Nerelerdeyiz, ne işlerdeyiz?

RİSALE-İ NUR müellifinin ‘hadis’e verdiği önem, apaçık ortadadır. Risale-i Nur’un en temel risalelerinden olan ve Cenab-ı Hakk’ı ‘bütün isimleriyle’ tanımanın vazgeçilmez önemini merkeze alan “Yirmidördüncü Söz”ün tam ortasındaki “Üçüncü Dal”ın hadis müdafaasına ayrılması, bunun en birinci delilidir.

Marifetullaha, ism-i Âzama, bütün isimlerinin mertebe-i âzamında Allah’ı tanımaya dair izahların tam orta yerinde böyle ‘teknik’ bir konuya girilmesi, usul-i hadise dair izahlar yapılması; hele ki, ‘enaniyeti kavi, imanı zayıf, yalnız akıllarına güvenen’ bir kısım mübtedîlerin itirazlarına cevap verilmesi, elbette dikkat çekicidir ve elbette yerindedir.

Yerindedir; zira, insanın marifetullah yolculuğunun tamam olabilmesi için, Allah’ı ‘bütün güzel isimleriyle ve bu isimlerin mertebe-i âzamında’ tanıması gerektiğinden bahseden “Birinci Dal”ın ardından gelen “İkinci Dal,” Allah’a götüren yolların tahlilini yapar ve bu yollar içinde sözkonusu tamam ‘marifetullah’ı mümkün kılan yol olarak ‘reşha’ sembolizmi içinde ifadesini bulan ‘veraset-i nübüvvet mesleği’ni gösterir. Cenab-ı Hakkı hakkıyla tanımak ancak ‘veraset-i nübüvvet’ mesleği içinde, ‘reşha’lıkla mümkündür; ancak ‘ism-i Âzamdan, arş-ı Âzamdan, bütün isimlerin mertebe-i âzamından gelen’ Kur’ân’ın dersi ve Cenab-ı Hakka bütün isimlerinin mertebe-i âzamında muhatap olmuş ‘sahib-i Mirac’ Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâmın talimiyle bu başarılabilir.

Bu yolda yürümenin asgarî bir şartı ise, Hz. Peygambere ve sünnetine, salim bir akıl, selîm bir kalb ile muhatap olabilmektir. Bunun için ise, ‘hadis’ sözkonusu olduğunda, duruşunu sahih kılabilmek bir zarurettir.

O yüzden, insanı marifetullah şahikalarında dolaştıran “beş dal”lı “Yirmidördüncü Söz”ün tam ortasındaki ‘dal,’ hadislere dairdir; ‘enaniyeti kavi, imanı zayıf, kendi aklına güvenir’ bir halde hadisleri kesip biçmemeye, eğip bükmemeye dairdir.

Risale tefekküründe hadislerin taşıdığı hayatî değer, sair risalelerde de kendini apaçık belli eder. ‘Zayıf’ bulunan, hatta ‘mevzu’ olduğu söylenen bazı hadisler için dahi, Bediüzzaman’ın değme ‘hermenötik’çilere parmak ısırtır bir ustalıkla, ‘anlam mertebeleri’ düzleminde, nasıl bir izah silsilesi gördüğünü; kendini beğenmiş her modernin “Pöh!” deyip alaya almaya kalktığı bir hadiste dahi ne cevherler bulup çıkardığı, meselâ “Ondördüncü Lem’a”da, meselâ “Beşinci Şua”da rahatlıkla okunabilir. Tıpkı, düz mantığın cazibesine kapılmış bir modern aklın burun kıvırdığı ‘seb’a semavat’ meselesi sözkonusu olduğunda bir ‘anlama’ dersi veren “Onikinci Lem’a”da olduğu gibi...

Velhasıl, Risale-i Nur müellifinin hayatında ve Risale-i Nur tefekküründe hadislerin ‘olmazsa olmaz’ bir yeri ve değeri vardır.

Dolayısıyla, özellikle de ‘müteşâbih’ hadisler üzerinden hadislere karşı geliştirilen bir tasallut, Risale-i Nur’un tarif ettiği ‘manevî cihad’ın kapsama alanındadır. Hadislere ilişen hiçbir yaklaşım, Risale-i Nur müellifinden ‘suskunluk’ ve ‘biganelik’ karşılığı almamış; bilakis, cevabını almıştır.

Bunun güzide örneklerinden biri ise, eski dönemin en zehirli oryantalistlerinden Alfred Guillaume’un İÜ Edebiyat Fakültesi’nde “İslâm Tetkikleri Enstitüsü”nü kurmakla görevli profesörü Zeki Velidi Togan’ın davetiyle konferansa geldiği üniversitede 11-17 Mayıs 1953’te âyetler ve hadisler konusunda, hele ki ‘müteşabihat’ konusunda zihinlere şüpheler ekmeye çalışmasına karşılık, Risale-i Nur talebelerinin Risale-i Nur’dan ilgili bahisleri derleyip çoğaltarak konferansa katılanlara sunmasıdır. Fakültenin İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi’nin 1. cilt, 1. sayısını okuyanlar, bunun gördüğü hizmeti de kavrarlar. ‘Hazırlıklı’ gelen Alfred Guillaume, ‘bir sonraki konferansta’ gireceğini söylediği mevzulara girmekten imtina etmiştir!

Şimdi, bir yanda Risale-i Nur müellifinin hadis müdafaası sadedinde 1911’de telif ettiği Muhakemat’tan itibaren yazdıklarını bir tarafa; ondan ders alan talebelerinin, onun da tensibiyle, bir oryantalistin hadislere ve mütebaşih âyetlere dair taarruz teşebbüsüne karşı Risale’nin ilgili bahislerini derleyip dinleyicilere takdim etmek suretiyle yürüttükleri ‘manevî mücahede’yi de onun yanına koyup, bir de bugün olup bitenlere bakıyor insan...

Dün Alfred Guillaume’un söylediklerinin benzerini, bugün bu ülkede niceleri, hele ki ‘ilahiyatçı’ profesörler söylüyor...

Ona da alıştık; ama iş bir adım daha öteye gidiyor ve Diyanet İşleri Başkanlığı bir ‘hadis-ayıklama’ faaliyetine girişeceğinden söz edebiliyor. Hadis külliyatları taranacak ve ‘kadın-karşıtı’ olduğu düşünülen hadisler safdışı edilecek.

Geri dönüp, ulaşabildiğim kadarıyla, dün teksir makinesiyle ‘hadis müdafaası’ yapan Risale ehlinin bugün ellerindeki bu kadar ‘iletişim’ imkânına karşılık ne yapıp ettiğine bakıyorum; benim görebildiğim kadarıyla, çıt çıkmıyor... Kimin ne hakla ‘hadis ayıklamaya’ kalktığını sormayı Risale-i Nur’a referansla akıl etmek, benim görebildiğim kadarıyla, Risale ehline değil, Bediüzzaman’ın “Dünya öküz ve balığın üzerindedir” rivayeti üzerine verdiği hadisleri anlama dersine atıfla konuya değinen Gerçek Hayat’ın hadislere hürmetini takdirle izlediğimiz yazarı Nihat Nâsır’a düşüyor.

Hazin değil mi, dostlar?

‘Hadisleri ayıklamak’tan söz edilirken öyle rahat oturup duracak isek; hadisin izzetini müdafaadan imtina edecek isek, ne diye buralardayız?

Suya sabuna dokunmayan best-seller’lar üretmek; trende uygun söylemlerle ‘herkesin sevgilisi’ olabilmek için mi?

Böyle mi gördük Risale müellifinden?

  06.07.2006

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut