Oturmak ve yaşamak

Hasan Güneş

YATIRIM İMKANLARINI araştırmak isteyen meşhur Amerikan şirketi Standard Oil, 1950 öncesinde Anadolu'ya bir uzmanını göndermiş. Uzman iki yıl süren çalışmalarını bir raporda özetlemiş. Raporda Anadolu halkının çalışmayı pek sevmediği anlatılmak isteniyor. Belki de, dünya siyasetine yön veren petrol devi, petrol gibi hammadde kaynaklarını verimli bulmayınca, insan kaynağını da yatırıma değer bulmadı, tezgahını Anadolu bozkırlarına değil, Ankara'ya kurdu.

Uzman, yarım yamalak öğrendiği Türkçe'den yakaladığı bir ifade ile de kanaatini pekiştirmiş. “Oturmak” kelimesinin “nerede oturuyorsunuz?” sorusunda olduğu gibi “yaşamak” mânâsına da geldiğini anlatarak, Anadolu'da “yaşamak oturmaktır” demek istiyor. Şirket yönetiminin 1800'li yıllarda ilk işçi hareketlerinin de başlangıcı sayılan grev kırma operasyonunda işçilere kurşun yağdırarak yaptığı katliam hatırlanacak olursa “oturma eylemine” karşı hassasiyetleri daha iyi anlaşılacaktır.

Neyse biz şimdi şirketi bırakıp kendimize bakalım, uzmanın dikkatini çektiği gibi, kahve köşelerinde, kasaba meydanlarında ağaçların altında sandalyeleri çekip saatlerce oturanlara bakıldığında bir hakikat payı olabileceğini düşünelim. Sanayileşme her ne kadar bazı şeyleri değiştirse de yine de televizyon karşısında geçirilen saatler, eğence merkezleri, tatil köyleri gibi yeni sektörler vakit öldürmeyi daha da sistematik hale getirdi. Yani ya boş boş geziyoruz yada ekran karşısında hep oturuyoruz.

Şüphesiz Anadolu'da halkın belini büken işsizliği unutmamak gerekiyor. “İş mi var çalışılacak” sorusuna karşı söylenecek fazla bir şey yok. Vaktiyle koyu devletçiliğin hüküm sürdüğü dönemde, halkın ürettiğini satamadığı, satsa parasını alamadığı yada depolarda mahsulün çürüdüğü dönemler gibi çalışmaya karşı şevki kıran faktörleri unutmamak gerekiyor.

Ancak tüm bunlara karşı yapılacak çok şey her zaman vardır. Vaktiyle bizden çok daha kötü durumdaki pek çok toplumlar benzeri meseleleri ve sıkıntıları tek tek aşarak düze çıktılar ama mutlaka çalışarak.

Gerçekte pek çok mesele, her şeyi parada ve maddiyatta aramakta düğümleniyor. Bir şey para etmiyorsa, maddî bir getirisi yoksa ona karşı bir şevk ve istek duyulmuyor. Halbuki pek çok şeyde başlangıçta maddî bir getiri yoktur. Mesela bir meslekte veya bir sanatta başlangıçta sağlam bir eğitim, sabırlı bir çıraklık ve ciddi bir fedakarlık yapılmazsa sonuç almak mümkün değildir. Eğitim, sabır ve çıraklık ise başlangıçta para getirmez. Bir kişinin boş vakitlerde saatlerce oturup malayani şeyleri konuşması ve başkalarını tenkit ederek ömrünü heder etmesi yerine, kitap okuması, çoluk çocuğunun eğitim faaliyetlerine yardımcı olması, manevî hizmetlerde vazife alması, yada evini güzelleştirecek ufak tefek çalışmalar yapması hemen gözükmese de hem kısa vadede hem de uzun vadede büyük kazançları olan faaliyetlerdir.

Gerçekten de bizim en önemli hastalığımız, maddî meselelere fazla odaklanmak ve kısa vadede çok şeyler elde etmek şeklindeki sabırsızlık ve acelecilik gibi hususlardır.

Halbuki maddî meselelerin dahi alt yapısı, eğitim, kültür, işbirliği, sabır, karşılıklı güven, tevekkül ve şevk gibi manevî değerlerdir. Bunlar atlandığı için memleket olarak bütün gücümüzle dünyaya yoğunlaşmamıza rağmen maddî meselelerde de başarılı olamıyoruz.

Diğer bir husus ise “oturmak” konusunda olduğu gibi rahat meylidir. Halbuki meşhur sözde olduğu gibi "Rahat zahmette, zahmet rahattadır.” Rahat etmek istiyorsak mutlaka çalışmamız gerekiyor. Risale-i Nur'da, şu kâinatta canlı cansız her şeyin büyük bir faaliyet içerisinde olduğu, şevkle, lezzet alarak çalıştığı izah edilerek bunun bir “sünnetullah” olduğu ifade edilir ve şöyle denilir: “İşte 'sünnetullah' tabir edilen, kâinatta cereyan eden bu sırlı uzun düsturdandır ki, işsiz, tembel, istirahatle yaşayan ve rahat döşeğinde uzananlar, ekseriyetle, sa'y eden, çalışanlardan daha ziyade zahmet ve sıkıntı çeker.”

Türkçe'deki oturmak kelimesi belki de derin bir manası olmayan veya öyle kastedilmemiş bir kelime de olabilir. Tarihin derinliklerinden itibaren göçebe yaşamış, büyük göçlerle ülkeden ülkeye taşınmış bir millet için bir nebze olsun “oturmak” belki de bir hasret ve bir toprağa ve vatana sahip çıkmanın adı. Ancak bu, Tevbe sûresinde de ifade edildiği gibi: “Ey iman edenler! Ne oldu ki size Allah yolunda seferber olun denilince yerinize yığıldınız kaldınız, yoksa âhiretten geçip dünya hayatına razı mı oldunuz?” şeklinde “oturup kalmak” olmamalıdır.

  02.08.2006

© 2021 karakalem.net, Hasan Güneş



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut