Ehl-i Dinin ‘Kamusal Alan’la İmtihanı

BİR ‘KAMUSAL alan’ fikridir almış başını gidiyor. Kamusal bir mekan var mıdır? Bu mekan, neresidir? Özel alanımın sınırı nedir? Kamusal alanın sınırı nereden başlar ve nereye kadar devam eder?

Modernleşme politikaları, insanın özel alanını o kadar daralttı ki, özel hukuk ilişkileri, çok değersiz şeylermiş gibi algılanmaya başladı. O kadar ki, devlet-birey arasındaki ilişki, birey-birey ilişkisinden hiyerarşik olarak yüceltilmeye başlandı. Yine, toplum-birey ilişkileri, birey-birey ilişkilerinden daha fazla önemsenir oldu.

Geçtiğimiz yüzyılda gelişen birey hakları ile beraber, kolektif hakların da muhtevasında değişmeler ve gelişmeler yaşandı. Ancak ne olduysa oldu, toplumsal haklar yine de bir adım öteye geçti ve birey haklarının önünde ve üstünde yer aldı.

Bireysel hakların aleyhine gelişen bu toplumsal fenomen, önce kendisini bireysel haklardan daha üstün gördü, sonra da bireysel hakların sınırlarını da gittikçe daralttı. Bu gün için, hukuk metinlerinde, nasıl zarar gördüğünü anlayamadığım, bir devlete karşı işlenen suçlar ve kamusal suçlar kategorisi oluşmuş durumdadır. Kamusal haklar diye bir kategori oluşturuldu. Ve bu haklara karşı birey hakları kısıtlandı.

Hukuk metinlerindeki bu durum, hukuk üretme mekanlarında kendisine bir zemin oluşturmuştur. Ve kanunlarda olmamasına rağmen, yargı organları, özel alana karşı ve özel alandan üstün bir kamusal mekanı üretmiş oldular. Ve birey hakları, toplumun selameti/menfaati için ihlal edilmeye başlandı. Aslında uğruna bireyin feda edildiği kamusal alan değil, toplumsal haklardı. Kamusal alan kavramı, hukukun ihlal edilmesi için bir kılıf oldu. Eğer, toplumsal hakların ihlali tartışılsaydı, toplumun hangi menfaatinin bireyin hakkını kullanmasından dolayı zarar gördüğünü söyleyebilirdik. Ancak, tartışılan toplumsal haklardan ziyade, içinin ne ile doldurulduğu meçhul, herkese göre değişebilen ve nereye çekilirse o anlama gelebilecek bir kavram üretilmiş oldu.

Artık böyle bir mekanda istediğimiz gibi gezinemiyoruz, istediğimiz gibi giyinemiyoruz. Özel alanımızda kullandığımız haklarımızı koruyamıyoruz.

Sözgelimi yolda yürürken, zihnimizi, çevremizdeki dev reklam posterlerinden koruyamıyoruz. Zihnimiz bir o panoya, bir öbür panoya takılıyor, zihnimiz dağılıyor ve bu hakkımızı koruyamıyoruz. Kafamızı ve gözümüzü, bakmakta sakınca gördüğümüz şeylere karşı koruyamıyor ve inanmadığımız ve kabullenmediğimiz görüntülere bakmak zorunda kalıyoruz.

Erkekler olarak, bir ihtiyaç vesilesi ile aldığımız giyeceklerimizi, renkleri ve modası geçmiş diye utana sıkıla giymekten kaçınıyoruz. Maddeten sıkıntıda bile olsak, kamusal görüntüye aykırı düştüğünü zannettiğimiz giysilerimizi atmakta beis görmüyoruz. Her türlü tahrik unsurunu taşıyan hatun görüntülerine karşı, kendimizi koruyacak zırhlarımızdan yoksunuz. Zihnimizi alt üst eden, bir o kadar da saldırgan kadın bakışlarından aldığımız darbelerle sendelemekteyiz. Tesettüre bürünsün bürünmesin, kamusal alanda, hanımların görünür hale gelmesi, erkekleri tek bir eve ve tek bir eşe bağlı kalmakta zorlanır hale getirmiş gözüküyor.

Hanımlar olarak, tesettüre rağmen giyim kuşam ve kamusal mekanın bir parçası haline gelmemiz, özel hayatımızın belini büküyor. Evimizde eşimize ve çocuklarımıza harcamamız gereken zamanın çoğunu, ‘dışarı’nın menhus cazibesine harcamakta bir beis görmüyoruz. Sonra da dönüp, kadının rolünün evde ‘çocuk bakıcılığı’ olmadığını ifade etmekte bir sakınca görmüyoruz. Fıtraten ailenin direği olarak kadın yaratılmışken, biz bu rolümüzden neredeyse utanıp, ‘ev hanımı’ görüntümüzden kurtulmak için kamusal alanın her türlü kamusal gereklerini yerine getirmekten de çekinmiyoruz. Bunun için yeniden üniversiteye gitmek gerekiyorsa, çocuklarımızı ve eşimizi de ihmal etmekten de çekinmeyerek, yeniden üniversite yollarını arşınlıyoruz.

Tesettürsüz, saldırgan, buyurgan, yürüyen heykeller misali açık saçık görüntüler, kamusal alanda kendisine oldukça geniş bir özgürlük alanı oluştururken, tesettürlü görüntülerin özgürlük alanı oldukça daraltılmaya çalışılıyor. Her şeyin islami versiyonunu oluşturma gayreti içinde olanlar da, kamusal mekanın açık saçık görüntülerini tesettüre büründürerek, kamusal mekanı tesettürlü insanların varlığı ile görüntü zenginliği oluşturmaya çalışılıyor. Ehl-i dinin gayreti kamusal mekanda cirit atmak mı olmalı? Yoksa dininin kendisine sunduğu aile tablosu içinde mi yer almalı? Başka bir deyişle, ehl-i dinin tesettür mücadelesi, seküler bir mekan olan kamusal alanda, fazla görünerek mi olmalı? Yoksa görüntüden ve riya endişesinden uzakta, kendi mekanına mı çekilmeli?

Acaba kamusal mekana çıkan kişiler, tesettür perdesini aralamış mı oluyor? Kamusal mekanlarda fazla görünür hale gelen tesettür kavramı, gerçekte(n) mütesettir kalabiliyor mu? Zihnimizin tesettürünü çözen bunca modern yaşama tarzı tasallut ederken, mü’min ve mü’minelere (ev içinde) bir inziva hali çok mu aşağı bir durumdur? Fitnelerden muhafaza olunmak için, ashab-ı kehfin yaptıkları çok mu ilkel bir durumdu? O ashabın yaptıklarını şimdiki modern mü’min ve mü’minelere önermek, fitneden sakınmak için güvenli bir yol olsa gerek. Cinsiyet farkı gözetmeksizin, kamusal saldırılar karşısında, ehl-i dinin, kamusal mekanın dışında, kendi özel alanında(mesela aile mekanında) özgürlüğünü şahane kullanabilir. El an bu alana bir müdahele görünmüyor.

Mü’min ve mü’minelerın bu kadar kamusal alanda görünme isteklerinin, kamusal alan yasakları ile sınırlanması, İlahi adaletin bir tecellisi midir? Yoksa kader, kamusal alana çıkma isteğimizin şiddetini dindirmek için, ‘el cezau min cins-il amel’ (ceza, amelin cinsindendir) kaidesiyle, bu alanı sahiplenmek isteyenlerin zulmüyle mi cezalandırıyor?

Yaşadığımız ‘başörtüsü sorunu’, sakın ehl-i dinin, kamusal bir mekanda görünme/görünmeme imtihanı olmasın?

  20.02.2006

© 2021 karakalem.net, Ahmet Nazlı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut