Korkuya dair- 1

Abdurreşid Şahin

O BURUN yok mu o burun. Hayalinden bir türlü silemiyordu onu. Ufacık boyuyla sadece onu görebilmişti tabudun üzerinde. Bir çıkıntıydı sadece. Bembeyaz bezler arasında bir burun..

Daha fazla bakamamıştı. Keşke hiç bakmasaydı. Hiç gitmeseydi oraya.

Ne ilginç bir duygu, hem korkuyor hem merak ediyordu.

Ölmüş.

Sahi ölü nasıl olur?

Gidip bir görmek gerek.

Ama?

Ya kalkarsa tabuttan ve kovalarsa seni.

Korkuyor fakat merakını da bastıramıyordu. Sonunda merakı galip geldi. Ve ilk kez bir cenaze görmeye gitti.

Kocaman bir tahta, sandığa benziyen. Büyükler ona tabut diyordu. Tabut, söylemesi bile ürkütüyor.

Ayak tarafında beyaz bir çıkıntı, ortada hafif bir tümsek ve beyazlar içinde o burun.

Evet o burun.

Nereye giderse o da yanındaydı artık. Her tarafta o burnu görüyordu.Gördüğü burunların hepsi onu hatırlatıyordu ona. Sanki bir şey tabuttan çıkmış onu yakalamak için peşinde dolaşıyordu. Onu da alıp yokluğa atmak için fırsat kolluyordu.

Aahh keşke bakmasaydı o burna. Keşke hiç gitmeseydi o eve. Keşke keşke keşke..

Titredi birden, sahi nereye gitmişti Hamdi amca? Bu soruyu sormak bile onu ürkütüyordu. Aklından atmalıydı bunu. İnsanlara karışıp oyuna dalmalıydı.

Gündüz bir şekilde oyalanabilirdi, ya akşamlar, akşamları nasıl kurtulacaktı ondan. Nasıl gözlerini yumacaktı kâbusun içerisinde. Kapanan gözleri kâbuslara açılmayacak mıydı sanki. Nasıl kurtulacaktı ondan.

Ve rüyada burunlar.. kabuslar, korku içinde uyanışlar..

Artık o eve de gidemez olmuştu.

Daha iki gün öncesine kadar her gece uğradığı o eve artık gitmek istemiyordu. En iyi arkadaşlarının bulunduğu mutluluk yuvası o evin yakınından bile geçemiyordu artık

Bir keresinde mecbur kalmıştı evin önünden geçmeye. Evi görür görmez içindeki hortlak tekrar hortlamıştı. Hızlı adımlarla geçti evin önünden.

Ne kadar da yabancı geliyordu, evi kadar sıcak olan o ev ona.

Neydi onu evden kaçıran?

Neden soğuk geliyordu artık o ev?

Görünce neden hayaleti andırıyordu?

Birden bire hortlaklar evine dönmüştü. İçerde herbiri o hortlağı diriltecek dostları vardı. Yüzlerine baktığında herbirinde o burnu görecekti. Arkadaşları birden bir yabancıya dönüştüler. Hortlakla işbirliği yapıp onu atacaklardı yokluğa.

O eve giremezdi.

Çünkü, o evde artık biri yoktu.

Ve bir daha da var olmayacaktı.

Gitmişti.

Yok olmuştu.

O eve giremezdi zira o evde artık “yokluk” vardı.

Yokluk..

ürperdi birden. Yokluğun olduğu yerde derin bir uçurum vardı ve oraya giren herkes düşerdi o derin uçurumdan aşağıya.

Hayır giremezdi oraya.

O zaman yokluk onu da alıp götürürdü karanlıklara.

Adımları iyica hızlandı ve koşmaya başladı. Patika yolun medivenlerini ikişer üçer atladı. Neredeyse düşecekti. O hortlak ha geldi ha gelecekti. Yokluğa çekecekti onu.

Ve önünde.. yoksa...

Hey nereye böyle aceleyle?

Ohhhh!! Dünya varmış.

Karşısında yaşayan biri vardı.

Derin bir nefes aldı.

“Var” olan biriyle beraberdi artık.

Yanında bir ölü yoktu. Kovalamıyordu artık onu.

Varlığın yanına yaklaşamazdı yokluk. Tabi ki buruna bakmamak şartıyla.

Tekrar derin bir nefes aldı.

İnsan iyi ki unutuyordu.

Yoksa çekilmez olurdu hayat. Ölü görmediği müddetçe rahattı. Fakat ölümü öldürmek mümkün olmuyordu.

Ve ölüm her beldeye zanman zaman yine uğruyordu. Yakınında olmadıktan sonra pek sorun olmuyordu; fakat bir de yakınında, yanı başında olursa o zaman geceler zindan, uyku işkence oluyordu.

Peki yok muydu bundan kurtulmanın yolu?

Bu kâbus ne zaman bitecekti?

Bu kovalamaca nereye kadardı?




DEVAM EDECEK İNŞALLAH.

  18.04.2006

© 2021 karakalem.net, Abdurreşid Şahin



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut