Kalvinizm: Kim dediğinde yanlış olur?

RİSALE-İ NUR müellifine duyduğum tarifsiz hayranlığın en önemli sebeplerinden biri, onun zaten ‘Bediüzzaman’ iken yaşadığı değişim ve dönüşümdür. ‘Merkez-i hilâfet’ olan bir diyarda ‘Zamanın eşsizi’ gibi bir ünvanla anılır hale gelmiş bir Said’i ‘Eski Said’e dönüştürüp ‘Yeni Said’e inkılâb etmek, her babayiğidin kârı değildir elbet. Böylesi, ancak gerçekten ‘Bediüzzaman’ olanların kârıdır.

Bediüzzaman Said Nursî’nin Eski Said’den Yeni Said’e inkılâbını salt zaman ve zeminle açıklama yönündeki çabaların da varlığına karşılık, bizatihî Bediüzzaman’ın Risalelerde yer alan otobiyografik ifadeleri bu dönüşümün içsel, enfüsî bir mahiyet taşıdığına işaret eder. Bu ifadelerden anlarız ki, Eski Said, salt şartlar değiştiği için Yeni Said olmuş değildir; kendi içinde, kendine dair bir sorgulama da yaşayarak Yeni Said olmuştur. ‘Zamanın eşsizi’ olarak anıldığı bir zamanda Bediüzzaman dönüp kendine baktığında mevcut halini ‘olması gereken’ olarak görememiş ve ‘olması gereken’e doğru yönelmiştir.

Bediüzzaman’ın bu dönüşümü tasvir ederken aktardığı tecrübeler ve ‘karizmayı çizdirme’ gibi bir derdi asla taşımadan Eski Said’e getirdiği eleştiriler, bende yalnızca hayranlık uyandırır. Bediüzzaman’ı çok sevmemin yüzlerce, belki binlerce sebebinden biri, bu kadar büyük bir alim iken kendini sorgular durumda kalabilmesi ve bu sorgulamadan hâsıl olan kendine yönelik eleştiriyi, haydi Garbî lisanla ifade edelim, ‘self-criticism’i açıkyüreklilikle dile getirebilmesidir.

“Yirmidokuzuncu Mektub”un “Yedinci Kısım”ının sonundaki bahis, bu açıkyürekliliğin en açık ifadelerinden biridir. Orada, kendisinin Avrupa’ya karşı ‘eski zamandaki müdafaatı ve İslâmiyet hakkındaki mücahedatı’ndan bahisle, “Neden Eski Said vaziyetini değiştirdin?” diye bir soruyu dile getirip şu cevabı verir Bediüzzaman:

“Eski Said ile mütefekkirîn kısmı, felsefe-i beşeriyenin ve hikmet-i Avrupaiye’nin düsturlarını kısmen kabul edip, onların silahlarıyla onlarla mübareze ediyorlar; bir derece onları kabul ediyorlar. Bir kısım düsturlarını fünun-u müsbete suretinde lâyetezelzel teslim ediyorlar, o suretle İslâmiyet’in hakikî kıymetini gösteremiyorlar. (...) Bu tarzda galebe az olduğundan ve İslâmiyetin kıymetini bir derece tenzil etmek olduğundan, o mesleği terkettim.”

Belirtelim ki, bu bahisle son bulan “Yedinci Kısım,” baştan sona Avrupa-merkezli bir zihniyetin ürettiği sorulara cevap sadedinde gelişmektedir ve Avrupa’da Katolisizmden Protestanlığa doğru ve sonrasında Katoliklik içinde yaşanan ‘Reform’un bir benzerini ‘kalkınma adına’ âlem-i İslâm’da gerekli görenlere iki benzemezi kıyas etme gibi bir mantıksızlığa düştüklerini sert bir dille bildirerek, Hıristiyanlık-İslâm, Batı-İslâm dünyası karşılaştırmasının fasitliğine dikkat çekmektedir.

Sert bir dil diyorum; çünkü, “Körü körüne taklitçiliğe alışan buradaki hamiyet-füruşlar,” “ehl-i bid’a, ecnebi inkılabcılarından böyle meş’um bir fikir aldılar,” “ehl-i bid’a, dinsizliklerine ve ilhadlarına şöyle bir bahane buluyorlar, diyorlar ki,” “dünyada en büyük ahmak odur ki, böyle dinsiz serserilerden terakki ve saadet-i ebediyeyi beklesin,” “tahribatçı ehl-i bid’a,” ilâahir gibi, Risale-i Nur’un genelindeki ‘nezihâne, nâzikâne, kavl-i leyyin’ üsluba aykırı düşen bir dildir buradaki. Bu bahisteki soruların müsebbibi, mâkul ve mâzur değil, müfsid ve meş’umdur çünkü...

Şimdi, “Yedinci Kısım”ın tamamındaki ‘Batıdaki dönüşümün bir benzerini İslâm’dan bekleyen’ ehl-i bid’aya yönelik sert eleştiriyi ve bahsin en sonunda Bediüzzaman’ın Yeni Said olarak Eski Said’e getirdiği Avrupa’ya ‘bazı düstürlarını fünun-u müsbete sûretinde lâyetezelzel teslim ediyor’du şeklindeki eleştiriyi aklımızın yedeğine koyalım.

Bu bahsin söylediği şey açık: Bediüzzaman, Katoliklik, Kalvinizm, Protestanlık, Rönesans, Reform, Aydınlanma.. derken, Batıda yaşanan değişim ve dönüşümlerin farkında olarak konuşuyor ve bu dönüşümün İslâm’a ve âlem-i İslâm’a uyarlanmasına şiddetle karşı çıkıyor.

Dahası, daha da masum bir şekilde, Akif merhumun da “Alınız ilmini Garbın, alınız sanatını” diye ifade ettiği ve Eski Said’in de iştirak ettiği düşünceye dahi, Yeni Said olarak rezerv koyuyor. Bunda dahi ‘İslâmiyetin kıymetini bir derece tenzil’ hissediyor ve İslâm’ın hiçbir açıdan kıyas ve yardım kabul etmezliği düşüncesine ulaştığını belirtiyor.

Ayrıca, aynı bahsin içinde, yine Avrupa-merkezli bir analizden hareketle ‘din ile milliyet’i mezc şeklindeki düşüncede de ‘tahribatçı ehl-i bid’a’nın izini ve tesirini görüyor.

Bu bahisleri hatırlamak, yakın zamanda ortaya çıkan ve hâlâ tartışılan Kalvinizm tartışmasıyla da zihnimizi tekrar meşgul etti, değil mi?

‘İslâmî Kalvinizm’ diye buram buram ‘İslâm’da reform ve dünyevîleşme’ özlemi kokan bir yakıştırmada bulunup Bediüzzaman’ı bunun fikir babası, Fethullah Gülen’i de uygulayıcı önderi ilan eden kişiler Ertuğrul Özkök, Cüneyt Ülsever ve Hakan Yavuz olduğunda, şükür ki açık ve belirgin bir tavır konuldu, bir tepki sergilendi, bir tekzibe girişildi.

Ama o insanlar, gerçekten birazcık ‘ehl-i kitab’ olup “Kardeşim siz kendiniz böyle söylüyor, biz deyince de kızıyorsunuz” deselerdi, doğrusu yüzümüz kızarırdı.

Çünkü, aşağıdaki ifadeler, “Yedinci Kısım”ı defalarca okumuş olması gereken bir isme ait ve Risale-i Nur’la birebir irtibatı olan bir yayınevinin “Risale-i Nur Araştırmaları-1” diyerek yayınladığı bir kitapta yer alıyor. Kitapta, “Fikrî mücadelesinin tarihî yeri: Kalvin’le bir mukayese” başlıklı bir bölüm var ve bölümün ilk paragrafında şu cümleler yer alıyor:

“Bununla, Bediüzzaman’ın zuhurata tâbi geçici bir heves peşinde koşmayıp tarihî bir misyonu gerçekleştirmeye çalıştığını kastediyoruz. Onun bu misyonunu, bir kelime ile ‘tecdîd,’ kendisini de ‘müceddid’ olarak ifade edip geçmeyecek, İslâmlık—uzun vadede insanlık—tarihinde icra edeceği role dikkat çekeceğiz. Nursî fikriyatının stratejik hedefini kavrayabilmek için, Batı tarihinde benzer bir rolü gerçekleştiren Kalvin ile aralarında bir mukayese yapacağız. Gerçekten bu iki şahsiyette, fikrî planda, dikkat çekici bir benzerlik var. Bu benzerliğin, benzer sonuçlar getireceğini söylemek abes olmamalıdır. Kaldı ki, şimdiden emareleri görülmeye başlamıştır. Şöyle ki: Bugün kapitalizm diye ifade edilen Batı teknolojisi veya bir başka ifade ile, Batıdaki terakki nasıl meydana gelmiştir, bunun ilk muharriki nedir, kimdir diye bir soru soracak olursak, karşımıza Kalvin çıkmaktadır. Kalvin, bilindiği üzere, Batıda (hususan Almanya’da) Protestanlık şeklinde kristalize olacak olan dinî reformların başlatıcısıdır. Alman sosyolog Weber’e göre, Kalvin sadece Hıristiyanlıkta reform yapmakla kalmamış, Batı insanının düşünce ve hayatına yerleştirdiği bazı temel ahlâkî fikirlerle kapitazilmin doğmasını sağlayacak ruhî atmosferi hazırlamış, işte bu ruhî ve sosyal atmosferden de Batı teknolojisi, Batı terakkisi meydana gelmiştir.”

Bahis, böyle uzayıp gidiyor...

Belirteyim ki, bir ‘siyaset bilimi’ uzmanı olmamakla birlikte ‘siyasal bilimler’ eğitimi almış bir kişi olarak, bu paragrafın her cümlesinde bir teknik yanlışlığa işaret edebilir durumdayım; ama bu ‘bilgi’ yanlışından daha da ağır surette buradaki ‘yorum’ yanlışı beni şaşkınlığa sevkedegelmiş bulunuyor. “Yedinci Kısım” yazıp Batıdaki reformasyonun bir benzerini İslâm’da umanları ‘ehl-i bid’a’ olarak ve daha da sert ifadelerle tanımlayan Bediüzzaman’ı üstad ittihaz edip ondan ‘çözümler’ sunan bir ismin sunduğu ‘çözüm’ün bu olması; dahası, yazarın sergilediği bu ağır yanılgının yayınevi editörlerince farkedilmediği gibi, kitaba takriz yazan isimlerin de nazarına çarpmaması doğrusu insanı derinden derine düşündürüyor.

Yukarıdaki ifadeler, daha sonra Nesil Yayınları ismini alan Yeni Asya Yayınları’nın neşrettiği, Prof. Dr. İbrahim Canan’a ait, muhterem Mustafa Sungur ağabey ile, M. Fethullah Gülen ve H. Mehmet Kırkıncı hocaefendilerin de takriz yazıp tahsin ettikleri, 1993’te basılmış “İslâm Âleminin Ana Meselelerine Bediüzzaman’dan Çözümler” adlı kitaptan alındı.

Bu tablonun bize söylediği çok şey olduğuna inanıyorum. Ama söz ziyadesiyle uzadı. Dolayısıyla, Bediüzzaman’dan öğrendiğim “Arif olana işaret yeter” sözünü aktararak, bu bahsi şimdilik burada noktalıyorum.

  12.02.2006

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut