Hatimedeki sualden notlar

BU NOTLAR 23. lem’a olan tabiat risalesinin hatimesindeki suale dair bir ders müzakeresine vesile olabilmek duasıyla çıkarılmış notlar olarak okunmalıdır.

Tabiat fikr-i küfrîsini terkeden ve imana gelen zât diyor ki: Elhamdülillah, benim şübhelerim kalmadı; yalnız merakımı mûcib olan birkaç sualim var.

Birinci Sual: Çok tenbellerden ve târik-üs salâtlardan işitiyoruz; diyorlar ki: Cenab-ı Hakk'ın bizim ibadetimize ne ihtiyacı var ki, Kur'anda çok şiddet ve ısrar ile ibadeti terkedeni zecredip Cehennem gibi dehşetli bir ceza ile tehdid ediyor. İtidalli ve istikametli ve adaletli olan ifade-i Kur'aniyeye nasıl yakışıyor ki, ehemmiyetsiz bir cüz'î hataya karşı, nihayet şiddeti gösteriyor?

Tabiat fikr-i küfrisi, görünür (determine edilebilir)sebeblerin sonuçları yarattığını/icad ettiğini, yaratılan her mevcudun kendisini/kendisiyle teşekkül ettir(il)en sebebler tarafından(maddeler veya kanunlar) yaratıldığını, yada kendi kendine oluştuğunu, maddenin ezeli olduğunu bir şekilde kendiliğinden oluştuğunu, dolayısıyla varlığının sebebi ve idamesi için herhangi bir kuvvete ve/veya kuvvet kaynağına (kudrete) ihitiyacı olmadığını, yada tabiat denilen bir kurallar bütünü tarafından idare edildiğini/varedildiğini iddia eden fikirdir.Tabiat; tab etmek kökünden müştaktır ve nasılki matbaadaki demir kalıbların, belli/kurulmuş bir sistem tarafından tab edilmesi gibi , mevcudatın ve hadiselerin de bir kurallar bütünü tarafından (belirli/kurulu bir sistenm tarafından) tab edilir gibi oluşturulmasına matuf olarak ‘tabiat’ şeklinde isimlendirilmiştir.Oysaki tabiat bir kanundur, kanun koyucu değildir. Münfaildir, fail değildir. Yani yaratılış olayında fiil sahibi değil, yaratma fiiline maruz bir kurallar manzumesidir. Fiilin öznesi değil nesnesi durumundadır. Tabiatı yaratıcı olarak gören bir adamın hali; bir süre arabaların trafik işıklarında durmalarını/hareket etmelerini gören , ancak trafik ışıklarını düzenleyen kuvvetten habersiz olduğu için, trafik lambalarının bizatihi kendilerinin araçları hareket ettirip/durdurabildiğine inanan adamın durumu gibidir. Aynı zamanda tabiat, şeriat-ı fitriyedir, sıfat-ı iradeden gelen tekvin-i şeriatın yazar/bozar bir tahtası gibidir. İnsan hem sıfat-ı kelamdan gelen tedvini şeriata hemde sıfat-ı iradeden gelen ve kudret-i ilahiyenin mizanlarıyla programı çiizilen ve (yanlış olarak) tabiat diye isimlendirilen bu şeriata ittiba ile mükelleftir. Sonuç olarak; tabiat kudret-i ilahiyenin sürekli olarak yaratmasına mazhar ve muhatap bir defteri, bir şeriat-ı fıtriye, kavanin-i mecmuu(kanunlar bütünü) iken, tabiat fikr-i küfrisi onu; kanun koyucu/düzenleyici/yaratıcı (trafik lambasını trafik deki düzen in vazedicisi olarak görmek gibi) olarak gören her türlü fikir olarak tanımlanabilir. Hatimedeki birinci sualin sahibi, işte böyle bir fikri terketmiş ve imana gelmiştir. Yinede merakını celbeden bir kaç suali vardır.

Bu sualde yanlış bir kıyas var, insanların istemesi ihtiyaçtan gelir zira insan iktidarı sınırlı ve aciz olarak yaratılmıştır. Bir şey istiyorsa ona olan ihtiyacından dolayıdır. Ne ki, Cenab-ı Hakkın iradesi külli ve şamil, iktidar-ı mutlaktır. O’ nun istemesi bir ihtiyaçtan dolayı değildir. Soru sahibinin nazarında, namazı terketmek ehemniyetsiz ve cüz’i bir hatadır ve bu ehemniyetsiz basit bir hataya mukabil, Kuran-ı Hakimin itidalli (ifrat ve tefritten uzak ) ve istikametli (her meselesinde temel ittihaz ettiği bir maslahat vardır ki, bu Risale-i Nurda “Kuran’ın vazife-i asliyesi daire-i Rububiyetin kemalat ve şuunatını ve daire-i ubudiyetin vezaif ve ahvalini talim etmektir” şeklinde ifade edilir. Öz olarak Kur’ an herşeyde bu maslahatı esas tutar ifadelerindeki istikamet bu hakikatten mülhemdir) ifadelerine cehemnem gibi şiddetli tehdidler yapılması nasıl yakışmaktadır? diye sual edilmektedir.

Cevaben Cenab-ı Hakkın değil kullarının ibadetine, hiç bir şeye ihtiyacı olmadığı ve/fakat kulun ibadete ihtiyacı olduğu zira manen hasta olduğu vurgulanmaktadır. İbadetler ise bu manevi hastalıkları ilaçları hükmünde.. İnsanın manen hasta oluşu –belki- şöylece bi parça açıklanabilir; insanın alakadarlık dairesi çok geniştir, kalbi çok şeylerle bağlanabilir(kalb zaten halden hale kalbolan/değişen manasındadır) bununla beraber geçmişin elemleri ve geleceğin endişelerine de maruzdur ve kalben bağlandığı bir çok şeyi elde edememesi, sevdiklerini elinde tutamaması , alakadar olduklarının elemi ile müteellim olması, baharı istediği gibi cenneti de istemesi ve/fakat ihtiyarının cüz’i iktidarının kısa olması onu manen hasta eder. İbadetle insan, bütün bu manevi hastalıklarına karşı acziyetini idrak ederek ve dergah-ı ilahiyeye iltica edişini ifade eder aynı zamanda.. İnsan dergah-i ilahiyede kendi kusurunu /aczini/fakrını görür kemal-i rububiyetin (Cenab-ı Hakkın kainatta sürekli/kesintisiz yaratmasında/icraatındaki kemali/mükemmelliği ) ve Kudret- i Samedaniyyenin (tüm yaratılmışların kendisine muhtaç olduğu bir kudret sahibinin) Rahmet ve hikmetine sığınır, böylece ruhu manevi hastalıkların ağırlıklarından kurtulur, ibadetler o hastalıklara şifa olur.

Dolayısıyla, Cenab-ı Hakkın kullarına ibadeti emretmesi O’nun kullarına olan Rahmetinin ve Şefkatinin bir göstergesidir. Buna mukabil insanın “Cenab-ı Hakkın benim ihtiyacıma ne ihtiyacı var” demesi, hastanın doktorun ona verdiği ilaçlar için “senin ne ihityacın var ki bana bu ilaçları veriyorsun” demesi gibi manasızdır. Sualin ikinci kısmındaki, ibadeti terk edenler için Kuranın şiddetli tehdidi ise esasında Cenab-ı Hakkın mutlak adaletinin gereğidir. Zira tüm yaratılmışların var oluşlarının manası yaratıcı ları ile irtibatlandırıldıkları zaman kemalini bulur. Kainatın Sanii (sanatkarı) kainatı ve içindekileri mükemmel bir hikmet güzelliği ile yaratmış, onları mükemmel işleyen, kesinkes bir hikmet ve maslahata hizmet eden ve zahiren çok karmaşık görünmesine rağmen, tüm mevcudata hükmedebilen bir kudretle ince ve dakik bir bir intizamla idare edilen bir bütünün parçaları yapmıştır. Ve kainat bölünmez bir bütündür. Bir bütün olarak kainatta noksaniyet/fazlalık bulunmaz. Ehadiyetin bir tecellisi olarak bu bütünün tamamı her bir mevcudun(her bir parçanın) hizmetine sunulmuştur. Böylece bir arı; güneş benim sobam, ay lambam, yeryüzü de tarlamdır diyebilir. Bu arının mevcudiyetinin kemali ancak ona tüm mevcudatı musahhar eden , onun ihtiyaçlarını tarz-ı hayatının gerektirdiği muntazam bir mizan ve nizamla hesaplayıp veren ve onu kainat bütününün anlamlı bir parçası yapan yaratıcısı ile irtibatlandırıldığı zaman inkişaf eder. Bu irtibat kesildiği zaman arı gibi bir mahluk, dünya denilen bu (zahiri) mücadele meydanına sebebler ve tesadüf gibi rastlantısal ve ne olduğu/olacağı belirsiz olan unsurlarca atılmış ve yine hayatının plan(sızlığı)ı bu unsurlarca çizilen , aciz , cismi ve cirmi küçük hadsiz düşmanlarına bu acizliği ve küçüklüğü ile karşı koy(amay)an perişan bir varlık olacaktır. Nerede bu varlık, nerede üzerinde ve işlerinde yaratıcısının /sanatkarının sanatının güzelliklerini gösteren, O’nun baki olan esmasına ayine olmakla çürümekten/yokluktan/hiçlikten kurtulan ve ehadiyetle tüm kainatın kendisine musahhar kılındığı mübarek mahluk..Peki insanın ibadeti terketmesi ile bunların nasıl bir bağlantısı var. Ve tabiat risalesi , tabiattaki yaratılış gerçeğinin ispatına dair bir bahiste, ibadeti terkedenlerden ve Kuranın bunlara karşı şiddetli tehdidinden bahsedilmesinin ne anlamı var. İşte burası meselenin nirengi noktası. Zira deniliyor ki, ibadeti terk eden adam mevcudatın ibadetini görmez ve göremez. Zira insan kendi enfüsi (iç) dünyasındaki tanımlamalarını, afak’a (dış ) dünyaya taşır. (..Bunun içindir ki Risale-i Nur enfüsi tefekkürde tafsil, afaki tefekkürde icmal mesleğidir..) İnsan kendi varlığına, dünyada bulunma gayesine dair nasıl bir tanımlama, nasıl bir ontoloji kurgusu oluşturmuşsa, diger mevcudlara da bu nazarla bakar. Yani zerreyi bakışı şekillendiren esasında ‘ene’ nin nasıl anlamdırıldığı dır denilebilir. Nefsini bilen Rabbini bilir. Bunun için kendi ibadetini yapmayan insan, mevcudatında kendi lisan-ı hallleriyle yaptıkları ibadetlerini görmez. Ve hatta inkar eder deniliyor. Böylece ibadet ve tesbih noktasında(yaratıcılarını kusurdan/noksaniyetten/israftan tenzih noktasında) yüksek makamda bulunan ve herbiri birer mektub-u samedani (ibretle/hayret ve tefekkürde şuur sahibleri tarafından okunması için mevcudatı adeta bir mektub olarak yazan/yaratan ve herşeyin kendisine muhtaç olduğu bir yaratıcı tarafından yaratılmış) ve ayine-i esma-i Rabbaniye olan mevcudat, kendi ibadetini yapmayan insan tarafından kendisi gibi ibadetsizlikle /vazifesizlikle/perişaniyetle ittiham edildiğinden, Sultan-ı Ezel ve Ebed mahlukatının hukukunu muhafaza için ibadetini terk eden insanı, Cehennem gibi bir ceza ile tehdit ediyor...

  23.06.2006

© 2021 karakalem.net, Metin Ergöktaş



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut