Çoğunluk Şımarıklığı!

GEÇEN HAFTA cuma günü bir köşe yazarımız, ‘azınlık şımarıklığı’ndan söz ediyordu. Kendince, tam da gazeteciye yakışan yeni bir kavram türetiyordu. Güneydoğuda yaşanan olayları, ‘kürtlerin hakları’ kategorisinden çıkıp, ‘azınlık şımarıklığı’ kategorisine sokuyordu. Şöyle diyordu yazarımız:

‘...bu davranışların, “Kürtlerin hakları” gibi haklı bir zeminden çıkıp, akılsızca bir “azınlık şımarıklığı” haline dönüştüğünü düşünüyorum. Şımarıklık, cezası şu veya bu şekilde, ama mutlaka verilen bir insan zaafıdır. Çoğunlukların huzurlu bir hayat hakkını bir saniye bile düşünmeyen güya “sivil toplum örgütleri” o aktif azınlıkları şımarta şımarta bugüne getirmiştir. Şımarık azınlıklar artık günümüz toplumlarının ortak belasıdır.’1

Yazara ve şımarık çoğunluğa sormak lazım: Şımarıklık, sadece azınlıklara mı mahsustur? Hayır, çoğunluk da şımarabilir. Bir başka soru: ‘Çoğunluğun huzurlu bir yaşama hakkı vardır da, azınlığın huzurlu yaşama hakkı yok mudur? Zaten, ‘Çoğunlukçu demokrasi’nin, ‘çoğulcu demokrasi’ye evrilmesinin sebebi de budur. Çoğunluk, azınlığın hakkına saygı göstermemiştir. Azınlıklar da bir araya gelip, çoğulculuğu, ‘çoğunluk’ haline getirmişlerdir. Böylece, ‘çoğunlukçu demokrasi’ fikri azınlığa düşmüştür.

Azınlık, çoğunluğun hakkına tecavüz edebileceği gibi, çoğunluk da azınlığın hakkına tecavüz edebilir. Ne azınlık, çoğunluğun hakkına tecavüzde haklıdır, ne de çoğunluk, çoğunluk olduğu için, azınlığın hakkına tecavüze hakkı vardır.

Aslında hem çoğunluk, hem de azınlık, aynı gerekçeden yekdiğerinin hakkına saygı göstermek durumundadır. İkisi de ‘hakk’ ve ‘hukuk’ ortak paydasında bir arada durabilmeli ve yekdiğerini kabullenmelidir. Aksi halde, bu kavga, ilelebet devam eder.

Yekdiğerini inkar, hem devletin, hem de bazı toplum kesimlerinin ‘resmi’ ve ‘ideolojik’ görüşüdür. Devletin bir ideolojisinin olmasını yıllardır bu toplum kabullenemiyor. Zira devlet, resmi bir görüş sahibi olmamalıdır, devletin bir ideolojisi olmamalıdır. İlle de bir ideolojisi olacaksa, bu ‘vatandaş için var olma’ fikri üzerine temellenmelidir. Yani toplumun bir örgütlenmesi olan devletin, aynı coğrafya üzerinde, herkesin ve herkesimin huzurlu bir şekilde yaşaması için var olmalıdır. Devlet, sadece bir kesimin, bir ideolojinin bekçiliğini yaparsa, toplum için var olan bir devletten ziyade, azınlık egemenliğinden ve hatta azınlık diktatörülüğünden söz etmemiz mümkündür.

Asıl anlaşılamayan şey, ulus-devlet modeli ve resmi görüşünün kimi toplum kesimlerince kabul edilmeye devam etmesidir. Bu kesimlerde, devlet hala kutsaldır. Devletin kutsallığı, üstüne bina edildiği ulusun da kutsallığını gerektiriyor. Böylece, devlet de ulus(millet) da kutsanarak, dokunulmazlık kapsamına alınıyor. Bu kesimlerce, devletin kutsallığı, ulus-devlet’in tekliği ve toplumun homojen bir yapıda olduğu tartışılmazdır.

Hamiyeti, milliyetinden ibaret olanların, iman zaafiyetinden kaynaklanan bir duygu ile, kendilerini, kutsal bir devletin emin ellerine bırakmaları kendi ideolojik tutarlığı içinde anlaşılabilir. Ancak, hamiyet-i diniyesi, milliyetinden önde olanların, hamiyet-i diniye yerine, hamiyet-i milliyeye vurgu yapmaları anlaşılır değildir.

Mesela, güneydoğuda yaşanan olaylar, bir ulus-devlet krizi olmasına rağmen, çözümü ulus-devlet modelinden ve ideolojisinden beklemek ancak milliyetçi bir anlayışın ürünü olabilir. Ve bu günün sorunlarının çözümü için, II. Abdülhamid’den ve onun güçlü devlet anlayışından medet beklemek bu günkü dünyanın gerçekleriyle uyuşmamaktadır. Milliyetçilik, Ondokuzuncu yüzyılın, güneydoğu sorununu çözmek için geliştirdiği bir çözüm olarak tarihteyi yerini almalıydı. Ancak öyle olmadı, hala milleti, homojen ve tek unsurlu bir ulus olarak gören anlayışlar ulusal ve uluslar arası siyasete hakim rengini vermektedir.

Mesela, ‘ozellikle de cok kritik bir donemden gectigimiz su gunlerde, milletimizi “su”, “bu” gibi kamplara ayirmak vatana, millete ihanet olur. Hayir, bu ulkede “su”, “bu” yoktur; bu vatanin insanlari vardir.’ demek, bu vatanın gerçekleriyle uyuşmasa bile, siyaset uğruna bu tür zorlama kabullere yer verilmektedir. Farklılıkları reddetme ekseni üzerine inşa edilen fikirler, totaliter ve otoriter olmak zorundadırler. Sivil toplum kuruluşları da sivil cemaatler de aynı totaliterci anlayışı bünyelerinde taşımaktadırler.

Bu kimseler, farklılığı kabul etmenin neden millete ihanet etmek etmek anlamına geldiğini izah etmeliler. ‘Sizi kabile kabile, millet millet yarattım ki bir birinizi tanıyasınız diye…’(hucurat, 13) ayetinin, nasıl ulus-devletin lehine yorumlanabileceğini izah etmeliler. Ayette geçen ‘kabile ve şube’ deyimlerinin içine neden bu vatanda yaşayan insanları dahil etmediklerini izah etmeliler.

‘Turkiye, kitalarin kesistigi bir noktadadir; degisik degisik kavimlerin ugrayip gectigi ve birbiriyle karisip kaynastigi bir mevkidedir. Bu gercegi goz onunde bulundurarak, Cumhuriyet'in kuruldugu yillarda Ataturk, “Kim kendini Turk hissediyorsa o Turk'tur; o bu ulkenin vatandasidir.” demistir.’ Şimdi, ikinci cümle, nasıl birinci cümlenin sonucu oluyor anlaşılacak gibi değil. Madem ki bu coğrafya, değişik kavimlerin uğrayıp geçtiği bir yerdir, O halde değişik kavimlerin uğrak yeri olan bu topraklar, bilakis, çoğulculuğu ve mozayik anlayışının daha da gelişmesini gerektirmektedir.

Bu değişik kavimlerin kendilerini Türk hissetmeleri nasıl mümkün olacaktır?

Atatürk’e bakılırsa, kendini Türk hissetmeyen, Türk vatandaşı değildir. O halde, yabancılara neden ve nasıl vatandaşlık hakkı verilmektedir. Diyelim ki bir ingiliz veya bir arap, Türk vatandaşı olmak için başvuruyor. Siz ona ‘Git önce kendini Türk hisset, sonra gel Türk vatandaşı ol’ mu dersiniz ?

İmdi, yukarıdaki cümleler gibi bir sürü konjonktürel bir saikle söylenmiş sözler var, bir ksımı gerçekten öyle inanılıyor, bir kısmı konjonktüreldir. Ne kadarının hangi saikle söylendiği çok önemli değildir. Önemli olan, bu günkü Türkiye toplumunun sorunlarının çözümünü de kökenlerini de dışarıda aramaktır. Önemli olan, bu günkü sorunların temelinde Cumhuriyetin harcına yanlış bazı kimyevi maddelerin atıldığına inanıp inanmamaktır.

Cumhuriyetin ulusalcı ideolojsini, bu günkü sorunların temeli olarak görmemek, vahim bir hatadır. Seksen yıllık bir cumhuriyet ideolojisi, bu sorunu bırakın çözmeyi, daha da karmaşık hale getirmiştir. Bir devletin var olması gerektiğine inanmak ayrı bir şeydir, devleti kutsamak ve hatta ulus kavramı ile aynileştirmek ayır bir şeydir. Bir kere ulus-devlet yoluna girildi mi gerisi çorap söküğü gibi gelmektedir. İnsan ulusalcı olup çıkıyor. Dinsiz de olsa, dindar da olsa ulusalcılığın, yani devlet eksenli bir ideolojinin peşine takılıyor.

Bu topraklarda, dindar insanların desteklerini arkasına almayan bir devlet icraatının yaşama şansı bulunmamaktadır. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, şer güçlerin sürekli bir ‘Cibali baba’sı2 bulunmuştur. Cibali babalar, devletin yanlışına sahip çıktıkları sürece, bu devlet katı milliyetçi ve katı laikçi tavrında ısrar etmeye devam ediyor. Tam tersi, ehl-i din, bu devlet erkanının yanlışını düzelttiği ve yanlışını desteklemediği sürece, devlet yanlışlarını elbette bir gün düzeltecektir. Ama siz, bu günkü katı milliyetçiliği din adına desteklerseniz, ne güneydoğu sorunu çözülecek ne de bu konunun uzantıları olan uluslararası politik sorunlarımız çözülecektir.

Devletin ve ulusun tekliğini birileri eleştirdi mi? Hemen eleştirileri yapana cezayı vereceksin! gerekirse savaşacaksın! hatta gerekirse yok edeceksin! Ne uğruna? Teklik uğruna, homojenlik uğruna. Kutsal devlet ve ulus için, insanların kanını dökeceksin! Her türlü dini ve etnik farklılığı yok edeceksin! Homojenleştirici projeler üreteceksin, insanları ötekileştireceksin!

Uluslar arası ilişkilerin karmaşıklaştığı, milletlerin birbiri içine nüfuz ettiği, ulusların bir birine bu kadar karıştığı bir dünyada, siz hala safkan bir ulus hayal ediyorsanız, bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Yüzbinlerce ve milyonlarca göçmenin olduğu bir dünyada, devletin sınırlarının bu kadar gevşediği bir çağda, siz hala akıntıya kürek çekemezsiniz.

Birilerinin düğmeye basıp, milliyetçilikleri hortlattığını görüyorsanız, yapmanız gereken, milliyetçilik lehine değil, farklılık lehine ağırlığınızı koymaktır. Ortaya çıkan olayları, bu ‘düğmeye basma sendromu’ olarak görmeyip, yardımı milliyetçilikten dilenmek, hamiyeti, diniye olanlara yakışmıyor.

Kendi vatandaşıyla diyaloga girmek, diğer uluslarla diyaloga girmekten evladır. Allah, hakkımızda hayırlısını versin!




  1. 31 Mart 2006, Hürriyet, Ertuğrul Özkök’ün köşe yazısından.

  2. Cibali baba, Fatih’in İstanbulu fethi sırasında, Fatihin ordusundan gelen gülleleri, manevi gücüyle ve kerametiyle, geri çevirip, İstanbulun düşmesini geciktiren evliyaullahtan bir zat. Bu zatın, gelen gülleleri, ‘gavurcuklarıma bir şey olmasın’ diye geri çevirip, fethi gecikmesine sebep olduğu rivayet edilmektedir.

  10.04.2006

© 2021 karakalem.net, Ahmet Nazlı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut