, siyah fötr şapkalı. Kimisi yandan saç lüleleri sarkıtmış. Hepsi de müşteriye karşı müstağni bir eda içinde, yoğun talep karşısında hiç telaşlanmadan aheste bir şekilde ortalıkta dolanıyor. Yanımdaki profesör arkadaşım, bu görüntüden ciddi biçimde rahatsızlık duydu. Şu ya da bu şekilde var olan Yahudi karşıtı sterotipler, bu görüntüyle iyice açığa çıktı. Alışveriş sırasında bu kimlik gösterisi de nedendi? Kemalizmi içselleştirmiş bu arkadaşım, sonunda durumu özetleyen tepkisini şu sözlerle ifade etti: “Ben bunların ne olduğunu bilmek zorunda mıyım? ”

“Bilmek ya da bilmemek. İşte bütün mesele bu!” Kemalizm, kamusal alanı her türlü kimliği nötralize eden, vazife temelinde tanımlanmış, bir çiçek gibi güneşin tüm renklerini emip yalnızca “kendini” gösteren vatandaşlık kimliği ile kayıtladı. Vatandaşlık kimliği sizin devletle ilişkinizi hukuki olmaktan çok siyasi düzeyde tanımlayan, varlığınızı devlete sadakatle özdeşleyen, dil, kültür ve ülkü birliğini genel-geçer kimlik unsurları olarak dayatan asimilasyoncu eşitlikle tanımlandı. Cinsiyetin toplumsal kurgusu kadın ve erkeği cinselliklerinden bütünüyle soyutlayarak düzenlenirken, ifade hürriyeti rejime sadakat şartına bağlandı. Böyle bir ortamda, sizden beklenen devlete, devlet büyüklerinin şahsında perestiş etmekten ibaretti.

Kamusal alanın bu homojen kurgusu kaçınılmaz olarak otoriter bir niteliğe sahipti. Demokratik omurgalı bir kamusal alan, farklılıkların hukuk düzeni içinde serbestçe yansıma alanı bulabilmesine imkan tanır. Hiçbir ideolojinin vesayeti, hukuk düzeninin gerekleri dışında, veri olarak alınamaz. Dolayısıyla, kamusal alanın demokratik kurgusu dünyevileşme üzerine kurulu bir devlet ideolojisi olan Kemalizmin belirleyiciliğini reddeder. Kemalizm de, diğer toplumsal ve siyasi ideolojiler gibi benimseyenleri ve bağlıları için anlam taşır, o kadar.

Buna rağmen, Türkiye’de kamu düzeni fikir, düşünce, inanç ve kişisel tercihlerin hiç bir şekilde yansımadığı, nötr (Kemalizmin “renk” vermeyen vatandaşı) bir alan olarak görülmek isteniyor. Bu nötr alan, aslında hiçbir şekilde nötr değil. Mesela, baş açıklık, baş kapatmaya gore neden nötr bir durumun ifadesi olsun ki? Pekala, başı açık olmak da, en az baş örtmek kadar değer yüklü bir tercihtir. Birinin diğerine verili üstünlüğü de kaçınılmaz olara değer bağımlıdır ve asla nötr bir durumun ifadesi değildir. Kemalisler, sözde nötr durumu tanımlama hakkını devlet seçkinlerine vermişlerdir. Siyaset elitleri, dolayısıyla demokratik tercihler bu tanımlayıcı gücün dışında bırakılmıştır. İşte düğüm. Giyim tarzı, ifade hürriyetinin bir uzantısı olduğu için (ifade hürriyeti sadece sözel bir dışavurumdan ibaret değil!) Amerikalılar bu durumu tabii olarak görüyor. 11 Eylül sendromuna ve Hristiyan siyonizmine rağmen, bırakın öğrenim alanıda, çalışma alanında bile resmi bir yasak hiç söz konusu olmadı. Dahası devletin böyle bir düzenleme yapma yetkisi anayasal olarak engellenmiş durumda. Ama biz, Türkiye’deki kodlarımızı oraya taşıdığımızda bocalıyoruz. Oysa, ironic de olsa, zor araçlarına baş vurmadıkça, herkesin inancını dışa vurma hakkı, 82 Anayasasında bile güvence altına alınmış! Farklılıkların, kategorik olarak rahatsız edici, mide bulandırıcı, baş ağrıtan karşıtlıklar olarak algılandığı yaklaşımların demokratik düşünce ile bağdaştırılması mümkün değil. Öteki türlüsü ise, orman kanunu uygulamasından ibaret.

Şükürler olsun ki, kral çıplak. Üstelik, kralın çıplak olduğunu artık kral da biliyor.

  08.08.2006

© 2021 karakalem.net, Refik Yıldızer



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut