Böyle mi Olmalı

Halil Köprücüoğlu

GAZETEDEKİ; “BU günkü seçimde ........ ilgi görmedi..!” diye küçük bir haber benim dünyamı alt üst etti. İçimdeki çeyrek asırlık yaramı depreştirdi. Bir insan düşünün, büyük bir takımın kulüp başkanlığını yapıyor; aylarca bir takımın muvaffakiyeti için çalışıyor. O gayeye kilitleniyor, belki de o gaye için büyük paralar harcıyor, başarı için gayret ediyor. Bir süre sonra bu vazifeden belli bir sebeple ayrılıyor ve yapılan yeni kongrede oy kullanmaya geliyor. İnsanlar onunla hiç ilgilenmiyorlar. Bu durum gazetecilerin de dikkatini çekiyor!

Ben bu insanları anlayamıyorum. İnsan, böyle çalışanları yaptıkları için tebrik eder, onlara, “Takımı buraya kadar getirdin” der, teşekkür eder. Ama, öyle olmuyor, onu ve onun yaptıklarını hemen unutuyorlar. Çok tuhaf, hatta insafsızlık.

Menderes ve arkadaşları da büyük bir vefasızlığa maruz kaldılar. Devletimizin çok kötü bir zamanında ortaya çıkıyorlar. Çok güzel mesajlar veriyorlar; teveccüh-ü ammeye mazhar oluyorlar. Ülkeyi baştan başa imar etmeye girişiyorlar. Hürriyetleri, tabiî seyrine oturtuyorlar. Ezanı aslına çeviriyorlar. Sivil otoriteye hayat veriyorlar. Avrupa’da, Yüz Yıl Savaşları’yla elde edilebilen hakları insanımıza vermeye çalışıyorlar....Ancak birileri bundan rahatsız oluyor. Bunlar birilerinin menfaatlerine dokunuyor. Akıl almaz iftiralarla, bebek, köpek davalarıyla özel mahkemelerde yargılanıyorlar; hukukî yönden hâlâ tartışılan bir seyrin sonunda, asılmaları noktasına kadar geliniyor. Fakat, başbakanı oldukları, uğrunda gece gündüz çalıştıkları, muasır medeniyet seviyesine getirmek için gayret sarf ettikleri halk, aydınlar, lâl kesiliyor. Hiç itiraz yok. İnsanlar suskun. Hatta bunları alkışlayanlar var. O günkü gazeteler utandırıcı, hatta tiksindirici yazılarla dolu. Yazıklar olsun bu tavra! Sekiz-dokuz yaşlarında iken, eski bir radyodan ailece dinlediğimiz mahkeme safahatı ruhumun derinliklerine kadar işlemiş, beni perişan etmişti.

Ben Hur filminde de çok üzücü bir bölüm seyretmiştim. Hz.İsa (as), sırtına çarmıhın kalasları bağlı şekilde, bir gurup askerin arasında, bir tepeye tırmandırılıyor. (Aslı öyle olmasa da) Dağlar taşlar insan dolu; ağlayıp sızlayanlar var. O kadar kalabalık bir halk var ki, tükürseler, o bir avuç zalim ve sayyat-ı bî insafa hizmet eden askerleri, boğabilirler. Fakat maalesef sessizler. Peygamberleri öldürülmeye götürülüyor, kimsenin çıtı çıkmıyor. Yazıklar olsun bu ahlaka!

Yaşadığım ilde yaşlı, Nurlu bir ağabey var. Bir sabah namazı dönüşü, damadının dükkanında, asma katta olduğunu, pencereden gördüm. Yanına çıktığımda, bir çok eski fotoğraflara baktığını anladım. Selam verip, yanına girdim. Bana, fotoğraflarla, âdeta tarihçe-i hayatını anlattı. Eskiden çok faaliyetlerde bulunmuş. Menderes’in Ocak başkanlığını yapmış. Kuran’ın Nurlu Kitaplarının yasak olduğu günlerde korkusuzca eser dağıtmış, satmış. Smokinlerle, kravatlarla dolaşmış; baraj yapımlarından, memleketimizin imarına ait her şeye koşmuş. Kur’an Nurunun hizmetlerinde en kritik zamanlarda vazife yapmış. Bu gün yaşlı. Giyecekleri, eskisi gibi şatafatlı değil. Küçük bir evde, mütevazı şekilde yaşamaya çalışıyor. Fakat, en yakınları bile değer vermiyor, aramıyor. Cemaati de, onu ve onun yaptıklarını çoktan unutmuş. Resimlerle bana yaptığı hizmetleri anlatırken beraber çok ağladık. İlgilenen arkadaşlara; “Hiç olmazsa ara sıra hatırımı sorsalar. Bir ihtiyacın var mı deseler. Evime gelip bir kaç satır Kur’an Nurlarından okusalar. Beni ara sıra bir araba ile alıp sohbetlere götürseler.” diye sitemde bulunuyormuş.

Sanki, vefasızlıkla ilgili bir hastalık var. Veya bir virüs, her zaman insanlara musallat oluyor. Çünkü yukarıda anlatmaya çalıştığım haller bizim Kur’an hizmetlerimizde de görülebiliyor. Birileri, bulundukları yerde bazı arkadaşları çok basit sebeplerle bir anda bir kenara itebiliyor. Birileri de buna hiç önem vermeden normal hayatına devam edebiliyor.

Haksızlık karşısında susanın dilsiz şeytan olması; haksızlık veya yanlışlığın mümkünse elimizle, değilse dilimizle düzeltilmesi, o da olmuyorsa kalben buğz ederek yanlışlığın karşısında durmamızla ilgili İslamî emirler sanki bizi hiç ilgilendirmiyor. Hizmetimizin ana esaslarına aykırı olmayan farklı düşünceleri bulunan mükemmel bir arkadaşımızı çok kolay saf dışı edebiliyoruz.

Birileri yıllarca ceht ve gayretle hizmetlerimize koşuyor. Çok değişik organizelerin programını yapmaktan, alt yapılarında çalışmaya kadar her türlü hizmette bulunuyor. Birileri su-i zan edip (belki hakimiyetlerine, kendilerine zarar tevehhüm ettiklerinden) yıllarca beraber koşturdukları dava arkadaşlarını, bazılarımızı kenara itmeye çalışırken, sayın filan kulüp başkanı, sayın Menderes ve arkadaşları, hatta Hz. İsa (as) ile ilgili hadisede olduğu gibi, insanlar yine suskun, yine tepkisiz, yine gayretsiz.

Hani, hürmete layık çok sıfatları, bize göre kötü telakki etmemiz sebebiyle bazı beğenmediğimiz sıfatlar yüzünden mahkum edemezdik. Hani bir insanın öldürülmesi, bütün kainatın öldürülmese gibiydi. Hani kul hakkı çok önemliydi. Hani Allah’ımız bir, kitabımız bir, dinimiz bir, memleketimiz bir, davamız bir bir, bine kadar bir birlerimiz vardı. Hani Kâbe hürmetindeki imanımız, Cebel-i Uhut azametindeki İslâmiyet’imiz, bizim birbirimize hürmet etmemizi gerektiriyordu.

Allah’tan ki, okuduğumuz eserlerde “Zindan-ı atalete düştüğümüzde” kurtulma çarelerimiz var. ”Lâ taknetu (Ümidinizi kesmeyiniz)” var. “Vasbiru, ve sâbiru, ve râbitu (Sabredin, sebat edin, hazırlıklı olun..)” var. ”Alallâhi lâ gayrihi felye tevekkelil mütevekkilûn (Tevekkül edenler, başkasına değil, sadece Allah’a tevekkül etsinler.)” var. “İstekim kemâ ümirte (Emrolunduğun gibi dosdoğru ol)”, ”Ve lâ teteemmer alâ seyyidik (Efendine karşı emretmeye çalışma)” var. Hadiseler ziyadeleştikçe sığınacağımız Kur’an Nurları var. İhlas ve uhuvvet düsturları var. “İn ecriye illa alallâh (Benim ücretim sadece Allah’a aittir)” var.

Fakat, “Haksızlık karşısında susanın dilsiz şeytan olması” ; Haksızlığın, yanlışlığın mümkünse elimizle, değilse dilimizle düzeltilmeye çalışılması; o da olmuyorsa kalben buğz ederek yanlışlığın karşısında durma emirlerine uymayanlar ne yapmalı? Müminlere bu davranışlar yakışır mı. Bu davranışlar ayni zamanda, herkes için, namaz gibi farz-ı ayn olan, Emr-i bil ma’ruf... ile ilgili vazifelerin de terki değil mi. Böyle davranışlar, hadisi-i şerif’te geçen “ İlmiyle amel etmemek “ olmuyor mu ; “Menafi-i cüz’iyenin hatırı için.. kardeşlerimizin hukukuna tecavüz” olmuyor mu? Hizmet ehlini kaçırarak, uzaklaştırarak “hizmet-i Kur’an’iyenin hizmetine taarruz etmiş” olmuyor muyuz?

İnşâllah bizler, Nurun düsturlarına bağlı olarak, biraz daha müsamahakâr olabiliriz. Birbirimizi daha çok sevip, nurlu arkadaşlarımızın tükürüklerini “misk-i amber gibi” görebiliriz. Bir çok arkadaşımız gibi bizler de Kuran’ın ahlakıyla ahlaklaşıp, düzelebiliriz.

  05.04.2006

© 2021 karakalem.net, Halil Köprücüoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut