KENDİNİ TANIMA SERÜVENİ – 2

I.

YARATICI,
KENDİSİNDE var olan sonsuz özelliklerinin,
Ünvan ve isimlerinin karşılığı olarak
İnsana bir çok yetenekler, his ve duygular vermiştir;
Sevmelere muhabbetlerle bağlanıp karşılık veren bir “kalb”,
Tertemiz, sâfi, şefkatli duygular içeren bir “vicdan”,
Aklın tüm mertebelerini içinde barındıran bir “dimağ” (akıl / düşünce yeteneği),
Evreni tüm genişliği ile kuşatan bir “hayal”,
Kapasitesi kütüphaneleri aşan bir “hafıza”,
Sınırsız yönelişlere kabiliyetli bir “cüz’ i ihtiyari” (özgürce tercih etme),
Şüpheci bir “vehim”,
Hadsiz lezzetlere bağımlı, eğilimleri sınırsız bir “nefis”,
Anlık yönelişlerle donatılmış bir “hevâ”,
Nostaljik bir “heves”,
Kuvvetli istek ve nefretlere kabiliyetli bir “kuvve-i şeheviye ve gadabiye”
(İsteme ve nefret etme potansiyeli),
Her cihetten acayip, şiddetli bir “nefsi emare / ene”,
Ve bunların hepsini çevreleyen,
Hayatın taşıyıcısı,
Sıkıntı ve huzurun arasında gidip gelen bir “ruh”..
Ve adları pek bilinmeyen,
Yalnız yaşantının içerisinde şiddetle hissedilen
Gülmek, ağlamak, öfke, hüzün, sevinç, coşku..gibi
İnsan hayatına ve insaniyete has bin bir çeşit duygular ve hisler..

Eğer tüm bu insani donanımlarımız,
Mecazi ve gelip geçici işlerde değil de,
Hakikî yönlerde çalışmazlar ise,
Hele de yönelişleri tam aksi istikametlerde olursa,
İnsan, cismen insan olarak göründüğü halde,
Mahiyet ve içerik olarak adeta bir canavara döner.
Yaratılmışların en zararlısı ve tehlikelisi olur çıkar..

II.

“Kalb” in vazifesi zikirdir.
Gerçek olgunluğa da bununla ulaşır.
Muhabbetini, ancak lâyık olana ve karşılığını verebilene sununca
İnkişaf eder, gerçek mahiyetini bulur.
Bitecek bir muhabbetin kalpte yeri yoktur.

“Vicdan” ın realitesi şefkat ve merhamettir.
Bu özellikler, kâinattaki en yüce hakikatlerdir.
Safidir ve lekesizdir.
İnsan, kendi varlığını vicdanen bilir.
İnansın veya inanmasın,
Ona rabbinin varlığını her daim fısıldayan şaşmaz bir cihazdır.
Akıl Allah’ ı görmezse de fıtrat görür.
Vicdan seyircidir, kalb de onun penceresidir.
İnsanı harekete geçiren coşkuları vicdan verir.

“Dimağ” ın (düşüncenin) hakikati tefekkürdür,
Fikri harekete geçirmektir.
Hayatın içerisinde,
Prensiplere kadar giden düşünüş silsileleri dimağda cereyan eder.
Eğer pozitif düşünüşler ile derinleştirilirse,
Hayatın her bir meselesini,
Hiyeroglif benzeri olan,
Yaratılışa ait rabbani şifreleri çözecek kıvama erişir.

Dimağ’ ın / düşüncenin mertebeleri:

1. Hayale getirmek, hayalde canlandırmak (Tahayyül)
2. Bir şeyi zihinde şekillendirmek, tasarlamak (Tasavvur)
3. Zihin yorarak anlamak, akıl erdirmek (Taakkul)
4. Doğruluğunu kabul edip onaylamak (Tasdik)
5. Hakkı kabul etmek (İzan)
6. Hak ve hakikate tarafgirlik, bilerek ve isteyerek teslim olmak (İltizam)
7. Gönülden tasdik ederek bilmek, tam ve metin bir inanç (İtikat)
8. Tam ve asla sarsılmayan bir itikat, bilgi ötesi bir bilme (Salâbet)

İnsan bir hakikate muhatap olduğunda,
Yaptığı ilk iş,
Onu hayal kurma merkezine almak ve bir suret giydirmektir (tahayyül).
Bunun ardından,
Onun gerçekten hakikat olup olmadığına dair
Etraflı bir akledip düşünce süreci gelir (tasavvur ve taakkul).
İnsan düşündüğü meselenin doğru olduğunu anladığında ise,
Bunu, onun hak olduğuna dair bir beyanla gösterir (tasdik).
Aklın, doğruluğuna kâni olduğu şeyi,
Diğer duygu ve kabiliyetlerinin onayına sunar (izan).
Sonrasında hakikatı kabul ettiği gibi,
Onun gereklerini de özümseme durumuna gelir (iltizam).
Ondan sonra, hakikate tam olarak râm olma evresi gelir ki,
Bu da itikad etmedir.

Dimağ ve vicdan, kalbin iki kanadı hükmündedir.
Kalpte tecelli eden Yaratıcı’ nın varlık bilgisi ,
Dimağda tefekkür ile karşılık bulurken,
Vicdan da hissiyat ve coşku ile kendini gösterir.
Kalb, Allah’ a doğru giden ve miraç olarak tanımlanan yolda
Bu iki kanat ile yükselir.
Biri eksik kalırsa zor gider, olmazsa imkanı kalmaz.

“Fıtrat” ise, bu üçünün tasdikçisidir.
Doğrudur veya yanlıştır der.
Sözünde yalan yoktur.
Kâinattaki tabiat denen işleyen kanunların
İnsanın mayasındaki karşılığıdır.
İnsanı kâinatla ilişkiye o geçirir.
İnsanın entegrasyonunda iki cihaz vardır ki,
Katiyen yalan söylemezler, olsa olsa susarlar:
Fıtrat ve vicdan..

“Nefis” ise lezzetlere yönelişler ile kendini gösterir.
Eğilimleri sınırsızdır.

İsteme ve nefret etme potansiyeli diyebileceğimiz
“Kuvve- i şeheviye ve gadabiye” ise,
İnsanın mahiyetinin elektriği hükmündedir.
Bir şehirdeki elektrik tesisatına benzer.
Dünyevî lezzetlere çağıran o olduğu gibi,
Cenneti isteten de odur, cehennemden korkutan da..

“Hayal” duyguların, düşünüşlerin ekranıdır.
Kâinatı tüm genişliği ile kuşatır.
Ruhtaki her mesele orada şekillenir.

“Hafıza” malumattır.
Bilginin depo yeridir.

“Cüz’ i ihtiyari” ise dümendir.
Dilediği gibi özgürce hareket eder.

Ortada cüz’ i ihtiyari durur.
Çarpışma bunun üzerinde cereyan eder.
Sağ tarafta kalb ve akıl / dimağ, vicdan ve fıtrat bulunur.
Sol tarafta ise nefis, nefsi emare, hevâ ve heves vardır.
Tarafsız bölgede ise vehim, hayal ve hafıza dururlar.
Kuvve- i şeheviye gadabiye ise,
Tüm bunların arasındaki ipler hükmündedir.


Not :

Bir sonraki yazıda, Ene bahsi işlenecektir..

  16.04.2006

© 2021 karakalem.net, Aykut Tanrıkulu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut