Anne

Öznur Çolakoğlu Cam

ANNELER, MELEK gibidirler..

"Bir zamanlar dünyaya gelmeye hazırlanan bir bebek varmış. Bir gün Allah'a sormuş.

- Allah'ım, beni yarın dünyaya göndereceğini söylediler, fakat ben o kadar küçük ve güçsüzüm ki orada nasıl yaşacağım?

- Meleklerin arasından senin için bir tanesini seçtim. O seni orada bekliyor olacak ve seni kendi hayatı pahasına da olsa daima koruyacak.

- Peki... İnsanlar bana bir şey söylediklerinde, dillerini bilmeden söylenenleri nasıl anlayacağım?

- Meleğin sana dünyada duyabileceğin en güzel ve en tatlı kelimeleri söyleyecek. Sana konuşmayı da o öğretecek.

- Peki Allah'ım, ben seninle konuşmak istediğimde ne yapacağım?

- Meleğin sana ellerini açarak bana dua etmeyi de öğretecek.

- Ama ben, seni bir daha göremeyeceğim için çok üzülüyorum

- Üzülme, meleğin sana sürekli benden söz edecek. Beni sana hiç unutturmayacak ve bana gelmenin yollarını öğretecek.

O sırada bir sessizlik olur ve dünyanın sesleri duyulur. Bebek gitmek üzere olduğunu anlayınca son bir soru daha sorar.

- Allah'ım eğer gitmek üzereysem lütfen söyler misin benim meleğimin adı ne?

- Meleğinin adının önemi yok yavrum, sen ona ANNE diye sesleneceksin. "

Her sene mayısın 2. Pazar günü Anneler günü olarak kutlanır. Dünya çapında annelere özel sadece bir gün, hem de pazar günü.. Anneler gününün pazar günlerine denk getirilmesi ilginç gelir bana.. Sanki aradan çıkıversin kimseyi işinden gücünden etmesin diye pazar gününe sıkıştırılır o çok özel gün ve sadece bir gün.. Halbuki Anneler haftası hatta anneler ayı olsa yinede ödeyemeyiz dünya kadınlarının annelik haklarını..

Anneleri anlatmakta kelimelerin kifayetsiz kalacağı kanaatindeyim. Kimi zaman başımızın tacı ettiğimiz "anne" sözcüğü, kimi zaman en pis küfürlere alet edilir. Annelerin özelliklerini ve güzellikleri nasıl anlatıla bilinir? Anneler vefakardır en başta, kendilerini hiçe sayarak büyütürler minicik, nazlı ve sevimli yavruları.. Geceleri uykularının en tatlı yerinden bir “of!... ” demeden uyanırlar. Kendi hayatlarını, zevklerini hiçe sayarlar. Şu güzel hikayede de bunun somut bir örneği yaşanmıyor mu zaten?

Anneler Fedakardırlar.. ““Bebeğimi görebilir miyim? Dedi halsiz bir sesle... Kucağına yumuşak bir bohça verildi yeni annenin. Bu mutlu kadın, bebeğinin minik yüzünü görmek için heyecanla kundağı açtı ve... Şaşkınlıktan âdeta nutku tutuldu!..

Anne ve bebeğini seyreden doktor arkasını döndü ve camdan bakmaya başladı. Bebeğin kulakları yoktu.... Muayenelerde, bebeğin duyma kabiliyetinde eksiklik olmadığı, sadece görünüşü bozan bir kulak noksanlığı olduğu anlaşıldı.

Aradan yıllar geçti. Çocuk büyüdü ve okula başladı. Bir gün okul dönüşü eve koşarak geldi ve kendisini annesinin kollarına attı. Hıçkırıyordu. , ... Bu onun yaşadığı ilk büyük hayal kırıklığıydı.

- Büyük bir çocuk bana “ucube” dedi... diye hıçkırıyordu.

Küçük çocuk içini kemiren acısına rağmen büyüyordu. Arkadaşları tarafından seviliyordu ve oldukça başarılı bir öğrenciydi. Sınıf başkanı bile olabilirdi. ; eğer insanların arasına karışmış olsaydı.

Annesi her zaman ona “Genç insanların arasına karışmalısın” diyordu ama aynı zamanda o da yüreğinde derin bir acıma ve şefkat duygularını taşıyordu. Delikanlının babası, aile doktoruyla oğlunun problemi hakkında görüştü; “Hiçbir şey yapılamaz mı?” diye sordu. Doktor:

“ Eğer bir çift kulak bulunabilirse, organ nakli yapılabilir” dedi. Böylece iki yıl geçti, bir gün babası;“ Hastaneye gidiyorsun oğlum. Annen ve ben sana kulaklarını verecek birini bulduk. Ancak unutma bu bir sır. ” dedi.

Operasyon çok başarılı geçti ve sanki yeni bir insan çıktı ortaya . Yeni görünümüyle psikolojisi de düzelen genç, okulda ve sosyal hayatında büyük başarılar elde etti. Daha sonra evlendi ve diplomat oldu. Yıllar geçmişti. Bir gün babasına gidip şu eskilerde kalmış acı hatırası için sordu:

“ Bilmek zorundayım baba, bana bu iyiliği yapan kim? Ben o insan için hiçbir şey yapamadım... “ Bir şey yapabileceğini sanmıyorum” dedi babası. Fakat anlaşma kesin, şu anda öğrenemezsin henüz mümkün değil...

Bu derin sır yıllar boyunca gizlendi. Ancak bir gün açığa çıkma zamanı gelmişti... hayatının en karanlık günlerinden birinde, annesinin cenazesi başında babasıyla birlikte bekliyordu. Babası yavaşça, annesinin başına elini uzattı; kızıl kahverengi saçlarını eliyle geriye doğru itti.

Annesinin kulakları yoktu!....

- Annen hiçbir zaman saçını kestirmek zorunda kalmadığı için çok mutlu oldu, diye fısıldadı. Babası... Ve hiç kimse, annenin daha az güzel olduğunu düşünmedi değil mi? - Gerçek güzellik fiziksel görünüşe bağlı değildir. Ancak kalptedir! - Gerçek mutluluk, gördüğün şeyde değil, asıl görünemeyen yerdedir... - Gerçek sevgi, yapıldığı halde bilinen şeyde değil, yapıldığı halde bilinmeyen şeydedir!.. Genç adam başını önüne eğdi. İki küçük damla yanaklarının üzerinde titriyordu şimdi. ”

İşte bu kadar vefakar ve fedakardır anneler, annelerimiz... Bu kadar büyük ve güzel fedakarlıkların karşısında da hiçbir ücret talep etmezler bizlerden .... Tıpkı şu güzel hikayede olduğu gibi...

Anneler, Bedelsiz verirler.. “Küçük o gün gazetedeki bir haberde “ her hizmetin bir bedeli vardır muhakkak!” ibaresini okuduğu anda beyninde parlak fikirler oluşmaya başladı. Madem ki her hizmetin bir karşılığı vardı o halde o da evde annesine yardım amaçlı yaptığı hizmetlerden ücret talep etmeliydi. Hem böylelikle harçlığını iki üç katına da çıkartabilirdi. Hiç vakit kaybetmeden hemen harekete geçti ve bir liste çıkardı. Listede şöyle yazıyordu:

Odayı toplamak : 500. 000 TL.

Bakkala gitmek : 250. 000 TL.

Kardeşime bakmak : 250. 000 TL.

Çöpü dökmek : 250. 000 TL.

Pekiyi karne : 750. 000 TL.

Toplam : 2. 000. 000 TL.

Hazırladığı bu listeyi annesinin en kolay görebileceği bir yere mutfak dolabının üzerine astı ve sonucu beklemeye başladı. Sabah gözlerini açtığında yatağının başındaki masanın üzerinde 2. 000. 000 TL. para ve başka bir not duruyordu... Notta şunlar yazılıydı:

Seni tam dokuz ay içimde saklayıp, korumak: ÜCRETSİZ

Başında bekleyip, doktorluğunu, hemşireliğini yapmak ve dualar etmek: ÜCRETSİZ

Sebebi olduğun göz yaşlarım: ÜCRETSİZ

Endişenle geçirdiğim uykusuz geceler: ÜCRETSİZ

Eşyalarının, elbiselerinin, oyuncaklarının alınması: ÜCRETSİZ

Ağzının, burnunun silinmesi, altının temizlenmesi: ÜCRETSİZ

Bunlar ve benzerlerinin toplamı olan , yani gerçek sevginin bedeli: ÜCRETSİZ”

Bu kadar güzelliğini bildiğimiz annelerimizin ismini kullanırız birçok yerde anavatan, Anadolu, anayasa, anakara, anayol, ... vb bazen de hiç olmadık yerde hiç yakışmayan birbiriyle hiç bağdaşmayan ortamlarda telaffuz ederiz o kutsal ismi... Düşünün şu hikayede ki futbol hakeminin başına gelen sizin başınıza gelseydi ne yapardınız?

Anneler de bir gün ölür ama… “ Kusura bakma anneciğim, yarın maça çıkacağım. ”

Genç hakem, annesinin cesedini bir buçuk metre kazımış toprağa indirirken, içinden bu cümleyi geçiriyordu. Aynı akşam, güneyden Orta Anadolu’ ya hareket etti. Bu “gönül mesleği”nde büyük hedefleri, tatlı hayalleri vardı. Takımlar seremoniden sonra kendi yarı sahalarında dağılıp, başlama vuruşu yapılacağı sırada çok şık, çok ince, çok anlamlı bir sürpriz yaşandı. Stadın anonsa görevlisinin sesi duyuldu hoparlörden:

- Değerli hakemimiz annesini kaybetmiştir. Kendisine sabır ve başsağlığı diliyor ve sizleri bir dakikalık saygı duruşuna davet ediyoruz. Hakemin böyle bir olaydan haberi yoktu. Annesinin vefatından beri sabırla direndiği gözyaşlarına bu kez hakim olamadı. Dudakları kontrolsüz bir şekilde titrediği için saygı duruşunun bitiş düdüğünü çalmakta zorlandı. Neyse ki hoparlördeki ses yetişti imdadına:

- Teşekkür ederiz.

Sadece takımlarının golleri için ayağa kalkmaya alışmış seyirci, bu defa hiç tanımadığı bir merhume için görevini tamamlamış olmanın huzuruyla yerlerine oturdu. Maç başladı. Hiç şüphesiz sahadaki yirmi üç kişiden işi en zor olanı, hakemdi. Maç öncesinin karmaşık duygularını oyuna taşımamaya, etki altında kalmamaya çalışıyordu. Ve o zor an geldi. Bitime sadece bir dakika vardı. Rakip takım, maç boyu kendi sahasından çıkmamakta direnmiş, beraberliğe oynamış, hiç hücumu düşünmemişti. Fakat bu dakikada misafir tamını orta saha oyuncusu, tamamen kendi çabasıyla ev sahibi tamımın neredeyse tamamını çalımladıktan sonra kaleciyle karşı karşıya kaldı. Kaleciyi de çalımladı. Hakem, eldivenli elin gole giden oyuncuyu arkadan indirdiğini gördü. Çaldı penaltıyı. Son dakikaydı ve penaltı gol oldu. Maç bitti.

Maçın başında hakemin annesi için saygı duruşunda bulunan seyirciler, ağız birliği etmişçesine bağırıyordu:

“-O.. çocuğu, İ... ne hakem!” “-Sahaya ineriz, ananı s..... z!”

ve maç başında seyirci acısına ortak oldu diye gözyaşı döken hakem, şimdi üzüntüden ağlayarak polis eşliğinde soyunma odasına iniyordu. ” (Sadık Söztutan “sizin hiç anneniz öldü mü?”)

Hadis-i Şeriflerde şöyle denir. “Cennet annelerin ayaklarının altındadır” Dinimiz annelerimize bir of demeyi bile yasaklamışken, şunu sormak lazım . Bu kutsal varlıkları, anaları, senenin bir gününde mi hatırlamak lazım yoksa gönülleri hoşnut kılmak için her zaman mı? Hayır dualarını almak için kendimizle yarışmamız gerekmez mi? Yine bu dünya cennetini onların varlığına borçlu olduğumuzu gibi, diğer cennetimizin de onların ayakları altında olduğunu düşünmemiz gerekmez mi?

Anneniz neredeyse dua etmeyi unutmayın kendisine ve çok uzaklarda değilse hemen şimdi kalkıp mübarek ellerinden ve tatlı yanaklarından öpün onu. Samimi bir tebessümü de esirgemeyin kendisinden zira en büyük hediye evladın içten bir gülüşüdür annelerimiz için..

  18.05.2006

© 2021 karakalem.net, Öznur Çolakoğlu Cam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut