Dernekler Derlemiyorsa

Mehmed Boyacıoğlu

TOPLANMAK İÇİN, çokluğa vahdet vermeye çalışıyor; dernekler adlı gönüllü kuruluşları teşkil ediyoruz. Acaba toplanmanın daha kolay ve selametli bir yolu yok mu?

Şehirlerde, dernek levhalarının bolluğu hemen hepimizin dikkatini çekmiştir. Şehrin en mutena yerlerinden varoşlarına kadar hemen her köşe başında bir derneğin levhasına rastlarız.

Aklınıza gelebilecek hemen her nitelikte dernek vardır. Bunların bazıları belli bir yere; vilayete, ilçeye, köye aidiyeti dillendirir. Belli bir coğrafyadan gelen halk arasında kültür ve dayanışma amacıyla kurulduklarını ima eder. Bazıları belli bir mekânın kalkınmasını ve güzelleşmesini kendine “dava” edinir. Derneklerin zararlı bir alışkanlığın bertaraf edilmesini gaye edinenleri de vardır: Sigara ile arası iyi olmayanlar derneği, içkiyle mücadele edenler derneği gibi. Diğer bazıları belli bir spor takımına aidiyet etrafında toplanır. Sarı kanaryalar derneği, Kara kartallar derneği gibi. Bazı dernekler de hayvanların, bitkilerin ya da genel olarak çevrenin korunmasını amaç edinmiştir.

Batı denilen, şu an yaşamakta olduğum diyar-ı gurbette de durum bundan farklı değil. Bir avuç denilebilecek bir topluluğun onlarca derneği var.

Bu derneklerin teşkil edilmesi için bir yığın işleme ihtiyaç vardır. Dernekler kanununun gereklerini yerine getirmek, tüzük hazırlamak, vs. gibi. Bu işlemlerin gerçekleşmesi ayları, bazen yılları alır. Yetkililer tüzüğün bazı maddelerini kabul etmez, geri çevirirler. Bu aşamada avukatlar devreye girer. Onlara para ödenir, mahkeme koridorları aşındırılır.

Nice zaman sonra, tam da tüzük kabul edilmişken, -mükemmel işleyenlerini tenzih ederim- derneğin kendi içinde bir anlaşmazlık peyda olur. Bu bazen, kimin baş olacağı “sorun”undan kaynaklanır. Baştakini indirmek için bazen gerçek bazen de vehmi gerekçeler bulunur. ‘Sen yedin, ben yemedim; sen yetkisiz para topladın, ben olsam toplamazdım…’ gündemi etrafında duran kısır çekişmeler…

Bu “dağınık” görüntüyü “toparlamak”, bu bölük pörçük dernekleri bir “şemsiye” altında toplamak için konfederasyona “ihtiyaç” duyulur. Ancak, bu şemsiye de açılmadan kapanır. Zira konfederasyona üye olması gereken dernekler ya entrikalarla uzaklaştırılmıştır, ya da “yoğun işler”i sebebiyle toplantıya katılamazlar. Olağan genel kurullar, olağanüstü genel kurullar toplanır durur.

Bu çekişmelerin hemen hepsinin özeti şudur: havada su dövme seansları. Bu seanslara katılanlar, kısır çekişmelerle vakit kaybederken modernite denilen canavar nesilleri kendi acımasız çarkları arasında öğütmektedir.

Bir araya gelip Allah’ı zikreden müminleri ‘“Hû” çekiyorlar’ diye hapislerde çürüten veya onlara diş bileyen zihniyet müsterih (!) olsun, çoğumuz artık “ene”ler çevresinde didişip durmaktayız. Çünkü halis tevhîdi ifade eden Hû’dan; yani Hüve’den; O’nun, Resulleri vasıtasıyla getirdiği mesajdan mahrum olduğumuzdan benlikler etrafında didişip durmaktayız. Ve birinin itiraf ettiği gibi, ‘bütün coşkumuzu kaybettik’.

Enelerden Hu’ya; yani benliklerden O’na dönüşün adresi bellidir; camiler. Neden mi camiler?

Kelime-i Şahadet ile İslâm sarayına giren mümine ilk önce emredilen namazdır. Namazın da cemaatle ikàme edilmesi sünnet-i müekkededir. Bu sebeple namazın toplayıcı bir özelliği de vardır. Onun bu özelliğini hemen her mümin cemaatte görürüz. Resul-ü Ekrem’in (sav) Medine’de ilk inşa ettiği bina mescittir. Müminlerin inşa ettiği şehir ve kasabaların merkezinde cami vardır. Cami hayatın merkezindedir. Yakın çevre her gün orada beraberdir. Allah evinin bu şubelerinde toplananlar, namazı eda ettikten sonra, şimdi bizlerin yaptığı gibi, silahlı birinin takibinden kaçıyormuşçasına ayakkabısının yolunu tutmaz. Müminler birbirlerinin hal hatırlarını sorar, cemaate gelmeyenlerin niçin gelmediklerini araştırır; bunu âdet yerini bulsun diye değil, hastanın derdine ilaç, muhtacın imdadına maddi destek vermek için yaparlar. Yardımlar bazen zekât bazen de karz-ı hasen yoluyla yapılır. İmanı hayattan ayırmayan müslümanın hayatında, ‘zekâtı verin, faizden uzak durun!’ fermanını, aynı safta dinledikten sonra faiz yuvalarından kredi çekmek yoktur.

Yakın çevremizdeki mescidin cemaatinin böyle bir katkıya gücü yetmiyorsa çevre mescitlerden yardım istenebilir. Bu da olmuyorsa kasaba veya şehrin Cuma cemaati bu konuyu gündemine alır.

İmamlarının çoğu, namazdan çıkar çıkmaz ikinci işine koşan birer devlet memuru olan bugünkü camilerden böylesi bir fonksiyon beklemek belki hayaldir ama “iman, hayat, …”ı da bir arada düşünmek bizim görevimiz olmalı değil midir?

Önceliğimiz, “tüzel kişilik”leri sayı ve nitelikçe geliştirmek değil, cami etrafında toplanma şuurundaki “güzel kişilik”leri inşa etmeye çalışmak olmalıdır.

  22.02.2006

© 2021 karakalem.net, Mehmed Boyacıoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut