METİN KARABAŞOĞLU kimdir? Bu soruya bir çok cevap verebiliriz. Bunlardan birkaçını aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz.
- Karabaşoğlu Said Nursi-Risale-Nur Talebeleri üçgeninde Nur Talebeleri lehine değişen algı dengesini, eski haline yani Risale lehine değiştirilmesine büyük katkı sağlamıştır. Böylece Nur talebeleri ile Said Nursi arasındaki kan dolaşımının sağlıklı işlemesi imkanı doğmuştur.
- Risale-i Nur hareketinin ilk elden nakli, rivayeti ve vaazi (kelami) bir hal arz etmediğini, bilakis akli, dirayeti ve kalemi bir hal arz ettiğini ilk ifade edenlerden biridir.
- Risale’nin Kur’an, Rasülallah ve sahabe ile ilişkisini gerçekçi bir şekilde hatırlatan, Üstad-Risale-Nur Talebeleri üçgenindeki gibi bir durumu Kur’an-Rasülallah-Sahabe-Risale dörtgenine taşımamıza yardımcı olan biridir.
- Best-seller kitaplar yayınlayan Nur Talebeleri dışında, gerçekten de İslam tefekkür ve birikimini çok iyi kavramış ve bunu eserlerinde dillendirilmiş Nur talebelerinin de bulunduğunu gösteren biridir.
- Kurduğu Karakalem dergisi ve yayınları ile Risale-i Nur’un diline ve tefekkürüne ciddi şekilde eğilen Nur talebeleri için lokomotif vaziyeti gören biridir.
- Cemaatin pratikleri ile Risale’nin teorileri arasında sancılar çeken gençler için sığınılan liman olan, gidecek hiçbir yeri kalmayan kişiler için bir menzil ve medrese olan biridir.
- Özelde Said Nursi, Risale ve Nur Talebeleri konusunda, genelde de hayatın geniş dairesinde takliden kabul görmüş ezberleri bozan ve olaylara tahkiki bir gözle bakmamıza vesile olan biridir.
Tanımları çoğaltabiliriz.
Metin Karabaşoğlu denince ilk elden benim aklıma yukarıda saydığım hususların sonuncusu geliyor: Ezberleri bozmak.
On yıl kadardır imkanım ölçüsünde Risale ile ilgili söylenenleri, yazılanları takip etmeye çalışıyorum. “Son Şahitler’den, “Aydınlar Said Nursi’yi Konuşuyor’a, Şerif Mardin’in “Said Nursi Olayı”ndan Cemal Kutay’ın “Bir Asr-ı Saadet Müslümanı: Said Nursi” kitabına kadar bir dizi çalışmayı okudum. Hemen her seferinde buralarda anlatılan hususlara karşı teslimiyetçi oldum. Bundan dolayı da Üstad, Risale ve Nurculuk hakkında zihnimde bir yığın yanlış veya eksik algı oluştu. Bu süreç Metin Karabaşoğlu ile tanışana kadar devam etti. Onun yazılarıyla tanıştıktan sonra zihnimdeki bu algılayışa bir “format” çekme ihtiyacı duydum. Ezberlerimi tekrar gözden geçirdim. Artık nispeten şerhler koyarak okuyabiliyor ve yazabiliyorum. Artık Risale ve Üstad hakkında söylenen ve yazılan hemen her şeyi bütünüyle kabul etmediğim gibi ret de etmiyorum. Bu teyakkuz ve tefekkür halinin bende oluşmasına vesile olduğu için Karabaşoğlu’na duayı bir borç biliyorum.
Yukarıda algı yanılması olarak nitelediğim hali en sarsıcı şekilde Cemal Kutay’ın “Bir Asr-ı Saadet Müslümanı: Said Nursi” isimli kitabı hakkında yaşadım. Açık söylemek gerekirse o günlerde Asr-ı Saadetle falan pek ilgilendiğim yoktu. Beni cümlenin sonundaki Said Nursi ilgilendiriyordu. “Bir Asr-ı Saadet Müslüman'ı ” Evet beni burası pek fazla ilgilendirmiyordu. Ondan sonraki “Said Nursi” ifadesi daha fazla ilgilendiriyordu. Cümleyi kafamda meleke haline gelmişçesine böldüğüm gibi, Said Nursi’yi de Sahabelerden ayırıveriyordum. Zira kitabı okuduktan sonra Said Nursi’nin sahabelerden en çok kime benzediğini sorguladığım bile yoktu. Şimdi düşünüyorum da o kitabı o günlerde iyi ki de sorgulamamışım. Zira kitabın içinde Said Nursi ile bağdaşmayan o kadar çok bilgi vardı ki, eğer oradan hareketle bir benzetmeye gitmiş olsaydım büyük ihtimal yanılacaktım. Yine Üstadı yanlış anlamaya ve anlatmaya devam edecektim.
Şükürler olsun ki, bu gün Üstadı sahabelerden birilerine benzetebiliyorum. Onunla sahabeler arasında bağlantılar kurabiliyorum. Onu bir asr-ı saadet Müslüman’ı olarak niteleyebiliyorum.
Karabaşoğlu daha önce yayımladığı üç kitaplık “Kur’an Okumaları” serisi ile bizim için Kur’an’la Risale arasında bir köprü olurken, “Hadis Okumaları” kitabı ile de Rasulullah ile Risale arasında köprü oldu. Yine üç kitaplık “Risale Okumaları” serisi ile bizim için Risale’ye yeni yollar açtı. “Tehlikeli Denemeler” ve “Saidleri Ararken” isimli kitaplarıyla Risale’nin köklerine ve temel unsurlarına yönelmemize vesile oldu. Bütün bu kitaplarında hemen her seferinde bizim ezberlerimizi bozdu. Algılarımızı değiştirdi. Bizi teyakkuz ve tefekküre sevk etti.
Karabaşoğlu’nun kısa bir süre önce yayımlanan “asl-ı saadet” isimli kitabı da yukarıda belirtmeye çalıştığım hususlara benzer bir ezber bozma vazifesi görüyor. Yazının dolayısıyla kitabın başlığını gördüğünüzde, siz de bu başlığı ilk elden “asl-ı saadet” yerine “ asr-ı saadet” olarak okumuş olmalısınız. Düzeltelim: Asl-ı Saadet.
Yazar bizi bu kitabıyla Said Nursi’nin Risale-i Ahmediye”yi anlatırken yaptığı gibi hayalen Asr-ı Saadete, Ceziretü’l Araba götürüyor. Oradaki hadis ve hadiselerde Sahabelerin hissini ve hissesini nazarlarımıza sunuyor. Asr-ı Saadetteki saadetin aslını ve asıllarını anlatıyor. Sahabelerin nasıl en güzel anlaşılabileceğini ve onlar gibi nasıl yaşanabileceğini misalleri ile açıklıyor. Peygamberimizin ve onun etrafında cennetmisal bir hayat yaşayan sahabelerin ibretli, hikmetli hayatlarından kesitler sunuyor.
Kitap vesilesiyle, bir asrı saadet Müslüman’ı olarak nitelediğimiz Üstadımızın hangi sahabeden hangi dersleri alıp, hangisini hangi halleri ile rehber ve önder alarak Risale-i Nur gibi bir eser, Nur Talebeleri gibi bir nesil ortaya koyduğunu daha iyi anlıyoruz.
Kitap bize, nasıl ki Risale-i Nur Kur’an’ın bir manevi tefsiri ve günümüzdeki bir dili, usulü, esası ve üslubu ise, nasıl ki Üstadımız Resulallah’ın bu asırdaki bir manevi mümessili ve şakirdi ise, Üstadın şakirtleri Nur Talebelerinin de Rasülallah’ın şakirtleri olan sahabelerin bu asırda manevi misali ve timsali olmamız gerektiğini hatırlatıyor. “Sahabelerim yıldızlar gibidirler. Hangisine uyarsanız, yolunuzu bulursunuz.” şeklindeki hadis-i şerifin altını çizen yazar, bize
“Sizin yıldızın kim?” diye soruyor.
Bu kitap vesilesiyle, gerçektende Resulallah’ın her sahabesinin bir yıldız gibi olduğunu daha iyi anlıyoruz. Her çağda, herkese yol gösterecek ışığı ve feri üzerlerinde taşıdıklarını görüyoruz. Hz. Ebubekir’deki vahye dayanan bir peygambere duyulan sadakatin ifadesi olan sıdk ile kendimizi teçhiz ediyor, kişi merkezli bir sadakat anlayışına sahip olduğumuz takdirde fanatikleşebileceğimizi hissedebiliyoruz. Hz. Ömer’deki hakikat, adalet ve samimiyet duygusuyla pekişen Faruk sıfatıyla, Furkan olan Kur’an’a nasıl yöneldiğimizde hidayete, dolayısıyla da Muhammed Mustafa’ya ulaşabileceğimizi anlıyoruz. Hz. Osman’daki hayanın ve hilmin birçok ilim ve amelden daha fazla terakkiye medar olduğunu görüp, aslolanın aktivizm değil de, yerinde ve zamanındaki haya ve hilmin olduğunun farkına varıyoruz. Hz. Ali’deki ilmin nasıl bir sülaleyi velilerin sultanı ettiğini anlıyoruz.
Bir hal vardır ki, durumdan öte bir anlam taşımaz. Bir durum vardır ki olaydan öte bir mana taşımaz. Ama bir hal vardır ki, o halin içine hakiki bir kul girer de, o hal bir durumu ifade eder, o durum da bir olayı hatırlatır. O olay da olay olmaktan çıkar, bir olguya dönüşür. O olgu da binlerce hakikate pencere olur. Kulluğun kemalinde olan dört halife olayları olgulara dönüştürüp, çağları aşan bir mesajın makamı olurken, Resulallah'ın her biri birer yıldız olan diğer sahabeleri de benzer bir mesajın menzili olmuşlardır. Karabaşoğlu’nun kitabında olayları olgulara dönüştüren bu isimlere de rastlıyoruz. Asr-ı saadette onların her birinin bir yeri ve zamanı vardı. Onlardan biri Talk b. Ali’ydi. O Resulallah’ın duasıyla elinde sanata dönüşen çamur işçiliğiyle mimarların üstadı olmuştu. Bir diğeri Nuaym, sayıca Müslümanlardan kat kat fazla olan düşmanları birbirine düşürerek, Müslümanların savaşı kazanmalarına vesile olmuş ve aritmetiğin her şey olmadığını ispat etmişti. Efendisi Ümeyye’nin bütün baskılarına rağmen "Ehad! Ehad!" diye Rabbini anmakta sebat gösteren Bilal, bize bu çağda Ümeyyelere karşı nasıl mücadele edebileceğimizi gösteriyor. Zeyd b. Sabit de bize bir çok ikinciliğin birincilikten daha iyi olabileceği mesajını veriyor.
Efendimiz “Sahabelerim sizin için bir sigortadır. Onlar gidince sizin için mukadder olan şey başınıza gelir” demişti. Karabaşoğlu’nun “asl-ı saadet” isimli kitabını okuduktan sonra şöyle diyebiliriz artık: Karabaşoğlu bizler için bir sigortadır. Karabaşoğlu’nun muhakeme, tefekkür ve teyakkuzu bizim aramızdan ayrıldığında bizler için mukadder olan şey başımıza gelecektir.