Yağmur Penceresinden

Mehmed Boyacıoğlu

YAĞMUR, SAİD Nursî’nin perdesiz tecelli ettiğini söylediği dört unsur “hayat, vücut, nur ve rahmet”ten sonuncusunun tezahürü olduğundan alışıldık kurallara bağlı değildir. Hemen her zaman, bir gönül dostumuzun kullandığı bir deyimle “ezber bozan” bir yönü vardır. Bunu öğrenim düzeyi ne olursa olsun hemen herkes kendi yaşadıkları ile doğrulayabilir.

Yağmurlu olmasını beklediğimiz – özellikle Ege ve Akdeniz bölgelerinde – aralık ayında gece ayazları ve güneşli günler yaşanırken, kurak olabileceğini düşündüğümüz şubat ayı yağmurlu geçebilir. Rahmet yüklü bulutların bol bol gelmesini beklediğimiz mayıs ayı bazen yağışlı bazen kurak geçebilir.

Bazen de nispeten kurak geçen bir mayıs ayı, kuzeyden imdada gönderilen serin ve nemli nesimler sayesinde, tarım ürünleri yeterli seviyede gelişebilir, bir kıtlık yaşanmayabilir.

Coğrafya kitaplarına bakarsanız, bir yerin ne kadar yağış alacağı şu faktörlere bağlıdır.

Denize yakınlık: Denize yakın yerler az yağış alırken uza yerler daha az yağış alır. Örnek olarak deniz kenarındaki İzmir yılda 700 mm yağış alırken, denizlerden uzak Malatya (Fırat) 241 mm yağış alır.

Dağların denize bakan ve “yağış getiren” rüzgârlara dönük yamaçları aksi yöndeki yamaçlarından ve düz yerlerden daha fazla yağış alır. Mesela, sırtını yamaçlara vermiş Antalya’ya yılda (1.000 mm.) düz bir ovada bulunan Adana’dan (600 mm.) daha fazla yağmur verilir.

Denizlerde sıcak akıntıların bulunduğu kesimler, soğuk akıntıların bulunduğu yerlere nispeten daha fazla yağmur alır. Sıcak su akıntılarının gönderildiği İngiliz adaları yeterli yağış alırken, soğuk akıntılara maruz Namibya kıyılarında on yıllarca yağmur görmeyen kesimler vardır.

Pekiyi, bu kurallar evrensel midir? Hayır, değil. Deniz kıyılarının iç kesimlere göre daha fazla yağış aldığını söyledik. Oysa deniz kenarındaki İskenderiye kentine yılda, Toros dağlarının gerisindeki Konya düzlüklerine verilen yağmurun nerdeyse yarısının verildiğini biliyor muydunuz?

Sebepler dairesi içinde yağmurun meydana gelebilmesi için hava kütlesinin yükselmesi ve soğuması gereklidir. İskenderiye’de hava kütlelerine çoğu zaman yükselme değil de alçalma emri verilmiştir. Meteorolog ve klimatolojistler bu alana subtropikal yüksek basınç alanı adını verirler. Bunun sonucu, nemin kaynağı vehmedilen koskoca Akdeniz, hemen yanı başındaki İskenderiye’ye yağmur verememektedir. Yine aynı şekilde, nemin kaynağı olduğu sanılan Atlas Okyanusu hemen yanı başındaki Namibya düzlüklerine yağmur bahşedememektedir. (Oraya nemli rüzgârların gönderildiğini, bu sayede gür bir çöl bitki örtüsünün gelişerek lütfun tecelli ettiğini anlatmak başka bir yazının konusu.)

Yine, yağmurun gelişinde önemli bir faktör zannedilen dağlar da aciz birer vesiledir. Diyelim ki, Rize’de hava kütleleri yükseldi ve tepelerde yağmur başladı, başlayacak. O anda kudret başka bir tecelli gösterir; denizden gelmekte olan rüzgârlar tersine çevrilir de kara içlerinden – Erzurum, Artvin – gelmeye başlarsa, hava kütlelerinin yükselmesine vesile olarak yağmura zemin hazırlayan dağlar, hava kütlesinin alçalarak ısınmasına, hatta kış ayında orman yangınlarına sebep olacak kadar ısınmasına neden olduğunu da biliyoruz.

Yine okyanus ortasında yer aldığı için yağışlı olacağı sanılan bir ada grubundaki bazı şehirlere iki ay süreyle hiç yağmur yağdırılmadığı oluyor.

Demek ki deniz, dağ, akıntı gibi sebepler birer bahanedir. Rahmân ve Rezzâk olan Allah (cc) nereye ne kadar yağmur vermek isterse oraya dilediği kadar verir. İsterse çöle rahmet verir, orada güller açtırır. İsterse, deniz ortasındaki adaya – on dokuzuncu yüzyılda İrlanda’da olduğu gibi - yağmur vermez, onları kuraklık “musibet”i ile sınar. Zira O âdetullah olarak bildiğimiz Kendi kanunlarına tabi değildir; Fâil-i Muhtârdır.

  08.03.2006

© 2021 karakalem.net, Mehmed Boyacıoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut