AYNI BAŞLIKTAKİ ilk yazımda, devleti küçültmenin ikinci yolunun irfan olduğundan söz etmiştim. Buna geçmeden önce, önemli gördüğüm bir hususa değinmeden geçemeyeceğim.
Nasıl ki bir şeker fabrikasının ana hedefi şeker imal etmektir. Hayvan yemi olan küspe ise o fabrikanın bir yan ürünüdür. Yani, o fabrika yalnızca pancar küspesi imal etmek için açılmaz. Aynen öyle de dini yaşamanın dünyaya dönük güzel neticeleri esas maksat değildir. Başka bir deyişle din, o dünyevî maksatlar için istenilmez. İstense İslâm’ın temel taşlarından biri olan ihlâs zedelenir. Biz insanlara, ‘âhiretiniz gibi dünyanızın da güzellik ve mutluluklarla dolu olmasını istiyorsanız dinin gereklerini yerine getirmeye çalışın’ diyebiliriz. Ama Allah’ın emirlerinin sadece dünyevî maksatların elde edilmesine basamak yapamayız.
Sadede dönersem; imanlı fazilete dayanan bir irfanı her kesimde işletirsek devlete daha az muhtaç olan fertler haline geleceğimizi düşünüyorum. O da bizi, problemlerimizi çözmek için türlü türlü kurumlar icat etmek ve devasa binalar inşa etmek zorunda bırakmayacaktır.
"Fazilet" sözcüğünün bir manası "fazlalık"tır. Zira insan türünün yaratılışı mutlak eşitlik kanununa zıttır. Fâtır-ı Hakîm insanı binler türün görevlerini üstlenebilecek bir çeşitlilikte yaratmış olduğundan dolayı, “fazlalık” insanın ayrılmaz özelliklerinden biridir.
Onun için, insanın aklında, duygularında latiflerinde binlerce mertebeler bulunabilir. Bu türün içinde akılda gabileri olduğu gibi dâhileri de vardır. Kendi hakkını koruyamayacak derecede korkakları olduğu gibi en küçük bir yanlışlığa tehevvür gösterenleri vardır. İki kelimeyi bir araya getirmeyecek kadar kelâm nimetinden mahrum olanları bulunduğu gibi dakikada iki yüzden fazla kelimeyi kusursuz konuşabilenleri de vardır. En küçük bir ağırlığı bile kaldırıp götürmeyecek kadar güçsüzleri olduğu gibi efsanelere konu olacak kadar güçlü olanları da vardır.
Böyle olunca, insan türü bir karınca sürüsü kabul edilip ona göre idare edilemez. Mutlaka birileri gerek aklıyla, gerek duygularıyla, gerekse kol gücüyle birilerini geçmeye çalışacaktır. Diğer bir deyişle mutlaka “çıkıntılık” yapanlar bulunacaktır. İyi ki bulunacaktır… İnsanlığın her alanda dev adımlarla ilerlemesi bu çıkıntılıklar sayesinde olmuştur.
Ama her çıkıntılık her fazlalık sadra şifa olamamaktadır. Öyle çıkıntılar olmuştur ki ceremesini insanlık veya insanlığın bir kısmı hâlâ çekmektedir. Dünyayı ateşe vermek isteyen bir Hitler, onun çağdaşı diğer diktatörler; hakkı batıl, batılı hak gösterebilme maharetine sahip demagoglar iddiamızı ispat ederler.
İşte insandaki bu fazlalık fenomenini, diğerlerinden bir şekilde üstün olma isteğini müspete kanalize edecek, onu gerçek kemaline sevk edecek olan şey imanlı fazilettir. Öfkeyi gemleyecek, şehveti dizginleyecek, aklı gerçek görevine yöneltecek olan; bu üç kuvveyi müstakim bir yol üzerinde sevk edebilecek olan bu imanlı fazilettir.
Bu tür faziletin sahibi, çevrede bulunmayan, dolayısıyla çevredekilerin imrenecekleri, kıskanacakları şeyleri satın almaya yeltenmeyecek, insanlar içinde insanlardan biri gibi sade olmaya çalışacaktır.
Böyle bir faziletin sahibi ailesinden başlayarak, insanlar arasındaki çekişmeleri barış ve karşılıklı rıza ile çözmeye çalışacaktır.
Kendine böyle bir fazilet nimeti verilen kimse, sürekli olarak iyiliğin işlenmesine, kötülüklerden ise kaçınılmasına çalışarak, içinde bulunduğu toplumda âdeta bir koruyucu hekimlik uzmanı gibi çalışacaktır.
Tasvir edilen manzaraların yaşanması isteniliyorsa, halkı ayakta tutan manevi dinamiklere güç vermek gerekiyor. 'Bizim bazı ilkelerimiz buna müsait değil' deniyorsa, sadece bindiğiniz dalı kesmemeniz yeterli. Batıda çıkan ucube cemaatlere gösterilen müsamaha, bu ülkenin gerçek sahiplerine gösterilse yetecek. O zaman devlet kendiliğinden küçülecek, gerçek bir sivil toplum oluşacak; her yönden düzlüğe çıkmamız daha kolay olacak.